15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden tam beş yıl geçti. Bu girişim, bir terör örgütünün başka hiçbir araçla yapamayacağını artık anladığı, devleti gasp etme işini silahlı kalkışmayla gerçekleştirmeye çalışmasıydı. Bunu da dışarıdan destek alarak yaptı.
Bu, tarihte örneğine rastlanmayacak türden bir olay. Türkiye, uzak veya yakın geçmişte çok büyük bedeller ödeyerek bugünlere gelebilmiş bir ülke. Tehdidin her türünü gördü, ama istihbarat örgütü şeklinde organize olmuş ve devletin silahını millete karşı kullanan bir terör örgütünü görmemişti.
Eğer 15 Temmuz başarılı olsaydı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsında devleti ve giderek milleti zapturapt altına alacakları bir faşist rejim kuracaklardı.
Ayrıca Türkiye, DEAŞ ile PKK/PYD'nin çatışma alanına da dönüştürülecekti. Suriye'den farksız olacaktık yani.
Bu yönüyle 15 Temmuz, Türkiye tarihindeki diğer tüm darbeler veya darbe girişimlerinden farklıdır. İçeriden dışarıya doğru planlanmış bir işgal harekâtıdır. Ve dış destekli olduğu için kuvvetle muhtemel Türkiye'yi parçalarlardı. Ülkemizde FETÖ'nün kontrolünde, ABD güdümlü totaliter bir askeri rejim ve de ona payandalık yapan bir yargı faşizmi kuracaklardı.
Başarsalardı 15 Temmuz'a muhtemelen 'devrim' diyeceklerdi. On yıllarca öyle anlatılacaktı.
Oysa tarih, er ya da geç hükmünü verir. Böyle bir rejim kurabilseler bile 30 yıla kalmadan gerçekler açığa çıkardı. Ancak şehitlerimiz ve gazilerimiz kanları pahasına bu ağır maliyete de engel oldular. Hepsine minnet borcumuz var.
Ve bu minnet borcu, devletin milletine karşı olan sorumluluğunu artırmıştır. Devletler, kuruluş doğaları gereği milletlerine karşı her zaman sorumlu olmak zorundadırlar ama bana göre 15 Temmuz'da devletle millet arasında yapılan gizli, 'de facto' sözleşme bu sorumluluğu daha da artırmaktadır.
O gün millet, devleti kurtarmıştır.
Devlet bu noktada milletle olan sözleşmesini ihlal edemez.
Devlet, 15 Temmuz'dan sonra millete salt FETÖ'yü tasfiye etme sözünü değil, devlette asimetrik, dengesiz örgütlenme girişimlerine set çekme sözünü de vermiştir.
Milletin 15 Temmuz'daki direnişinin devlete yükümlülükler getirdiğini Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuşmalarında dile getirmiştir.
FETÖ BİR DAHA 'ALTIN ÇAĞI'NA ERİŞEMEZ
FETÖ ile mücadelede beş yılda gelinen noktayı değerlendirirsek... Bu anlamda 251 şehidimizin kanı yerde kalmadı. FETÖ, hiçbir zaman 2007 ile 2012 parantezindeki o beş yıllık 'altın çağı'na erişemez.
Ancak yine de her zaman örgüte karşı teyakkuzda olmak gerekiyor. Örgüt, siyasi partileri etkileme ve onlara nüfuz etme eğiliminde.
Örgütün siyasi kadrolara istihbarat anlamında sufle verme, onu yönlendirme gibi bir özelliği var.
Yurtdışından FETÖ imamlarının getirilip yargılanması elbette önemlidir. Aslında ABD ve Avrupa ülkelerinde de iade süreçlerini işletmek ve örgüt yöneticilerini operasyonla almak istihbari açıdan imkânsız değil. Ancak bunun diplomatik maliyeti yüksek olur. Bu nedenle süreç, ilgili ülkelerin istihbarat servisleriyle koordineli bir şekilde ilerliyor.
Yurtdışı operasyonları, örgütün psikolojisini tahrip etmek açısından önemli.
Ancak bu operasyonları örgütü bitirecek hamleler olarak da görmemek lazım. Zira FETÖ; imamları bertaraf edildiğinde yerlerine yenilerini atayabilen, dolayısıyla hücre yenileyebilen bir örgüt.
15 Temmuz'un beşinci yılında FETÖ, Türkiye'deki siyasi tablonun kendisinin uyum sağlayabileceği veya sızabileceği bir tabloya dönüşmesini bekliyor. FETÖ diasporası (Şu sıralar çok kullanılan bu kavramı da ilk olarak Ağustos 2017'de yazmıştım), onu kullanan güçler meseleye şöyle bakıyor:
Cezaevinde bir paralel devlet var, durum değişirse onları serbest bırakırız. Boşuna değil, 15 Temmuz'un Gülen'den sonraki bir numaralı ismi Adil Öksüz'ün, darbe başarıya ulaşırsa ilk iş olarak cezaevindeki FETÖ'cüleri salma talimatını vermesi.
Ancak ne olursa olsun bunu başaramayacaklar.
Hatta daha marjinal bir şey söyleyeyim: Bütün kadrolarıyla 'serbest' kalsalar bile hain oldukları tescillendiği için kendilerini saklamak zorunda kalacaklar.
İmkânsıza yakın, ama bir gün iktidara sızsalar bile (ele geçirseler değil, sızsalar) dahi asla kimliklerini açıklayamayacaklar.
Dediğim gibi 'altın çağları' artık geride kaldı.
Bir daha tarih, 'tarihin aklı'yla hareket eden devlet ve onun da patronu olan millet palazlanmalarına asla izin vermez.