Yaşasın ki yine yılın o zamanı; pembe domatesle vuslat vakti. Şekle takılmayın; en yamuk, en ucubik, en çatlak patlak olanları seçin inadına. Çoban salata yapın ve bütün kaseyi alıp kucağınıza, delirin.
O kadar sabrınız olmayabilir; biraz tuz serpin, biraz zeytinyağı gezdirin. Varsa birkaç yaprak fesleğen... Belki biraz peynir yanına... Ya da Ece usulü, üstüne: Sıcağa, neme inat, kar yağdırın domatese...
Ya da hiçbir şey yapmayın; sıfır muamele. Suları ellerinizden kollarınıza aka aka, ağzınızı kocaman aça şapırdata saldırın, gömülün, götürün. Kara büyüden korkmayın. Kökenine, aile bağlarına göre değerlendirmeyin; akrabalarına takılmayın. Hayır, yok kara büyü!
"Ne kariyer ama!" diyor Evelyne Bloch- Dano, Sebzelerin Efsanevi Tarihi'nde (Ruhun Gıdası Kitaplar). "Avrupa'da kendini kabul ettirmek için geçen iki yüzyılın ardından, bugün dünyada patatesten sonra en çok tüketilen sebzelerden biri olmak."
Fakat hakikaten çok çekmiş domates; düşman olmadığına ikna süreci çok zorlu. Hem güç, hem geç!
Esasında Peru'da ve Şili'de, kiraz domatese benzeyen salkımlar halinde ve yabani olarak yetişiyor. Azteklertarafından tarımının yapıldığı Meksika'da, İspanyol savaşçılar tarafından keşfediliyor.
Kökenini yargılama!
Bu sert, cesur, kahraman, maceracı falan filan adamlar fakat,hiçbir şeyden korkmuyorlar, domatesten korktukları kadar!
İspanya'
dan İtalya'ya, Fransa'ya geçiyor ama halkla arasındaki mesafenin kalkması, ömürler alıyor: "Domates hızlı hareket etmiyor ve fikir birliği yaratmıyor!"
İnsanları
kökenine göre değerlendirmek nasıl çok yanlışsa, sebzeleri de öyle! İşte yüzyıllar önce de insan evladı aynı hataya düşüyor: Domatesi kökenine, aile bağlarına, akrabalarına bakarak yargılıyor! Akrabalarının kötü şöhreti, bu güzelim lezzetin başına patlıyor.
Domates; petunya, tütün, patates gibi, patlıcangiller familyasından. Pek makbul bulunmayan güzelavratotu, tatula, banotu ya da yabani yasemin gibi zehirli bitkilerin de dahilolduğu bir sülale bu.
Zehirlenme o zamanların en korkulu rüyası ve de uzak durmak için kâfi bu soy ağacı.
Arkadaşımızın kadersizliği burada bitmiyor; üstüne bir de akrabası adamotuna benziyor. Felaket bir şey bu, çünkü kötü şöhretli akraba, büyücülerin bitkisi olarak tanınıyor: "Kara büyü. Ölüm ve kükürt kokusu. Olgunlaşırken kopan sarı- turuncu yemişler... ve birden bire hop, tamamen olgunlaştığında bitki yok olur. Siz olsanız bunu normal bulur muydunuz?"
Normal bulmamanın bedeli, domatesten yıllar boyu mahrum kalmak oluyor. 1700'lerin sonunda bile mutfakta da pazarda da hâlâ yaygın değil.
Sineksavar kurt şeftalisi!
İtalya'ya geçtiğinde 'Peru elması' ve 'Altın elma' adlarını alıyor ama daha çok süs bitkisi hâlâ. Dahası, sinekleri uzaklaştırmak için kullanılıyor!
Sonrasında "utangaç" bir giriş yapıyor İtalyan mutfağına. 1500'lerin ilk 77 yılında yaşayan ünlü botanikçi ve doktorMatthioli, "Yeşilden altın sarısına dönüşen, bazı kişilerin patlıcan ve mantar gibi, tuz-biberle yağda kızartarak yedikleri yassı ve oluklu bir meyve" diye anonsluyor domatesi.
Meyve mi, sebze mi olduğuna dair tartışmalara daha zaman var. O arada bilim adamı Linnaeus, isim verip onu 1750 tarihli kataloğuna katıyor. Yenebilir diye onay çıksa da, taktığı isim "kurt şeftalisi"!
Böyle bir mesafe, korku, gıcıklık, düşmanlık... İstememe, almama, yememe, sevmeme hali...
Bugünü düşününce, nerdeeen nereye... Hakikaten amma "kariyer" yapmış!
Domates ciddi mesele, devam ederiz bi ara yine...