Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Çakıcı’nın Japonya’daki telekulak şifreleri

1990'lı yılların sonunda, tam olarak bilinmeyen bir tarihte o sıralar sürekli daha fazla para kovalayan genç, haris bir işadamı (Erol Evcil) ile şöhretinin zirvelerinde olan ve hakkında yazı/haber yazıldıkça 'etkisi' daha da artan bir organize suç örgütü lideri (Alaattin Çakıcı) Japonya'nın Osaka şehrinde bir araya geldi. "Tarih tam net değil" diyerek haberciliğin 5N 1K prensibindeki 'Ne Zaman' sorusunun yanıtını atlamış oluyorum farkındayım. O yüzde net kısmı yazayım: Yukarıdaki cümle ve aşağıdaki iki paragrafta yer alacak bilgileri Erol Evcil'in 31 Ekim 1999 tarihinde İstanbul Emniyeti Organize Suçlar ve Kaçakçılıkla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne verdiği ifadeden aldım.

O sıralar aralarında güçlü bir çıkar ilişkisi bulunan bu ikiliyi, bu ücra Uzak Doğu ülkesinde bir araya getiren sebep ilginçti. Her ikisinin telefonları da Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet İstihbarat birimleri tarafından dinlendiği için telefonda konuşurken tanınmış kişilere verdikleri 'kod isimleri' birbirlerine söylemek üzere bir araya gelmişlerdi.

Böylece dönemin başbakanlarından rahmetli Mesut Yılmaz'a 'Kemal Sunal', devlet bakanlarından Eyüp Âşık'a 'Kel', eski başbakanlardan Tansu Çiller'e 'Kadın', eşi Özer Çiller'e 'Enişte', kabadayı/organize suç örgütü lideri Dündar Kılıç'a 'Papaz', Necmettin Erbakan'a 'Aynaroz Kadısı' (Merhum Erbakan'a nedense Türk tiyatrosunun o meşhur güldürüsünün adını vermişler), Çevik Bir'e 'Rakamlı' ve Amerikan Federal Soruşturma Bürosu FBI'a 'Fenerbahçe' demeye karar verdiler. Bu arada Alaattin Çakıcı'nın 'kendi öz lakabı' ise 'Müsteşar'dı. Buyur burdan yak!

Çakıcı, bazı telefon konuşmalarında kendinden bahsederken 'Atilla' da diyordu. Bu isim, meslektaşım Nedim Şener'in kitabında yazdığı üzere Çakıcı'nın MİT'teki kod adıydı çünkü.
O dönemde Alaattin Çakıcı'nın konuşmalarının büyük bir kısmını MİT, bir kısmını da Emniyet İstihbarat kaydediyordu.

Dolayısıyla Çakıcı'nın Evcil'le bir telefon konuşmasında "Ben o kadar aptal değilim. Türkiye'de bütün herkes seninle benim telefonlarımı dinliyor" demesi tevekkeli değildi.

Erol Evcil, Emniyet'teki ifadesinde Çakıcı ile Japonya'daki buluşmasını şu cümlelerle anlatıyordu:

"Ben Amerika dönüşü Japonya'ya gittim. Alaattin Çakıcı ise uzun bir seyahat sonrası gittiği yerden döndü ve Japonya'nın Osaka şehrinde bir araya geldik. Bu buluşmamızda görüşmelerimizde meydana gelen deşifrasyona karşı ve konular ile kişilerin saklanması maksadıyla irtibatlı olduğumuz veya hedefimiz durumunda bulunan bazı şahıslar ve kurumlara çeşitli kod adlar verdik."

MİT'LE İLİŞKİSİNİN BİLİNMEYENLERİ

Alaattin Çakıcı, 20 Ocak 1953 Trabzon Arsin doğumlu. Henüz çocukken babası Ali Çakıcı'nın, kan davası nedeniyle İstanbul'a göç etmesinden ötürü çocukluğu ve ilk gençliği Gültepe ve Kâğıthane'de geçti. Ali Çakıcı, Gültepe'de kahvecilik yaparken Alaattin Çakıcı da gençlik yıllarında Kâğıthane Ülkü Ocakları Başkanlığı yaptı.

Alaattin Çakıcı'nın MİT'le ilk irtibatı, bu dönemlerden çok sonra, 1987 yılında gerçekleşti. Bu ilk irtibat, rahmetli Osman Nuri Gündeş'in İstanbul Bölge Başkanı olduğu dönemde resmileşti. O dönemde Çakıcı'nın bazı yurt dışı faaliyetlerde kullanılabileceği yönünde resmi bir tavsiye yazısı yazıldı. Yazının altında yıllar sonra 'müsteşar' olacak Şenkal Atasagun'un da imzası vardı. Yazının tarihi 16 Temmuz 1987 idi. Atasagun'la aralarında husumet olduğunu sağır sultanın bile bildiği eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür de Çakıcı'yı başarısız sonuçlanan bir operasyonda kullandığını ikrar etti.

Temel eğitimlerden sonra Çakıcı, Ağustos 1987'de Tarık Ümit ve Yavuz Ataç'la birlikte operasyon için bir Avrupa ülkesine yollandı. Ne var ki, planlanan operasyon gerçekleştirilemedi. Çünkü operasyonun yapılacağı yerde o ülkenin güvenlik güçleri aynı hedefe yönelmişti. Operasyon riske girdiği için iptal edildi ve ekip, 10 gün sonra gerisin geri döndü.

O dönemde MİT'e angaje edilen isimlerden biri de Tarık Ümit'ti. (Tarık Ümit 1995'te devlet içindeki suç yapılanmaları arasındaki güç mücadelesinden ötürü öldürüldü. Cesedi bulunamadı.)

Alaattin Çakıcı, MİT'le ilk irtibat kurduğu dönemlerde Teşkilat yöneticileri ile Ankara'da bir otelin resepsiyonunda otururken, alkollü bir şahıs kendisine yaklaşıp "Affedersiniz… Siz Dündar Kılıç değil misiniz?" diye sorunca huylanıp adamı vurdu. Sonra önüne gelen birkaç kişiye daha ateş etti. Olay, güç bela kapatıldı. Sonra Çakıcı'nın MİT'le ilk dönem ilişkisi kesildi. Çakıcı, on yıl sonra tekrar MİT'e angaje edildi ve 1990'lı yılların ortalarında Operasyon Başkanlığı'nın yürüttüğü birkaç faaliyete katıldı. Bu faaliyetlerden birinde Çakıcı, Avrupa ülkelerinde firariydi. İstanbul ve Ankara'dan giden MİT görevlileri bir Avrupa ülkesinde Çakıcı ile buluştu. Bu operasyonda 'derin devleti yengesi' profilinde biri olan N. G. adlı kadın da vardı.

Bu operasyon da başarılı olamadı ve ekip sonuç alamadan geri döndü.

Çakıcı'ya işte bu dönemde kırmızı, yani diplomatik pasaport (Eskiden diplomatik pasaportlar kırmızıydı, şimdi normal pasaportlar kırmızı!) temin edildi. Pasaportu, amirlerinin talimatıyla Çakıcı'ya ayarlayan kişi o dönem MİT'te Dış Operasyonlar Dairesi'ni yöneten Yavuz Ataç'tı. Çakıcı ile ilişkisi Emniyet İstihbarat tarafından Susurluk kazası döneminde faş edilen Yavuz Ataç Çin Halk Cumhuriyeti'ne atandı.

Bundan on beş yıl önce röportaj yaptığım Yavuz Ataç, Çakıcı ile görüşmesinin kendi başına aldığı bir karar olmadığını savundu. Özellikle Çakıcı yurtdışındayken yabancı istihbarat örgütleri tarafından yakalanıp konuşturulma ihtimalinden çekindiklerini de söyledi.

Gördüğünüz gibi Milli İstihbarat Teşkilatı'nın geçmişte dışarıdan sivil kişilerle çalışması ciddi bir güvenlik riski de doğurmuş. MİT artık, geçmişte operasyonlara gönderdiği Abdullah Çatlı, Mahmut Yıldırım veya Alaattin Çakıcı gibi kişilerle çalışmıyor.

1990'lı yıllarda MİT içinde amansız bir güç mücadelesi yaşanıyordu. Kurum içindeki hiziplerden her biri kendi adamlarını kullanarak birbirleriyle mücadele etmekten devlet yararına iş yapmaya vakit bulamıyorlardı açıkçası.

ÇAKICI'NIN 'SİYASİ AYAĞI'

Alaattin Çakıcı, 1990'lı yılların sonunda yalnızca bürokraside değil, siyasette de ciddi etkinliği olan biriydi. ANAP'taki bağlantısı Eyüp Âşık'tı. Merhum Mesut Yılmaz, Eyüp Âşık'la görüşen Çakıcı'dan elinde olduğunu söylediği bilgi ve belgeleri almak ve bu sayede siyasi rakibi Tansu Çiller'i köşeye sıkıştırmak istiyordu. Çakıcı, 1998 yılında Flash TV'ye bağlanıp Tansu Çiller'e hakaretler etti ve Çiller'in koalisyon ortağı olduğu Refahyol Hükümeti için de şunları söyledi:

"Çünkü onlar Türkiye Cumhuriyeti'ni ve demokrasiyi sattılar. (DYP'nin Refah Partisi ile ortaklık kurmasını kast ediyor.) Orta Doğu'da dünya düzenine çomak sokmak isteyen, Mustafa Kemal düşmanlarını sırtına alıp, ortak hükümet oluşturdular. Bu nedenle sevmediğimi söyledim."

Eyüp Âşık, o dönemlerde Çakıcı'nın 'siyasi ayağı' pozisyonunda idi ama sonradan Çakıcı, ANAP'ı ve Yılmaz'ı da tehdit eder hale geldi. Hatta Yılmaz'ı, sonradan (2018 yılında) intihar eden oğlu Yavuz Yılmaz'ı öldürmekle bile tehdit etti.

Çakıcı, 70, 80, 90'lı yılların ünlü kabadayısı, organize suç örgütü lideri Dündar Kılıç'ın da bir dönem damadıydı. Dündar Kılıç'ın kızı Nuriye Uğur Kılıç'la 1991'de evlendi. Bu evlilik 1994 yılında bitti. Uğur Kılıç, 20 Ocak 1995'te Bursa Uludağ'da bir otelde Alaattin Çakıcı'nın adamları tarafından öldürüldü.

Çakıcı, arşivimden çıkardığım telefon tapelerinden birinde

Evcil'e, eski karısı Uğur Kılıç'ı öldürttüğü süreci şöyle anlatıyor: "Ben hayatta bir kişinin sesini teybe aldım biliyorsun. 'Kızımı öldür' dedi. (O zamanki kayınpederi Dündar Kılıç'ın kızı Uğur'un öldürülmesine onay verdiğini söylüyor) Sesini kasete, çünkü neydi onun ismi? Yarın toplumun üzerine nasıl çıkayım diye. Tamam mı? Babası söylüyor işte."

Uğur Kılıç, Çakıcı'nın beyanına göre dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı ile ilişkisi olduğu ve yeraltı âlemine dair bilgileri Emniyet'e 'gammazladığı' için vurulmuştu.

RÜŞVET VERDİ, İŞİNİ GÖRDÜREMEDİ!

Çakıcı'nın adamları, Erol Evcil'e satılmasını istediği Türkbank'ın ihalesine Çakıcı hilafına müdahil olduğu gerekçesiyle İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Müşaviri Adil Öngen'e 1997'de silahlı saldırı düzenledi. O dönemde MİT yöneticisi Mehmet Eymür tarafından korunup kollanan Öngen, arabası zırhlı olduğu için saldırıdan sağ kurtuldu.

Çakıcı'nın karıştığı bir başka banka işi de Emlak Bankası'ydı. Daha doğrusu Çakıcı, Emlak Bankası'nın genel müdürlüğünü yapan Engin Civan'ı rüşvet alıp da 'gereğini yerine getirmediği için' 1994 yılında bir tetikçiye vurdurdu. Bu işin azmettiricisinin de Civan'a 3.5 milyon dolar verdiği halde 120 milyon dolarlık işi alamayan, o meşhur 'Rüşvetin belgesi mi olur p…" sözünün sahibi müteahhit Selim Edes olduğu ileri sürüldü. Ne var ki 2000 yılında ABD'de röportaj yaptığım Selim Edes, Civan'ı kendisinin vurdurtmadığını söyledi.

Çakıcı, Adil Öngen'in arabasının kurşunlanmasından on yıl on ay hapis cezası aldı. Eski eşini öldürtmekten ise ömür boyu hapse mahkûm edildi. Mahkeme, Kılıç'ın Çakıcı'ya söylediği "Öcalan senden daha şerefli" sözü nedeni ile tahrik indirimi yaptı ve cezayı 19 yıl 2 ay hapse çevirdi.

Alaattin Çakıcı, 17 Ağustos 1998 günü Fransa'nın Nice kentinde yakalandı. Çakıcı'nın üzerinden Nedim Caner adına düzenlenmiş bir kırmızı pasaport çıktı.

Fransa'da üç ayrı cezaevinde yaklaşık 1,5 yıl yatan Çakıcı, Fransız gizli servisi tarafından sorgulandığını, ancak devlet için yürüttüğü faaliyetlere dair konuşmadığını söyledi.

Çakıcı, 13 Aralık 1999'da Türkiye'ye getirildi ve cezaevine konuldu.

2004 yılında tutuksuz yargılanırken yeniden ceza alacağını öğrenince 3 Mayıs 2004'te sahte pasaportla yurtdışına kaçtı.

14 Temmuz 2004'te Avusturya'nın Graz kentinde yakalandı. Üzerinden bu kez de Faik Meral adına düzenlenmiş sahte yeşil pasaport çıktı. Ekim 2004'te yeniden Türkiye'ye getirildi ve cezaevine konuldu.

Ve 15 Nisan 2020'de Resmi Gazete'de yayımlanan ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ilgili yasa değişikliği kapsamında hükümlü bulunduğu Sincan L Tipi Ceza İnfaz Kurumu'ndan tahliye edildi.

Z KUŞAĞI'NA 90'LARI ANLATMAK

Okuduklarınız elbette bir polisiye romandan kesitler değil, gerçek… Türkiye'nin bir döneminin gerçeği… Yeni nesillere tuhaf gelebilir bu yazdıklarım. Ancak o dönemin Türkiyesi bugünkünden çok ama çok farklıydı. 1990'lı yılların sonunu ve 2000'lerin ilk yıllarını Z Kuşağı şöyle dursun, yaşça daha kıdemli olan Y Kuşağı'na bile anlatmak zor. O yıllarda organize suç örgütü liderleri; MİT gibi kritik kurumlara atama yaptırmak gibi haddi aşan işlere girişebiliyor, devletin ihale vermek istediği işadamlarını tehditle yıldırabiliyor, gensoruyla hükümet düşürebiliyor ve dahi başbakan yumruklatabiliyorlardı.

Son olarak CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na yönelik tehdit içeren sözleri nedeniyle hakkında soruşturma başlatılan Alaattin Çakıcı işte o dönemin en çok konuşulan isimlerinden biriydi.

Yirmi beş yıldır istihbarat üzerine yazıp çizen bir gazeteci olarak başta MİT olmak üzere devlet kurumlarının 1990'lı yıllardaki stratejik konseptinin tamamen değiştiğini söyleyebilirim.

Ancak o döneme ilişkin bilgiler, belgeler benim gibi bu işlere meraklı gazetecilerin arşivinde hâlâ duruyor.

Alaattin Çakıcı-Erol Evcil tapeleri de bunlardan biri.

Evcil, Musevi asıllı işadamı Nesim Malki'yi öldürtmekten mahkûm olmuş ve ayrıntıları başka yazının konusu olan suçlardan uzun yıllar cezaevinde kalmış biri. Bildiğim kadarıyla 1999'da Malki cinayeti zanlısı olarak tutuklandığından beri hapisteydi. Nisan 2020'de İzmir 1 No'lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'ndan tahliye oldu, Korona'yı da gerekçe göstererek…

Erol Evcil, 1999 yılında Emniyet'e verdiği ifadede Alaattin Çakıcı ile nasıl tanıştığını şöyle anlattı:

"Benim Alaattin Çakıcı ile ilk tanışmam Niso'nun (Nesim Malki) Bursa'ya geldiği zaman benim işyerime uğraması esnasında olmuştur. Tam tarihini hatırlamıyorum ama bu dönemlerde bir gün telefonum çalınarak birisi bana gür bir sesle 'Niso orada mı?' diye sordu. Beni direkt telefonumdan aramıştı. Ben kendisini tanımadığımdan, 'Siz kimsiniz, Niso burada yok yarım saat sonra gelecek' dedim. Arayanın Alaattin olduğunu anladım. 'Bana ukalalık yapma. Sen kimsin? Niso'nun orada olması gerekir, ver onu bana' şeklinde konuştu. Alaattin olduğunu daha önce Niso'nun kayıt ettiği sesi dinleyince anlamıştım. Esasen Niso o an yanımda idi, bana olmadığını işaret etti, ben de o şekilde söyledim.…

Bir milyon doları Alaattin Çakıcı'ya taksit taksit ödemeyi taahhüt eden Niso, yanında getirdiği 200 - 250 bin doları çantasından çıkararak Hüsnü Gülen'e verdi. Bu para Alaattin Çakıcı'ya haraç olarak verdiği 1 milyon doların taksitlerinden birisi idi."

KİMSE O YILLARA GİTMEK İSTEMEZ

Alaattin Çakıcı'nın 1990'ların sonunda görüştüğü işadamlarından biri de Korkmaz Yiğit'ti. Yiğit, Türkbank ihalesini almaya niyetlendiğinde Evcil de hem Çakıcı, hem kendi adına o ihaleye talip olduğu için sorun çıkmıştı. Korkmaz Yiğit, bu dönemlerde pek de soyadıyla müsemma biri olmadığını gösteren o meşhur sözü sarf edecek kadar Çakıcı'dan korkar hale geldi:

"Aradığında konuşmak zorunda kalıyordum. Tükürüklerim kuruyor, vücut kimyam bozuluyordu."

Arşivimdeki Korkmaz Yiğit- Alaattin Çakıcı görüşme tapelerine baktığımda Yiğit'in içten içe epey korkarken kuyruğu dik tuttuğunu gösteren pek çok cümleye rastladım. Misal bir yerde şöyle bir konuşmaları var:

"Alaattin Çakıcı: Abi merhaba, nasılsın?

Korkmaz Yiğit: Sağol canım, iyiyim, ne yapalım paldır küldür çalışıyoruz. Şimdi ben sana burayla alakalı son tablo hakkında bir bilgi vereyim. Şu ana kadar 10 kişi dosya aldı. Ancak biz yetkililerle de konuşuyoruz, 25-30 kişinin alacağını söylüyorlar. Bu 10 kişi, Türkiye'nin ilk 10 büyüğüdür.

Alaattin Çakıcı: Anladım abi. Ben Aydoğan'a bir telefon açayım biraz sert, bütün vücut fonksiyonlarını kaybediyor.

Korkmaz Yiğit: (Gülüyor.)"

(Korkmaz Yiğit, kuvvetle muhtemel o meşhur vücut kimyası sözünü de bu konuşmadan ilhamla türetmişti.)

Hülasa… O dönemi bilen bir gazeteci olarak organize suç örgütü liderlerinin siyasete müdahil olmaya çalışmasının fena sonuçlara yol açacağını gören biriyim. Artık iyiden iyiye yaşlanmış olan Çakıcı, kendini 1990'lı yılların sonunda 2000'lerin başında zannediyor olabilir. Ama burası muz cumhuriyeti değil, bu devletin yerleşmiş kurumları var, nizamı var.

Zaman Makinesi icat olsa bile -özellikle Z Kuşağı'na söylüyorum- o dönemlere gitmek istemezsiniz. Türkiye de gidemez. Hele de bir suç örgütü liderinin ajandasının peşine takılmak suretiyle…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA