Prag'a gittim. Eski kentin sokaklarında dolaştım. Güzel kafelerinde oturdum. Müthiş caz barları var. Orta Avrupa cazı diye bir kategori zaten mevcut. Prag'dakinin özelliği son 25 yılın en önemli devrimini başlatmış olması. Kadife Devrim bu barlarda patladı. Dalga dalga yayıldı. Bütün şehri, giderek bütün Doğu Avrupa'yı tuttu.
Prag devrimlerle, toplumsal hareketlerle iç içe geçmiş bir kent. Bu onun entelektüel birikiminden kaynaklanıyor. Bir ülkede entelektüeller varsa eleştiri ve muhalefet vardır. Daha 1968'de bile Prag'ın bu özelliği belliydi. O dönemde Çek Yeni Dalga Sineması ortalığı kasıp kavuruyordu. Çek edebiyatı, haydi Rilke'yi, Kafka'yı bir yana bırakalım, hem eski yazarlardır hem Almanca yazmışlardır, Hrabal'la, Haşek'le, Havel'le, Kubena'yla bu muhalefetin belkemiğidir. Kundera keza. Onun Fransızca yazması Rilke ve Kafka'nın Almanca yazmasından farklıdır. Kundera bugün bile Çekleri yazar. Edebiyatını sistem eleştirisi üstüne kurmuştur. Komünizmin çöküşünden sonra Cumhurbaşkanı olan Vaclav Havel de gençliğinde bir rock müzik yıldızıydı. Politik muhalefetini o müziğin tepkici yapısıyla bütünleştirmişti.
Başkalarını bilmem. Ben bu kenti, tıpkı Berlin'i, Moskova'yı, Bükreş'i, Zagrep'i olduğu gibi, kendimi yakın tarihten koparamayarak gezdim. Londra'da veya Paris'te böyle bir duygu yaşamıyorum. Ya da Stockholm veya Zürih'te. Muhtemelen 1948 sonrasının ağır darbeleri, Soğuk Savaş, komünizmin kalın bir perde gibi bu ülkeleri sarıp sarmalaması yaratıyor bu duyguları.
Batı Avrupa tarihini bir süreklilik olarak yaşadı. Oysa eski Doğu Bloğu ülkeleri dediğimiz ülkelerde ve onların başkentlerinde büyük kopuşlar ve parçalanmalarla gerçekleşti tarih. Savunulur-savunulmaz. O ayrı bir konu. Fakat kimse komünizmin bu ülkelere tarihin bir bölümü olarak indiğini inkar edemez. Şimdi geçmişe dönük değerlendirmeler, hesaplaşmalar yaşanıyor. Hele 2008 sonrasında büsbütün, geçmişi yeniden değerlendirmekle meşgul herkes...
Prag'a bu duygularla indim. Soğuk Savaş yılları, Bükreş, Prag, Varşova, Sofya, hatta Tiran benim gençliğimdir. Tartışmalarla dolu, sorgulamalarla yüklü, irdelemelerle belirlenmiş, uzlaşmaz bir gençlik. Sosyalizmin doğrularına inanmış ama onun bürokratik uygulamalarını asla kabullenmemiş, onun özgürlükten kopuk ve uzak oluşuna karşı çıkmış bir gençlik!
Belki çocuk yaşımdaydım. 1956 Macar olaylarını elbette hatırlamıyordum. Ama okuyor ve biliyordum. 1968'de bir yeni yetmeydim. Ama yüreğim Rus tanklarına karşı öfke doluydu. Gönlüm onlara direnen gençlerden yanaydı. Ama komünizm karşıtı yazılardan oluşan Aldatan Put gibi uydurma kitaplardan nefret ediyordum. Buna mukabil Stalinizmin doğruluğuna bir tek gün inanmadım. Prag Baharını ezen tankları doğru bulup benimseyen Boran-Aren ekibini asla kabullenemedim. Benim için doğruyu gösteren Aybar'dı. Akdeniz Sosyalizmini bile gecikmiş buluyordum. Solzjenistin'in Gulag Takımadaları kitabından sonra Komintern'i savunanları aklıma sığdıramadım. Ama Gorbachov'u da kuşkuyla karşıladım.
Ziyaret etmek istediğim yerler arasında Komünizm Müzesi vardı. Son güne kadar geciktirdim gitmeyi. Belki karşılaşacaklarıma dair bir sezgi beni alıkoydu. Sonunda gittim.
HAZİN VE HASTALIKLI
Her şeyden önce hazin, ondan da öte hastalıklı bir durum, müzenin yeriyle ilgili. McDonald's hamburgercisinin üstünde. Meşhur markaların karşısında bir binanın birinci katında. Solda müze var. Sağda bir kumarhane! Müze demeye bin şahit ister. Birileri oturmuş, kendilerine göre bir 'tarih' yazmış. İlk bakışta 'nesnelmiş' gibi duruyor. Neticede bazı ansiklopedik bilgiler veriyor. Fakat bütün kurgusuyla tam bir karşı ideoloji, kara propaganda odağı. Karanlık, kasvetli, iç sıkan bir yer. Yerlerde, sağda solda, Lenin, Stalin heykelleri. Bir sorgulama odası canlandırmışlar. İlkokul müsameresinde bile daha iyisi olabilir. Kısacası, Komünizm Müzesi değil. Bir komünizm karikatürü müzesi.
Kabul ediyorum. Komünizm, o berbat bürokrasisiyle bir ülkeye, bir kente, bir halka çok çektirmiş olabilir. Ama hiçbir tarihsel dönem bu derecede ilkel, kaba bir biçimde gösterilmemeli.
Sonu yok bu yaklaşımın. O zaman her rejim gelir, bir öncekini böyle tanımlar. Gene de hiç itirazım yok. Birileri komünizmi bu şekilde göstermek istiyorsa, buyursun göstersin. Ama o zaman da bunun bir özel, bireysel yaklaşım olduğunu belirtsin. Maksat 'hakikati' vurgulamaksa, bu tutumun gene o 'hakikat' adına takınılması gerekir. Yoksa, 'gerçek' adına böylesi bir yakışıksız tutum en azından bir ahlak problemidir.
Tarihyazımı zor iştir. Artık tepeden tırnağa 'nesnel' bir yazım olmadığını biliyoruz. Ama öznellik de kendisine özgü koşullar gerektirir. Öznelliğin de bir nesnelliği vardır. Dediğim gibi öznellik diyerek tarihçiliğin etik sınırlarını çiğnemek aklın alacağı bir iş değildir. Komünizm Müzesi diye bu müsamere dekorunu 'müze' diye sunmak ayıpların ayıbıdır. Bu, müze gibi, özünde ideolojik olan bir mekanın aşırı ideolojikleştirilmesine, giderek, söylediğim gibi, karikatürleştirilmesine yol açar.
Asıl ürpertici olansa kimsenin bu müzeye ses çıkarmaması, tepki göstermemesi. Bir yanlışı ortada bırakmanın da bir başka yanlış olduğunu bilmiyor mu yoksa insanlar?
Komünizme kızmak ciddiyet ister...