Her şey PKK'nın, Eruh ve Şemdinli baskınları ile henüz silahlı terör eylemlerine başlamadığı 1982 yılında -o zamanlar Hakkâri ili sınırları içinde yer alan- Uludere'deki bir mağarada eski bir İncil'in bulunmasıyla başladı. O vakitler bölgenin dağlık kesimlerinde silah, yalnızca avlanmak için kullanılırdı ve mağaradaki kitabı bulanlar da arada bir oradan geçen kendi halindeki avcılardı. Mağaraya inerek, sonradan Vatikan'ın adının da karışacağı ilginç bir öykünün tetikleyici karakterleri olmuşlardı, ama hiç şüphesiz bunu bilmiyorlardı.
Önce öyküyü anlatmamıza vesile olan olaydan kısaca söz edelim: Malum, Katolik Hristiyan âleminin lideri Papa Francis, geçtiğimiz günlerde 'diplomatik bir dille' Ermeni tehcirinden, "20. yüzyılın ilk soykırımı" diye söz etti. Arjantinli Francis, 2006'da Buenos Aires Kardinali olduğu dönemde 1915'te hayatını kaybedenlerin anıldığı 24 Nisan töreninde diplomatik bile konuşmamış ve "Türkiye, Ermeni soykırımını Osmanlı Türkiyesi'nin Ermeni halkı ve tüm insanlığa karşı işlediği korkunç bir suç olarak koşulsuz biçimde tanımalı" demişti. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı Vatikan'ının, Ortodoks Ermenileri'ne Osmanlı'ya karşı ayaklanma çağrıları yaptığını görmezden gelerek…
Vatikan, 'din ve devlet işlerini birleştiren' bir makam olduğu için öteden beri siyasi bir kurum olageldi. Ve yine politik gerekçelerle Uludere'deki mağarada bulunan İncil'in peşine düştü. Zira o İncil'in, gizemli Barnabas İncili olduğu iddia ediliyordu. Kitap gerçekten Barnabas İncili ise Hristiyanlığın, İsa'dan Sonra 325'ten sonra şekillenen bütün ilkeleri yerle yeksan olacaktı.
Kimi kaynaklara göre Hz. İsa'nın 12 havarisinden biri olan, Hristiyan din adamlarına göre ise havarilerden sonra gelen 72 müjdeciden biri olan Kıbrıslı Aziz Barnabas'ın, birinci yüzyılda yazdığı söylenen İncil, İznik Konsili'nden sonra her nerede bulunduysa toplatılıp yakılmıştı. Bu kadim İncil'in yasaklanmasının en önemli sebebi -Hz. İsa'yı Tanrı'nın oğlu olarak gören teslis inancı başta olmak üzere- Hristiyan teolojisinin temel unsurları ile çelişmesiydi. Buraya kadarkiler gerçek. Hikâyenin bundan sonrasını titiz bir ayıklama ile anlatmak gerekiyor.
HAMZA HOCAGİL'İN SENARYOSU
Barnabas İncili meselesini, bundan beş yıl önce SABAH Özel İstihbarat Müdürü Abdurrahman Şimşek'le birlikte İstanbul, Ankara, Van, Uludere ve Mardin'de detaylı biçimde araştırdık.
Öykünün merkezinde, profesör olduğunu ileri süren bir zat -Hamza Hocagil- yer alıyordu. (Profesör olmadığını yaptığımız araştırmalar sonucunda öğrendik. YÖK'ün kayıtlarında böyle bir profesör yok.) Hocagil'in iddiasına göre Barnabas İncili, dünyanın dört ayrı yerinde gizlenmişti. İlk nüsha 1982'de Uludere'de, ikinci nüsha 2002 yılında İsrail'de Taberiye Gölü'nün yakınlarındaki Davut'un sarayında, üçüncü nüsha 2007 yılında Arabistan'da, dördüncü nüsha ise Irak Kürdistan'ındaki Zaho kenti yakınlarında bulunmuştu. Aramice (Hazreti İsa'nın konuştuğu dil) uzmanı olduğunu ileri süren Hocagil, Uludere'de bulunan kitabın ilk cümlesinin çevirisini şöyle yapmıştı:
"Ben Kıbrıslı Barnabas'ım. Tespihe layık âlemlerin Rabbi'nden bir bütün olarak, Ruh'ül Kudüs'le Mesih'e vahyolunanı tıpkı İsa'dan duyduğum gibi, sadakatle, 48 gök yılları sonunda, dördüncü nüsha olarak aynen yazıyorum."
Hocagil, ayrıca kitabın ilerleyen sayfalarında Hazreti Muhammed'i müjdeleyecek şekilde "Bir peygamber gelecek, ona tabi olanlar dolgun başaklar gibi olacak" ayetinin de bulunduğunu söylüyordu. Ve Uludere'deki mağaradan çıkan kitabın 2 bin yıllık olduğunun Zürih ve Oklahoma'daki üniversitelerde yapılan karbon testleriyle ispatlandığını da iddia ediyordu. Şahit gösterdiği kişi İsmail Hakkı Şengüler'di. Ancak Şengüler ölmüştü. Zaten Hocagil'in, olaylara tanık olarak gösterdiği kişilerin ortak noktası hepsinin vefat etmiş olmasıydı. Tanık gösterdiği kişiler; Turgut Özal, Eşref Bitlis, Sakıp Sabancı, Hafız Esad, Mehmet Ali Arslan, Ferhan Babat, Sami Karamısır, İsmail Hakkı Şengüler ve Bahadır Alkım idi. Bir başka tanık Viktoria Rabin de öldürülmüştü! Hocagil'in, uzmanı olduğu söylediği dil olan Aramice de artık kullanılmayan, 'ölü bir dil'di. İsmail Hakkı Şengüler'in oğlu Alaattin Şengüler'i bulup karbon testi iddiasını ona sorduk. Şengüler, Hocagil'in söylediklerinin tam aksini söyledi: "Babam herhangi bir üniversitede karbon testi yaptırmadı. Hamza Hocagil, 'Ben karbon testi yaptırdım, kitap 2 bin yıllık çıktı' demişti" dedi. Hocagil'e "Buna ne diyorsunuz?" diye sorunca bu kez yine vefat etmiş bir şahsın, arkeolog Bahadır Alkım'ın karbon testi yaptırdığını iddia etti.
İNCİL, ARAMİCE DEĞİL SÜRYANİCE
Uludere'de yaptığımız araştırmalar sonucunda Barnabas İncili olduğu ileri sürülen kitabı 1982 yılında bulan kişilerin Halil Şahin ve Agit Papur olduğunu öğrendik. Bu iki kişi, Çözüm Süreci'nden önce (1984-2013 arasında) çatışmaların yoğun olarak yaşandığı Bestler Dereler Bölgesi'nde yer alan Ayrım Köyü ahalisindenmiş. Bu köy sonradan boşaltılmış. Halil Şahin'in bir süre Şırnak'ta ikamet ettiğini, sonra öldüğünü öğrendik. Agit Papur da vefat etmiş. Kitabın teslim edildiği Babat aşiretinin eski reisi Ferhan Babat'ın oğlu Hazım Babat da Barnabas İncili ile ilgili sorularımıza yanıt vermek istemedi.
Barnabas İncili olayını araştırmaya, Abdurrahman Şimşek'in Uludere'deki mağarada bulunan kitabın fotoğraflarına ulaşması üzerine başlamıştık. Kitabın bulunduğu dönemde jandarma tarafından çekilen fotoğrafları uzmanlara gösterdik. İncil, Hamza Hocagil'in iddia ettiği gibi Aramice değil, Süryanice yazılmıştı. Yani kitap Barnabas İncili değildi, daha sonraki dönemde yazılmış bir Süryanice İncil'di.
Ne var ki Barnabas İncili'nin Türkiye'de bir mağarada bulunduğu iddiası, Katolik dünyasının ruhani merkezi Vatikan'ı telaşlandırmaya yetmişti. Vatikan, 2004 yılında Ankara Büyükelçiliği vasıtasıyla Kültür Bakanlığı'na bir yazı yazdı ve kitap hakkında bilgi istedi. Kültür Bakanlığı, Vatikan'ın talebi üzerine konuyu araştırdı. Araştırmalardan sonra Roma'ya "Barnabas İncili bizde yok" mealinde bir cevap verildi.
Biz de fotoğraflarına ulaştığımız kitabı Van Müzesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Dairesi'nde araştırdık. Ancak orada da kitabın izine rastlayamadık. Kitabın Genelkurmay'ın kasasında olduğu ileri sürülüyordu, ancak bu iddiayı doğrulayan bir bilgiye de ulaşamadık. Mardin'in Midyat ilçesine bağlı Barıştepe köyündeki Mor Yakup Manastırı'nın Rahibi Edip Daniel Savcı ile de görüştük. Daniel Savcı 27 Kasım 2007'de dört silahlı adam tarafından kaçırılmıştı. Savcı'nın kaçırılması olayı, Barnabas İncili efsanesiyle ilişkilendirilmişti. Ne var ki Rahip Savcı, bu iddiayı saçma buldu. Gösterdiğimiz fotoğrafları da uzun uzun, dikkatle inceleyen Savcı, kitabın Doğu Süryanileri'nin kullandığı 'Estrangelo yazısı' ile yazıldığını söyledi. Bu da mağarada bulunan İncil'in Barnabas İncili değil, sonraki döneme ait bir Süryani İncili olduğunun bir başka kanıtı.
Görüştüğümüz isimlerden biri olan arkeolog Orhan Demirci de Uludere'de bulunan kitabın Barnabas İncili olmadığı kanısında. Demirci, "O kitabın Aziz Barnabas döneminde yazılmış bir kitap olmadığını kesin. Kemik dışında, organik malzemeden yapılmış bir materyalin 2 bin yıl boyunca bu kadar sağlıklı kalması mümkün değil" dedi.
Yerimiz daraldı. Toparlayalım: Barnabas İncili hikâyesinde araştırmalarımızdaki bulgular ile Hamza Hocagil'in anlattığı versiyonu örtüştürmek imkânsız. Zaten bir sürü bilinmeyeni olan hikâye, Hocagil'in çelişkili ifadeleri de eklenince bir kurgu girdabına dönüşüyor ve içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Kuvvetle muhtemel Hamza Hocagil, Uludere'de Süryanice kaleme alınmış kutsal kitabın bulunmasından sonra kayıp Barnabas İncili efsanesine kendi ürettiği hikâyeyi ekledi. Bir başka deyişle Hocagil, Dan Brown'ın özetle "Hazreti İsa'nın soyu devam ediyor" tezini içeren Da Vinci Şifresi romanına benzeyen bir senaryo üretti.
Sır, ancak beş yıl önce fotoğraflarına ulaştığımız o kitabın kendisi bulununca tam anlamıyla çözülebilecek. Sonunda ya -büyük ihtimalle- Barnabas İncili'nin günümüze kadar ulaştığı miti tamamen çökecek ya da -düşük bir ihtimal ama- girdabın sonunda, tarih mağarasının dibinde efsane gerçeğe dönüşecek. Hayali bile Türkiye'ye "Ermeni soykırımını tanıyın" diyen Vatikan Lideri Papa Francis'in yaşlı kalbini zorlamaya yeter, değil mi?