Geçtiğimiz yüzyılın ilk yıllarında o vakitler 'Peri' adıyla bilinen (Şimdi Tunceli'nin Mazgirt sınırları içinde kalan Akpazar beldesi) yöreden çıkan Ahmet Çavuş namlı genç Adana'ya göç etti. Burada Siirt'in Şirvan ilçesinden gelen Hatice Hanım'la tanışıp evlenen Ahmet Çavuş, Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1914 yılının sonlarına doğru Doğu Cephesi'ne gitti. Giderken gebe karısına, çocuğun erkek olacağından eminmiş gibi ya da erkek olmasını umarak aynen şöyle dedi:
"Şayet dönmezsem doğacak çocuğumuza Ahmet Duran adını ver."
Ahmet Çavuş gittiği cepheden dönmedi. Enver Paşa'nın taktik hatalarının etkisiyle yaklaşık 90 bin askerimizi kaybettiğimiz Sarıkamış'ta şehadete ermiş olması kuvvetle muhtemel. Bu bölgedeki askerlerimiz, malum olduğu üzere tek kurşun atamadan soğuktan donarak şehit olmuştu.
Tebaanın; askerlik ve vergi verme gibi yükümlüklerini yerine getirmesi için neredeyse noksansız bir kayıt tutma sistemi kurmuş olan Devleti Aliyye'nin, yani Osmanlı Devleti'nin kayıtlarında Ahmet Çavuş'un akıbeti mevcuttur. Genelkurmay arşivleri bu konuda en güçlü kaynak. Araştırıp bulduğumda ayrıca yazacağım.
Bugün size Üç Boyutlu Portre'de bir süredir araştırdığım, halen araştırmaya devam ettiğim ve bu yazı vesilesiyle de derinleştirmeyi umduğum bir tarihi öykü anlatacağım. Şehit Ahmet Çavuş'un hikâyesi…
'KENDİ HİKÂYESİNİ BAŞKASININ HİKÂYESİ GİBİ ANLATMAK…'
Ahmet Çavuş, benim büyükbabam Ahmet Duran Ünlü'nün babası olduğu için bir yönüyle öznel bir hikâye bu. Bununla birlikte gazeteciliğin ve yazarlığın; kendi hikâyesini başkasının hikâyesi gibi, başkasının hikâyesini de kendi hikâyesi gibi anlatabilmek düsturu gereği haber değeri taşıyan bu öyküyü sizlerle paylaşacağım.
Geçtiğimiz salı, yapımcı arkadaşım Baran Mayda'nın dezavantajlı, dolayısıyla pozitif ayrımcılığa ihtiyaç duyan bölgelerde düzenlediği festivallerden birinin, Siirt Kısa Film Festivali'nin dördüncüsünde bir panele katılmak üzere Siirt'e gittim. Sonra büyükbabam Ahmet Duran Çavuş'un (1934'te Soyadı Kanunu'nun çıkmasından sonra Ünlü soyadını almış) annesi Hatice Hanım'ın geldiği Şirvan'ı ziyaret ettim. (Büyükbabamın annesi, Türkçe'yi Adana'da öğrenmiş bir Kurmanç.)
Şirvan Kaymakamı Recep Hasar'ın ev sahipliğinde büyükbabamın annesinin topraklarını keşfetme imkânı buldum. Allah nasip ederse, şimdiki adıyla Akpazar, 20. Yüzyıl'ın ilk yıllarında Peri, 19., 18. Yüzyıl ve evvelinde ise Çarsancak adıyla bilinen beldeye giderek şehit dedemin geldiği toprakları da keşfedeceğim.
Çarsancak; 1832 yılı Osmanlı kayıtlarında Pertek, Sağman, Mazgirt ve Çemişgezek'i içine alan bir sancak. Kurmanci'de 'çar', dört demek olduğu için Çarsancak, adıyla müsemma 'dört sancak' anlamına geliyor. Burası Harput'a bağlı bir kaza ve Dersim yöresinin en önemli kasabalarından biri.
ÇARSANCAK'TAKİ NÜFUS DENGELEME POLİTİKASI
Büyükbabamın babası Ahmet Çavuş, Osmanlı Devleti'nin bölgedeki yoğun Ermeni nüfusunu dengelemek için yöreye yerleştirdiği Türk ailelerden birine mensuptu. Bunu halen Çarsancak'ta yaşayan Ahmet Duran Ünlü'nün kuzenleri yani, Ahmet Çavuş'un kardeşlerinin çocukları söylüyor. Nitekim bu nüfus dengeleme politikası 20. Yüzyıl'ın başlarından itibaren sonuç vermiş ve Müslüman nüfus Ermeni nüfusu geçmiş. Elbette bunda 1915 Tehciri'nin etkisi de yadsınamaz.
Buradaki Ermeni nüfusa dair yapılmış en kapsamlı araştırmalardan biri Salih Akyel ve Savaş Sertel'in, 'Osmanlı Nüfus Defterlerinin Tarih Yazımındaki Yeri: 1840 Tarihli Çarsancak Kazası Gayrimüslim Nüfus Defteri Örneği' adlı akademik makalesi. Romancı Orhan Pamuk'un iktisat tarihçisi olan ağabeyi Şevket Pamuk'un editörlüğünü yaptığı Osmanlı'da 'Bilgi ve İstatistik' başlıklı çalışmanın da kaynak olduğu bu makaleye göre 1840 tarihli kayıtlarda kaza merkezinde Ermeni nüfusa ait 1127 hane bulunuyormuş. Bu kaza, 1865 yılında meydana gelen Ermeni isyanlarına sahne olmuş. Çarsancak, 1916 yılında Dersim ayaklanmaları sırasında da isyancılar tarafından yağmalanmış.
Makalede Çarsancak kazası ve ahalisi hakkında şu bilgilere yer veriliyor:
"Osmanlı coğrafyasının değişik yerlerinde olduğu gibi Harput ve havalisinde de nüfus sayımları yapılmıştı. Bu anlamda Harput'a bağlı olan sancak, kaza ve diğer merkezlerde nüfus sayımı uygulanmış olduğunu arşiv kayıtlarından görmekteyiz. Nitekim bölge ile ilgili yapılan nüfus sayımları geniş bir alanı kapsamakla birlikte, Harput Eyaletine ait toplam 123 adet nüfus defteri bulunmaktadır. Burada inceleyeceğimiz Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki Harput Nüfus Defterleri serisi içerisinde 2655 numara ile kayıtlı olup 1256 (Miladi 1840) tarihli Harput Eyaleti Çarsancak Kazası Gayrimüslim Nüfus Defteri'dir.
1831 yılında yapılan nüfus sayımı bir takım eksiklik ve aksaklıklara rağmen ülke dâhilinde yaşayan Müslüman ve gayrimüslim nüfusu ortaya çıkarması bakımından önem teşkil etmektedir. Bu nüfus sayımı Osmanlı Devleti'nin toprak yazımı vesilesi olmadan yapılan bir nüfus sayımı olarak kabul edilir.
1830 yılında yapılması karara bağlanıp 1831 yılında uygulamasına geçilen nüfus sayımı, Çarsancak'ta 1840 yılında yapılmıştır. İncelediğimiz defter Başbakanlık Osmanlı Arşivinde 2655 sayılı Harput Nüfus Defterine kayıtlı bir mufassal defterdir. Defterde 1127 hanede 4537 gayrimüslim erkek nüfus kaydedilmiştir. Çarsancak Kazası'nda 1840 tarihindeki toplam gayrimüslim nüfusunun 9 bin 74 civarında olduğunu söyleyebiliriz."
TEBAADAN HANGİSİNİN BIYIKLI OLUP OLMADIĞI BİLE KAYITLI
Elbette bu gayrimüslim nüfustan 'cizye' alınıyordu. Cizye 'kâfi gelmek; karşılığını vermek, ödemek' anlamındaki ceza mastarından türemiş bir isim. İslam devletlerinde gayrimüslim halktan toplanan vergiyi ifade ediyor.
Alıntı yaptığım makaleye göre eski nüfus defterlerinde şahısların isimleri ile yaşlarının yanına genelde eğri bir yazıyla 'tevellüd' ya da artık yaşamayanlar için 'helak' ifadesi yazılırmış. Bazen helak yerine daha nazik biçimde 'müteveffa' ya da 'fevt' kelimesi de kullanılırmış.
Hatta bu defterlerde tebaadan kimin bıyıklı olduğu, kimin olmadığının bilgisi bile yer alırmış. Dönemin şartlarına göre erkeklerin vazgeçilmezi olarak yirmili yaşlarda bıyık, otuzlu yaşlardan itibaren ise sakal bırakılırmış. Ancak yirmili yaşlarda sakallı olanlar bulunabildiği gibi 30'lu yaşlarda da henüz sakal bırakmayanlar mevcutmuş. Bu emare, makaleyi yazanlara göre erkek evlât sahibi olunduktan sonra sakal bırakıldığı ihtimalini akla getiriyor.
Yörede hangi meslek erbaplarının bulunduğuna gelirsek… Kazada o dönemde 893 rençber, yani çiftçi varmış. Bu rakam, Çarsancak'taki meslek sahiplerinin yüzde 81'ine tekabül ediyormuş. 1800'lerde Çarsancak'ta çiftçilerin yanı sıra cullahlar (dokumacılar) katırcılar, kalaycılar, köşkerler (ayakkabı tamircisi), bakkallar, kasaplar, debbağlar (derici) ve boyacılar bulunurmuş. 1830'larda Avrupa'da makineleşme ile birlikte tekstil ürünlerinde ucuz ithal malları popüler hale gelince yörede arkeolojik bulgulara göre ta Hititler zamanından beri var olan cullahlık mesleği çökmüş.
Arkeoloji demişken… Umut Parlıtı, Kenan Öncel ve Nilüfer Parlıtı'nın 2017'de yazdığı 'Doğu Anadolu Bölgesi'nde Arkeolojik Açıdan Az Bilinen Bir Yöre: Tunceli' adlı akademik çalışmaya göre Akpazar'ın Kuşçu Mahallesindeki Til Höyük'te bulunan baskı bezemeliler, yivli seramik parçaları ve el yapımı amorf seramik örnekleri yörede yerleşimin Demir Çağı'na (Milattan Önce 1800-1200) dek uzandığına delalet ediyor. Civar bölgelerdeki bulgular ise komşu ilçelerde yerleşimin izlerinin 2 milyon yıl önce başlayıp 12 bin yıl önce son bulan Eski Taş Çağı'na kadar gittiğini gösteriyor.
Bölgede 1970'lerde yürütülen Keban Barajı ve Karakaya Barajı çalışmaları sırasında birçok höyük tespit edilmiş, bunların çok azı kazılmış ve ne yazık ki çoğu bütün bilinmezlikleriyle sular altına gömülmüş.
Tekrar günümüze dönersek… Çarsancak kazası, Cumhuriyet'ten sonra 1926 yılında bucak merkezine, 1967 yılında Akpazar adıyla bir beldeye dönüşmüş. Belde, Keban Baraj Gölü kıyısında Elâzığ -Tunceli Devlet yolu üzerinde, Tunceli il merkezine 45 km. Mazgirt ilçesine 38 km. uzaklıkta bulunuyor.
TORUNLARIN TARİHE KARŞI BORCU…
Ahmet Çavuş'un Birinci Dünya Savaşı'nda şehit olduğunun en büyük delili cepheye gidip de karısına, doğacak çocuğuna geri dönmemiş olması elbette. Ama aynı zamanda devlet kayıtları da bunu doğruluyor. Dedem Ahmet Duran Ünlü'ye, şehit oğlu olduğu için iltimas geçilmiş ve kendi doğduğu yörede, yani Adana'da askerlik yaptırılmış. Eskiden 6. Kolordu olan (şimdi 6. mekanize piyade tümeni oldu) Yüreğir Sepici'deki karargâhta…
Ağabeyim Fuat Ünlü, 1980'li yılların başında Çarsancak'a gidip büyükbabama ikizi kadar benzeyen kuzenlerle görüşmüştü. Bu akrabalar, geçmişte atalarımızın evlerinin bulunduğu kimi yerlerin baraj altında (Keban Barajı) kaldığını anlatmışlar.
Çarsancak, yani Peri, Fırat Nehri'nin en önemli kollarından biri olan Peri Çayı'nın geçtiği önemli su yollarından biri. Bu çayın kaynağı Erzurum.
Bingöl, Tunceli ve Elazığ sınırlarını belirleyen kıvrımlarla ilerleyip sonra Munzur ve Murat'ın kollarıyla birleşerek Fırat Nehri'ni oluşturan Keban Baraj Gölü'ne dökülen bir su kaynağı.
Peri Suyu, tarih boyunca dik ve derin vadilerden, kayalık dar boğazlardan geçer; ilkbaharda yağmurların yağması ile eriyen karlarla şahlanır, kimi zaman kenarlarında yıkıntılar yaparak asırlık dut ağaçlarını söküp, yer yer yatak değiştirerek akarmış. Suyun akıp gittiği Çarsancak vadisinin iki yakasındaki yamaçların yükseklerinde meşeler, alıçlar, mahlepler, bademler, dardığan ağaçları, aşağıda vadinin derinliğine doğru ise asırlık yaşlı üzüm bağları, su kenarında ve dere içlerinde ise dut ağaçları varmış. Vadinin geniş düzlüğünde çevlikte buğday, tütün, bostan ekilirmiş.
Çarsancak'ın arazisinin bir kısmının Keban Baraj gölü altında kalmasından sonra yöre daha yoğun göç vermeye başlamış. Ancak Ahmet Çavuş'un Adana'ya gelişi, yukarıda anlattığım gibi bundan çok öncesine denk geliyor.
Toparlarsak… Büyükbabamın babası şehit Ahmet Çavuş, kendi köyleri de dâhil bir kısmı şimdi sular altında kalmış Çarsancak'tan Adana'ya gelmiş ve 1914'te gittiği cepheden dönmemiş.
Ahmet Çavuş'un, henüz eksik unsurları olsa da anlatılmaya değer bir hikâyesi var. Genelkurmay ve Osmanlı arşivlerindeki kayıtları uzmanına bulup inceleterek hikâyenin eksik unsurlarını tamamlaya çalışacağım.
Öznel tarih ve aile tarihi de dâhil, kişinin geçmişe tamamen ilgisiz kalmasının -tıpkı sadece maziyle avunmak gibi- yanlış olduğuna inananlardanım.
Geçmiş -her ne kadar geçmiş olsa da- bugünü ve geleceği belirleyen köklerin membaı olduğu için hiçbir zaman tam anlamıyla ölmez. Hele de o geçmişte, üzerinde yaşadığımız cennet vatanın kurulmasında emeği olan atalarımızın, tarihin karanlık arka bahçelerinde kaybolmuş esrarlı öyküleri varsa…
İşte bu anlatılmaya layık öyküleri bulup çıkarmak ve yazmak da biz torunların boynunun borcu olsun.