Mükemmele yakın bir algı operasyonunun nasıl yapıldığını öğrenmek ister misiniz? İşte onun hikayesi...
Tarih: Ocak 2016... Berlin Savcılık Sözcüsü Martin Steltner'e çevre kasabalarından telefonlar gelmekte, emniyet müdürleri, sokak gösterilerinden söz etmekteydi. Herhangi bir konuda gösteri yapılması normaldi. Ancak bu gösteriler aniden ortaya çıkmıştı.
Müdürler Steltner'i arıyordu çünkü bu savcılıktan kaynaklanan bir sorundu. Arap göçmenler, Lisa (Elizabeth) adlı 13 yaşındaki Rus kökenli bir kıza tecavüz etmiş ancak savcılık soruşturma açmamıştı. Göstericiler işte bunu protesto ediyordu.
Olayı ilk kez duyan Steltner, Berlin Emniyet Müdürlüğü'nü aradı. Evet, öyle bir olay vardı. Ancak şöyle olmuştu: Bir hafta kadar önce Lisa adlı bir kız ortadan kaybolmuş... Ama bir-iki gün içinde evine dönmüştü.
Kız ailesine durumu şöyle açıklamıştı: "(Arapları kastederek) Üç esmer adam beni kaçırdı. Boş bir apartmana götürüp tecavüz ettiler."
Ancak polis kızı sorguya çektiğinde ortaya bambaşka bir hikaye çıkmıştı: Kavga ettiği için okuldan kaçıp, 19 yaşındaki erkek arkadaşının evine gitmişti. Lisa, "Araplar kaçırdı" derken yalan söylediğini de itiraf etmiştir.
Emniyet ve Savcılık açısından konu kapanmıştı. Ancak Berlin'de yaşayan Ruslar öyle düşünmüyordu. Facebook ve fısıltı gazetesi Lisa'nın yalanını bire bin katarak tekrar etmekteydi.
Almanya'daki Rus kökenlilerin izlediği Rus devlet televizyonu Kanal-1, internet sitesi ve YouTube üzerinden "Lisa'ya göçmen Araplar tecavüz etti" iddiasını sürdürmekteydi. Yayınlarda "Polis, tecavüzcüleri bulmak için kılını dahi kıpırdatmıyor" deniyordu.
O arada aşırı sağcı Ulusal Demokratik Parti, Rusların yaşadığı semtlerin yakınında gösteri düzenledi. Lisa'nın yetişkin bir kuzeni, "Sınırlarımızı koruyun", "Yabancılar içeri sızmasın" pankartları eşliğinde kürsüden aynı iddiaları tekrarladı.
Küçük bir gösteriydi bu ama devlet destekli Rus kablolu televizyonu Russia Today oradaydı. Yüz kişilik gösteriye yoğun katılım olmuş gibi gösteren haber videosu bir-iki saat içinde YouTube'ta yerini aldı.
Derken devreye bir diğer Rus kanalı girdi: Sputnik'e göre Lisa olayı tek değildi. Başka "Arap" tecavüzcüler de elini kolunu sallayarak dolaşıyordu.
Sokak gösterileri işte bu medya bombardımanının ardından başlamıştı. Savcılık Sözcüsü Martin Steltner hemen Alman ve Rus medyasına açıklamalar yaptı. Ancak durum değişmedi.
Uydurma haber dönmeye devam ediyordu. 700 kişilik bir gösterici grubu ellerinde pankartlarla Merkel'in ofisine dayanmıştı bile...
Alman hükümeti bu tuhaf durumla nasıl baş edeceğini düşünürken, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lebrov, Moskova'da bir basın toplantısı düzenledi: Lisa olayı gerçekti. Alman Hükümeti iç politikaya ilişkin kaygılarla suçluların üzerine gitmiyordu. Böylece olay, diplomatik bir mesele haline gelmişti.
Gizemli Lisa olayı, Lebrov'un konuşmasıyla birden aydınlanıverdi: Bütün olay bir algı operasyonuydu. Alman istihbaratı 'uyanda balığa gidelim' pozisyonunda kalmıştı.
TV'den Facebook'a her türlü iletişim aracını, kitle psikolojisi ilkelerine uygun kullanarak yürütülen kansız mücadeleye, Enformasyon Savaşı deniyor.
İstihbarat literatürüne giren 'Lisa Vakası' genel henformasyon harbi içinde bir muharebe sayılır: Almanya'nın kaybettiği, Rusya'nın kazandığı bir muharebe!
***
Kolaysa paylaş!
Hepimiz atıp tutarız: "Ben şöyle bir insanım, böyle bir insanım." Ancak esas olan laf değil eylemdir. Kişinin ne söylediği değil, ne yaptığıdır.
İşte siz parayla ilgili bir oyun. Ültimatom Testi deniyor. Çok basit.
Birbirini tanımayan iki oyuncu var: Diyelim ki Ahmet ve Mehmet... Ahmet'e 100 lira veriyor ve Mehmet ile istediği oranda paylaşmasını söylüyorsunuz.
Ancak testin önemli bir kuralı var: Eğer Mehmet öneriyi kabul etmezse, para ikisine de yar olmuyor.
Örnek: Ahmet 100 lirayı alıp Mehmet'e "Sana da 25 vereyim" diyor. Yani kendisi 75 lira alacak. Mehmet kabul ederse ne ala... Etmezse para kasaya dönüyor.
Şimdi... 1) Siz olsaydınız hangi oranı önerirdiniz? 2) Hangi öneriyi kabul ederdiniz? 3) Paranın miktarını da düşünün: Ortadaki para 100 lira değil de, 100 bin lira olsaydı, yine de aynı oran mı geçerli olurdu?
Not: Gelişmiş ülkelerde paylaşım oranı yüzde 50-50 civarında çıkmış. (55-45 vs.)
Gelişmekte olan ülkelerde ise teklif yapılan oyuncu (burada Mehmet) bazen yüzde 10'a kadar inebiliyormuş. Yani Ahmet 90 lira alırken, Mehmet (herhalde 'hiç yoktan iyidir' diye düşünerek) 10 liraya razı oluyormuş.
***
Karadam Yeti İngilizcesi
Geçen gün bir reklam gördüm: Bilmem ne koleji öğrencilere '5 Yeti' ile İngilizce öğretiyormuş? Yeti mi? Ne yetisi? 'Karadam Yeti' mi?
İnternet sitesine bakınca 'yeti' diyerek neyi kastettiklerini anladım. '5 Duyu' demek istiyorlar.
Çok eski ve etkili bir yöntemdir: Yabancı dil, çocuğun görme (göz), işitme (kulak), koklama (burun), tatma (dil) ve dokunma (deri, ten) duyularına hitap ederek öğretilir.
Örneğin öğrenciye gül koklatılır ve 'rose' denir. Veya süt içirilip 'milk' denir. Böylece çocuk koku ve tatla özdeşleştirdiği kelimeleri daha kolay hatırlar.
'Yeti' ise başka bir şey: Eskiler 'meleke' derdi. Sözlükten okuyalım: "Bellek, usa vurma, algılama, imgeleme gibi, insanın doğuştan gelen zihin güçlerinin her biri." (İngilizcesi: Natural capacity, faculty, skill.)
Bu okul iyi İngilizce öğretebilir ama aynı anda Türkçeyi bozuyor.
'5 Duyu' dese ne olacak? Ama yok! İlla 'yeti' gibi çoğunluğun bilmediği bir kelimeyi kullanacak ki yabancı dil öğretmede 'yeni bir yöntem' uyguluyormuş havasını versin. Velilerin bilinçaltına, "ödediğiniz kamyonla parayı hak ediyoruz" mesajını göndersin.
Annesi soracak: "Bugün 5 zımbırtı yöntemiyle hangi kelimeyi öğrendin?" Çocuk: "Shit!"
Not: Amacım dil polisliği yapmak değil. Zaten imkansız da... Her dil zaman içinde değişir. Bazı kelimeler unutulurken, yeni kelime, tabir ve deyimler devreye girer.
Ancak bu olay öyle değil. Yani 'Yeti' kelimesi, 'Duyu' kelimesinin yerini almıyor. Bunlar apayrı iki kavram.
Şu da var: Eğer bir şeyin doğrusunu, okul da öğretmiyorsa, kim öğretecek? Ayrıca unutmayalım: Çocuklar bilgiyi sünger gibi emer ve içselleştirir. Yanlışı bir kere doğru sandığında, çoğu kez onu hayat boyu tekrarlar.