Kızıldere Operasyonu ve İbrahim Kaypakkaya'nın yakalanmasında önemli roller oynayan Albay Fehmi Altınbilek yıllardır farklı bir isimle yaşıyordu. 7 Haziran'da silahlı saldırıya uğradı. peki gerçek kimliği nasıl deşifre oldu?
Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden birinin yapıldığı geçtiğimiz 7 Haziran'dan bir gün sonra, seçim günü oyunu kullanıp evine dönerken Balmumcu'da uğradığı silahlı saldırı sonucu yaralanan emekli Albay Fehmi Altınbilek'in yattığı Gayrettepe'deki hastaneye iki kişi geldi.
Bu iki kişi, Hollywood filmi klişelerinde olduğu gibi 'yarım kalan işin' hastanede bitirilmesinden endişe ettiği için çevrede güvenlik önlemleri alan polislerle emekli albayın yakınlarının hemen dikkatini çekti. Zira kirli sakalları ve 'pejmürde' kılıklarıyla 'olağan şüpheli' oldukları izlenimini uyandırmışlardı.
Polis, albayın yakınlarından birinin uyarısı üzerine her iki adamı hastane koridorunda durdurdu ve oraya neden geldiklerini sordu. Adamlardan biri, bir devlet kuruluşuna çalıştıklarını ve Fehmi Altınbilek'i ziyarete geldiklerini söylediler, ancak kimlik ibraz edemediler. Bunun üzerine sorgulanmak üzere İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne götürüldüler. Çetin Oğuz kimliğini kullanan Fehmi Altınbilek'e yönelik çok bilinmeyenli suikast girişiminin (Saldırıda Altınbilek'in, Oğuz soyadını kullanan eşi Asuman Hanım da yaralandı) perde arkası, ilk bu gözaltılar sayesinde aydınlanmaya başladı. Bu arada çok ilginç bir şey daha oldu ve bu iki kişinin gözaltına alınmasından sonra hastanede bomba olduğu ihbarı yapıldı. Yapılan aramalarda bomba bulunamadı ama ihbar bile terör örgütünün 'yarım kalan işi' bitirmek istediğinin işareti.
Altınbilek'e suikast girişimiyle ilgili onca haber yazılıp çizildiği (Yıllardır terör örgütlerinin hedefi olduğu için Çetin Oğuz kimliğini kullandığı, ancak gerçek adının Fehmi Altınbilek olduğu da buna dâhil) halde 8 Haziran'daki bu gözaltı basına hiç yansımadı. Bir başka deyişle ilk kez bu köşede okuyorsunuz.
GERÇEK İSMİNİ PARALEL DEŞİFRE ETTİ
Bu hafta Üç Boyutlu Portre'de gizli ve açık kaynaklardan edindiğimiz bilgilere dayanarak Altınbilek'e suikast girişiminin şifrelerini çözmeye çalışacağız.
2015 Ocak'ından 1970'li yılların başına, sonra silahlı saldırının gerçekleştiği 7 Haziran gününe uzanan bol 'flash back' ve 'flash forward'lı bir hikâye bu. 25 Ocak 2015'le başlayalım:
Bu tarihte, dezenformasyon üreten bir psikolojik harekât gazetesinin yazı işleri gibi çalışan Fuat Avni hesabında kullanılan üsluba benzer bir üslupla yazan İsimsiz 111 nickli Twitter trolü; gerçek adı sınırlı sayıdaki insan tarafından bilinen Fehmi Altınbilek'le ilgili tuhaf tweetler attı. Hürriyet'ten Toygun Atilla'nın 16 Haziran'da yayınlanan haberindeki bilgilere göre İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevliyken yasadışı telefon dinlemesi yaptıkları iddiasıyla meslekten ihraç edilen polislerin kullandığı bu hesaptan yazılanları -dilbilgisi yanlışlarını bile düzeltmeden- aynen alıntılayalım:
"Öyle bir gün gelecek ki, derin devletin AKP'yi Fehmi Altınbilek sayesinde nasıl ele geçirdiğine tüm Türkiye şahit olacaktır. Buradan tüm siyasetçilere, bürokrat ve işadamlarına sesleniyorum: Fehmi Altınbilek ve ekibinden uzak durun. Fehmi Altınbilek; senin kadınları nasıl kullandığını, bu kadınlar üzerinden neler yaptığını çok iyi biliyoruz. Merak etme sıranı bekle. Uçkuruna sahip olamayan bürokrat ve siyasiler, işadamları, bu tuzaklara düşmeyin. Uzak durun, acınacak hale düşüyorsunuz."
Önce sorular… İhraç edilmiş polislerin kullandığı söylenen bu hesap, suikast girişiminden yaklaşık 4.5 ay evvel Fehmi Altınbilek'i neden -üstelik- gerçek ismiyle deşifre etti? Öyle ya, Paralel Devlet Yapılanması'na (PDY) yakın trol hesapların, Altınbilek'in adını boşuna dolaşıma soktukları düşünülemez.
Altınbilek'in gerçek kimliğini biliyor olmaları şaşırtıcı değil. Zira Ergenekon operasyonlarının tam gaz sürdüğü 2008-2009 yıllarında Altınbilek'in telefonunu dinlemişler. Dinlemenin yapıldığı dönemde İstanbul İstihbarat Şube Müdürü olan kişi, PDY'ye yönelik operasyonlar kapsamında 2014 Temmuzu'nda tutuklanan Ali Fuat Yılmazer.
O dönemde PDY, geçmişte kritik operasyonlara katılmış eski asker ve istihbaratçıları 'makul şüpheli' olarak görüyor ve dinliyordu. Aldığım bilgilere göre usulsüz dinleme faaliyeti, emekli albayın Ergenekon Terör Örgütü'ne (ETÖ) üye olduğu gerekçesiyle yapılmış. Yıllarca ETÖ, ETÖ diyerek kamuoyunun zihnine dezenformasyon zerk edenlerin şimdi FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) olarak anılması kaderin garip bir cilvesi. Ama bu başka bahis, geçelim.
MKP MUHBİRLERİNİN TUHAF ÖYKÜSÜ
Altınbilek, yakın çevresinden edindiğim bilgiye göre AK Partili biri değil. Ülkücü ve MHP'ye yakın. Hatta saldırı günü Jandarma Bölge Komutanlığı lojmanlarındaki evine dönmeden önce kullandığı reyin rengi de belli. Peki bu Twitter hesabı, neden Altınbilek'i AK Parti'yle ilişkili gibi göstermek istedi ve dahası derin devletin (Kendilerinden âlâ derin devlet mi var!) AKP'yi Altınbilek sayesinde ele geçirdiği manipülasyonunu yaymaya çalıştı. Atılan tweetlerde 'şantajcı' biri gibi gösterilmek istenen Altınbilek'in kişiliğine yapılan saldırı da dezenformasyonun bonusu olmuş!
İmdi… Bu tweetlerin atılmasından 4.5 ay sonra Altınbilek silahlı saldırıya uğruyor. Saldırının faili ve mensubu olduğu örgüt kısa sürede ortaya çıkarılıyor. Örgüt Maoist Komünist Partisi'nin silahlı kolu Halk Kurtuluş Ordusu'nun (HKO) bir hücresi. Saldırganların bindiği motosiklet (Biri motosikleti kullanıyor, diğeri tetikçi) çalıntı.
Tetikçi Esat N. Y., Kartal'da bir noterde çalışıyor. Esat N. Y. ismine ulaşılmasında 8 Haziran'da hastanede yakalanan iki adamın (Ya başarısız suikast girişimini sonlandırmak ya da istihbarat toplamak üzere geldikleri düşünülüyor) sorgusunda elde edilen bilgilerin etkisi var mıdır bilinmez. Ama iddiaya göre bu kişiler, eylemi üstlenen MKP örgütüne muhbirlik yapıyorlardı. Dolayısıyla eylem planından haberdarlardı ve Esat N. Y. ismine ulaşılmasında rol oynamış olabilirler.
Öte yandan İstanbul Terörle Mücadele polisinin, tetikçinin ismine, Altınbilek'in kimlik bilgilerini sorgulamak için Mernis sistemine giren kişilerin izlerini takip ederek ulaştığı yönünde bir bilgi de var. Buna göre polis, önce Altınbilek'in gerçek kimlik bilgilerinin örgüte nasıl sızdığını anlamaya çalıştı. İnceleme sonucunda Altınbilek'in kimlik bilgileriyle ilgili kayıtlara Kartal'da bir noterde Mernis'ten girildiği belirlendi. Bu sorgulamayı yapan kişinin Esat N. Y. olduğu da…
Bu arada Altınbilek'e yönelik suikast girişiminin, örneğine pek rastlanmayacak şekilde, İstanbul Valiliği'nce oluşturulan bir kriz masasının koordinasyonunda araştırıldığını da yeri gelmişken not düşelim.
ALBAYIN ÇIKIŞ ÂNINI NASIL ÖĞRENDİLER?
Saldırı sırasında sırtında bulunan çantayı, sonra da kullanmaya devam eden tetikçi, polisin takibi sonucu yakalandı. Tetikçinin aynı çantayı kullandığı, MOBESE kameralarının görüntülerinin incelenmesiyle tespit edildi. Bir kamera kaydında saldırganların, suikast girişiminden sonra Jandarma Bölge Komutanlığı'nın yan giriş kapısının bulunduğu caddeden çıkıp -olay yerinden hızlıca kaçmak için ters yöne girerek- 50 metre ileride SABAH Gazetesi'nin bulunduğu Barbaros Bulvarı'na döndüğü görülüyor. Sonraki görüntüleri görmedim ama oradan da motosikletin bulunduğu yere, Beşiktaş'taki Abbasağa Parkı'na giderek suikast aracını bırakıp kayıplara karışmış olmalılar. Saldırıdan önce teröristlerin fiziki takibi nasıl yaptığı da bir soru işareti. Saldırının gerçekleştiği cadde, Marmara Bölge Jandarma Komutanlığı'na -protokol dışında- girişlerin yapıldığı ana kapının bulunduğu cadde. Dolayısıyla orada hele de motosikletle Altınbilek'in çıkışını beklemek pek mümkün değil. Ya çıkış ânını gözlemleyen başka bir araç (otomobil) vardı ya da emekli albayın evinden çıktığı bilgisi bir başka yöntemle saldırganlara iletildi.
Bu arada eylem için 7 Haziran 2015 tarihi, seçim günü olmasının ötesinde 17 MKP'li militanın Erzincan ve Tunceli kırsalında öldürüldüğü 2005'teki operasyonun yıldönümüne yakın bir tarih olduğu için seçilmiş olmalı.
Saldırıdan sonra gözaltına alınan Esat N. Y.'nin evinde örgütsel dokümanlar bulundu. Soruşturma derinleştikçe yeni operasyonlar yapıldı. İlk baskından elde edilen bilgilerden yola çıkılarak ikinci bir operasyon düzenlendi. Ve bu operasyonda bir okulun kantininde yeni eylemlerde kullanılacağı düşünülen 3 kilo 810 gram TNT ile 2 kilo dinamit ele geçirildi. Ayrıca aramalarda ruhsatsız 3 tabanca, 1 susturucu, değişik çap ve markada çok sayıda fişek, 136 elektrikli infilak kapsülü, 1 polis kimliği, 1 polis yeleği, 1 çelik yelek, 4 el telsizi, 1 sahte kimlik, 1 kilogram potasyum nitrat patlayıcı madde, 374 gram potasyum siyanür patlayıcı, 720 santimetre saniyeli fitil, sahte kimlik yapımında kullanılan çok sayıda kaşe ve mühür, çok sayıda bomba düzeneği, bomba yapımında kullanılan malzemeler bulundu.
BİR ÖRGÜT İÇİN FAZLA İSTİHBARAT
Polis ayrıca Esat N. Y.'nin, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Gezi olayları sırasında Kabataş'ta saldırıya uğradığı iddiası ile savcılığa suç duyurusunda bulunan Zehra Develioğlu'nun adres bilgilerine ulaştığını ve bilgisayar çıktısı aldığını da belirledi. Bir sol örgütün (Dev-Sol zamanından beri devlet görevlilerine yönelik suikastlarıyla bilinen DHKP-C bile değil, MKP) hücre evinde bulunması gerekenden fazla istihbarat… Değil mi? Ama sol örgütlerin, dünyanın hemen hiçbir ülkesinde görülmedik biçimde Türkiye'de nokta suikastlar için istihbarat alabildiği vakidir. Türkiye'de sol örgütlerin yabancı servisler ve içerideki derin yapılar tarafından kullanıldığı bilinir. Dev Sol ve onun mirasçısı DHKP-C'nin ne kadar kullanışlı bir örgüt olduğunu bu köşede yazmıştık.
Şimdi biraz 'flash back' yapalım ve 1970'li yıllarda devletin silahlı yasadışı örgütlere yönelik kritik iki operasyonunu hatırlayalım. Zira bu hatırlama, Altınbilek'in daha yakından tanınması için gerekli. Altınbilek'in geçmişinde Kızıldere operasyonu başta olmak üzere önemli iki operasyon var. 30 Mart 1972'de "Oy dere, Kızıldere" diye başlayan türküye konu olan operasyonda THKP-C'li (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi - Cephesi) Mahir Çayan ve 9 silahlı militan Tokat Niksar'a bağlı bir köy olan Kızıldere'de öldürüldü. Bu operasyonun askeri kanadında rol almış isimlerden biri de Fehmi Altınbilek'ti. Altınbilek, Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML) ve onun askeri kolu Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu'nun (TİKKO) kurucusu İbrahim Kaypakkaya'nın 24 Ocak 1973'te Tunceli Çemişgezek kırsalında yaralandığı (Beş gün sonra da yakalandı) operasyonda da rol almış bir asker.
Altınbilek'i vuran hücrenin, 12 Şubat 2009'da İstanbul'da bir doktora silahlı saldırıda bulunulması, 28 Eylül 2009'da Bursa'da emekli Albay Aytekin İçmez'in öldürülmesi ve 10 Şubat 2015'te İstanbul'da Kızılay İstanbul Şube Başkanı'na silahlı saldırıda bulunulması eylemlerini de gerçekleştirdiği belirlendi. Saldırıya yapan örgüt, Cumhurbaşkanı Danışmanı ve eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın kardeşi İlhami Yıldırım'a 10 Şubat 2015'te düzenlenmiş silahlı saldırıyı da üstlenmişti, onu da hatırlatalım.
Bu arada yine bir sol örgüt eylemi olduğu değerlendirilen, ancak failleri bulunamayan Kandıra F Tipi Cezaevi Müdürü İsmet Aktürk'ün 16 Haziran'da öldürülmesi de Altınbilek'e saldırı olayıyla paralellikler arz ediyor. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Küçük, cenazesi memleketi Adana Tufanbeyli'ye gönderilen Aktürk'e yönelik eylemin bir terör saldırısı olduğunu açıkladı. Aktürk, 14 Aralık 2014'te bu köşede 'Bir firarın gizemli hikâyesi' başlığıyla işlediğimiz firar olayının (Mikail Zor'un 2012'deki firarı) gerçekleştiği Kandıra F Tipi Cezaevi'nin müdürlüğüne bir yıl önce atanmış bir isim.
CEMAATİN 'NEO-ERGENEKON' SÖYLEMİ
Toygun Atilla'nın haberine göre Fehmi Altınbilek'i vuran tetikçinin profili de kafa karıştırıcı. Kullandığı Facebook sayfasında MKP örgütüne üye olduğu izlenimini uyarından paylaşımlar yok. Tetikçinin Facebook sayfalarına bakıldığında beğeni kısmında Zaman Gazetesi ve STV'nin bulunması da dikkat çekici.
Zaman ve STV demişken, aynı grubun bir yayın organında geçtiğimiz aylarda yayınlanan ilginç bir makaleye de dikkat çekelim. 6 Nisan 2015'te Aksiyon Dergisi'nde 'Ergenekon'da yeni Milat' başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda, bir televizyon dizisine ve bir gazeteye isim veren 'Milat', yeni bir örgütsel yapılanmanın adı olarak anılıyor.
Yazının spotunda şu ifadeler var: "Yeni Türkiye kendine kulvar açarken Yeni Ergenekon da mevzi genişletiyor. Eski ittifaklar yeni patronlarıyla bir araya gelip farklı sistem oluşturdu. Hedef 'vatanseverlik' adına tek başına hâkimiyet. Kod adı: Milat."
"Güvenlik zafiyeti giderek artarken, İç Güvenlik Paketi eşliğinde yeni bir seçime girmeye hazırlanan Türkiye artık sisler arasına dalan bir Titanic gibi. Her an her şey olabilir. Yeni Türkiye'de yeni şeylerin olduğu kesin. Kimilerine göre Ergenekon denilen zihniyet bitmedi, sadece şekil değiştirerek devam ediyor. Ve Ergenekon giderek beslenip büyüyor.
Peki, Yeni Türkiye'nin Yeni Ergenekon'u ne zaman oluştu? Bunu anlamak için Ergenekon Davası'nda ortaya çıkan belgeler ışığında Ergenekon'un ruhunu analiz etmekte fayda var. Belgelere göre, o yapı ve zihniyet devam ediyor. Ama başka bir renk ve isimle... İddiaya göre Yeni Ergenekon'un adı Milat. 2004'te kurulmaya başladığı ileri sürülen Milat'ın hâkim konuma geldiği belirtiliyor. Birçok kaza ve olayla birlikte savcının öldürülmesi de Milat denilen yapının bir eylemi olarak değerlendiriliyor."
Cemaat medyası, Ergenekon sürecinde bolca yaptığı gibi son dönemlerdeki eylemlerin ve bundan sonraki olası eylemlerin failini şimdiden belirlemiş: Milat. Şu kısım daha da ilginç: "Terör örgütleriyle irtibat halinde olan yapı, geliştirdiği ideoloji ışığında yeni düşmanlar belirledi ve giderek güçlendi. Yeni Ergenekon önüne kim çıkarsa, oluşturduğu düzen sayesinde pasifize etmeyi de başarıyor.
…
Yeni yapı, sivil ve askeri bürokrasi ile politikacılardan, sivil toplum kuruluşlarından, iş dünyasından taraftarlar topladı. Bununla kalmadı, terör örgütlerini de yönetmeye başladı. Ki her örgütle bağlantı kurdu ve her örgütün içine önemli devlet adamlarını bile koymaktan çekinmedi. Bunlardan en önemlisi ve belirgin olanı ise Dev-Sol fraksiyonundan gelen ve bugün DHKP-C olarak eylemler yapan örgüt oldu.
Ergenekon'un psikolojik altyapısı da önemli. Bunu daha iyi anlamak için yine Ergenekon Davası'nda ortaya çıkan belgelere bakmak yeterli. Ki bu Yeni Ergenekon için de geçerli. Her döneme uygun faaliyetler içinde bulunuyor. İktidarın haline, siyasetin gidişatına, ekonominin genel durumuna ve toplumun hassasiyetlerine göre argümanlar geliştiriyor. Siyasi partiler, ordu ve diğer kolluk kuvvetlerinin durumuna göre strateji belirliyor. Ancak çoğu zaman argümanları ortaya atan da ona karşı toplumsal refleksi harekete geçiren de yine bu örgüt oluyor. Siyasal yapıya ayar verme ihtiyacı hissedildiğinde kanlı eylemler düzenleyebiliyor, suikastlar gerçekleştirebiliyor, toplumsal olaylar tertipleyebiliyor. Sonra da ortaya çıkan toplumsal atmosferi fikirsel olarak etki altına alıyor."
Cemaatin, 2007'den bu yana propagandasını yaptığı türden bir Ergenekon Örgütü'nün var olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Emin Arslan, Sabri Uzun ve Hanefi Avcı gibi devleti iyi tanıyan, güvendiğim polis şefleri, cemaatin propagandasının aksine 'eylemleriyle kendisini gösteren bir Ergenekon Örgütü'nün olmadığını söylüyorlardı. Yirmi yıldır istihbarat üzerine yazıp çizen bir gazeteci olarak, özellikle Susurluk sürecinde devlet içinde 'mikro derin devletçikler' oluştuğunu, bunların birbiriyle çatıştığını gözlemledim ve yazdım. Ancak siyasilerden bürokratlara, akademisyenlerden gazetecilere, sağ örgütlerden sol örgütlere legal ve illegal alanlarda her şeyi ve herkesi tek merkezden yöneten ahtapotumsu bir Ergenekon Örgütü hiçbir zaman var olmadı. Bu gerçek, tarihsel süreç içinde de anlaşılmıştır. Eğer cemaat halen "Ergenekon var" diyorsa -bir anlığına bunu doğru kabul edersek- cemaatin onca yıl boyunca Ergenekon'a karşı yaptığı operasyonlar fiyaskoyla sonuçlanmış demektir. Ya da onların bizi inandırmaya çalıştığı türden bir yapılanma hiçbir zaman var olmamıştır. İlk seçenekten başarısız oldukları, ikinci seçenekten ise algı operasyonlarıyla toplumu yönlendirmeye/yönetmeye çalıştıkları sonucu çıkar. Buradan da her halükârda devletin bürokratik kadrolarının cemaate emanet edilememesi gerektiği fikrini çıkarmak mümkün.
Paralel Yapı'nın, bu yazıda anlattığımız derin suikast öyküsünde birkaç tweetle ateşleyici rol oynadığı göz önüne alınırsa bu tür suikastların, suikast girişimlerinin mümkünse gerçekleşmeden önlenmesi, gerçekleşse bile karartılmaması, aydınlatılması için cemaatin devlet kadrolarından uzak tutulması elzemdir. Bütün bu anlattıklarımızın ana fikri budur.