Musluk eski bir buluş. Mısırlılar, milattan önce 1700 yıllarında su tesisatı ve musluk kullanmışlar. Araştırmacı Ekrem Işın, İstanbulluların çeşme musluğu ile Kanuni döneminde tanıştığını anlatıyor.
Fıçılarda kullanılan musluk, ilk kez 1560'larda, "burma lüle" adıyla çeşmelere takılır. Lüle suyun aktığı yerdir; borunun, yalağın ağzıdır. Burma ise musluğa verilen isimdir.
Ancak suyun, çeşmeden özgürce akmasını kamusal hak olarak gören İstanbullular, bu musluk işinden hiç hoşlanmazlar. Başkaldırırlar. Burmaları söküp atarlar. Hem sağlık, hem de tutumluluk açısından musluk takılmasına alışmaları zaman alır.
Bugün kullandığımız maharetli ve şık muslukların, uzun bir geçmişe sahip olduklarını sanmayın. Böyle modern muslukların Türkiye'de piyasaya çıkışı yuvarlak hesap yarım asır kadardır.
Mesela 1960'larda, 70'lerde ancak biriki düzgün marka vardı. Bunlardan biri de, kuruluşu 1957'ye uzanan ECA idi. Ürünler Maltepe'deki fabrikada imal edilirdi. Markanın adı, baba Ahmet Elginkan ile oğulları Ekrem ve Cahit'in ilk harflerinden oluşmuştu.
Cahit Elginkan 1965'te Kilyos'taki deniz kazasında vefat etmişti. Türkiye ile birlikte büyüyen, üretimi çeşitlenen ve holdingleşen şirketi Ekrem Elginkan yönetmişti.
Bazı yakınlarım çalıştığı için bilirim; ECA düzgün bir şirketti. İşçilerini ezen bir kuruluş değildi. Üstüne düşen vergileri de aksatmadan öderdi.
Bekar yaşayan Cahit Beyin çocuğu yoktu. 1999'da vefat etmeden önce şirketin varlığını sürdürebilmesi için, Elginkan Vakfı'nı kurmuştu.
ECA markası uzun süre çevremdeydi. Topluluğun ürünlerini Elmor pazarlardı. 1970'lerde "Yetiş Bay Elmor" diye çizgi film vardı.
Sonra bir ara kaybolur gibi oldu. Hatta "Bu ECA nerelerde acaba" diye düşündüğümü gayet iyi hatırlıyorum. Sonra bir de baktım grup muhteşem bir dönüş yapmış.
Bugün estetik ve sağlam ürünlerle kentsel dönümümün armatür talebini karşılıyorlar. Aslında musluk işin küçük bir kısmı. Topluluk 13 fabrikasındaki üç bin 600 çalışanla çok sayıda başka üren de imal ediyor. Yaptıkları ihracat da cabası.
Geçenlerde bir grup gazeteci arkadaşla birlikte, Elginkan Topluluğu İcra Meclisi Başkanı Gaye Akçen ile Zincirlikuyu'daki Elginkan Vakfı'nda bir araya geldik.
Ekonomiden, yeni yatırımlardan da söz edildi ama asıl konu sanattı. Elginkan Topluluğu bu yıl üçüncü kez İKSV'nin organize ettiği İstanbul Müzik Festivali'nin sponsorluğunu üstlenmişti.
Ne yalan söyleyeyim, eski dost Elginkan'ın böyle bir tercih yapması hoşuma gitti. Kimileri "canım reklam için destekliyorlar" diyor. Elbette öyle olacak.
Sokağa para saçacak değiller ya... Ancak bir düz reklam yapmak var, bir de sanatakültüre kaynak aktararak marka bilinirliği oluşturmak... İkisi aynı şey mi?
TV'de reklama para dökmek başka, mesela okul ve öğrenci yurdu kurmak başka... Fark ortada: Reklamda toplumsal yarar yok, diğerlerinde var.
Ekrem Beyin yanında yetişmiş olan Gaye Hanım, hala "Başkanım" dediği patronuyla İtalya'ya gidip Pavarotti'yi dinlediklerini anlattı sohbet sırasında. Pavarotti sevgisinin festival sponsorluğuna dönüşeceği kimin aklına gelir?
Not: Grup yakında savunma sanayiine de girecekmiş. Bakalım ne üretecekler?
TURİST LİSANI
Almanya'ya çalışmaya giden Türklerin üçte biri ülkeye adapte oldu. Üçte biri, Alman desen Alman değil, Türk desen Türk değil. Üçte birlik kesim ise gittiği gibi. Hiçbir değişiklik yok. Hala Almancayı öğrenmemişler var.
Hep düşünürüm. Bunlar gündelik hayatı nasıl idare ediyorlar? Geçen gün okuduğum bir yazıda 25 ülke gezmiş bir gazeteci şöyle diyordu: "Bir dilin tamamına hakim olmanız gerekmez... Şu 11 ibarenin o dildeki söylenişini bilin kafidir." Bakalım nelermiş:
Evet ve hayır
Teşekkür ederim
Merhaba ve hoşçakalın
Affedersiniz
Alabilir miyim?
Fiyatı nedir?
Tuvalet nerede?
Nerede?
Yardım edin!
Yiyemem, dokunuyor
Dilinizi bilmiyorum...
Bunu görünce jeton düştü. Belli ki yukarıdaki 11 ibareyi öğrenip, daimi turist bir halde yaşayıp gidiyorlar...