Tayland'ın
kuzeyindeki Chiang Mai havaalanında bagajlarımızı beklerken bazı Taylandlıların grubumuzdan Ali Esad Göksel'e ters ters baktıklarını fark ettim. Arkadaşım ve meslektaşım Göksel'in gerçi kendine özgü değişik bir giyim tarzı vardır. Nitekim o gün de kırmızı bir pantolon giymişti. Ama bugüne dek birçok kez o pantolonu giydiği halde, hiçbir yerde Tayland'daki gibi ilgi odağı olduğunu görmemiştim. Otele gittikten sonra bizi karşılayanlar arasından biri Göksel'e, "Ne o, siz de mi Kırmızılardansınız?" diye takılınca işin aslı anlaşıldı. Haftalardır başkent Bangkok'ta kent merkezini işgal eden, kendilerini Kırmızılar diye tanımlayan eylemciler ellerinde kırmızı bayrak, üzerlerinde kırmızı giysiler taşıyorlardı. Ali Esad Göksel, Chiang Mai'de yiğitliğinden ödün vermedi ve kırmızı pantolonu giymeye devam etti. Ama buradan Bangkok'a geçtikten sonra bir daha üzerinde kırmızı herhangi bir giysi ya da aksesuar bulundurmaya cesaret edemedi. Çünkü ancak o zaman başkentte durumun bayağı ciddi olduğunu fark edebilmiştik. Aslında biz Türkler orada yaşanan eylemlere alışkınız. Bir grup gösterici otomobil lastikleri yakıp, zaman zaman polise taş atsa da, medya kuruluşları bu görüntüleri allayıp pullayıp dünya kamuoyuna sunar, ekranlardan durumu vahim gören yöneticiler de kendi vatandaşlarını bu ülkeye yolculuk yapmamaları konusunda uyarır.
SİYAH DUMANLAR
Tayland'da da durum böyle olmuştu. Birbirinden güzel ve lüks otellerin doluluk oranı yüzde 20'lerin altına düşmüş, göstericilerin aralarında Tayland borsası, birçok büyükelçilik ve en önemli alışveriş merkezlerinin bulunduğu kentin can damarı sayılacak bölgesini haftalarca işgal altında tutmaları, ülke ekonomisini felç noktasına getirmişti. Hükümet başlangıçta, yolsuzluk iddiaları üzerine 2006 yılında askeri bir darbeyle devrilen ve İngiltere'ye kaçan başbakan Thaksin Shinawatra taraftarı Kırmızıların üzerine gitmemişti. Biz oradayken Chiang Mai ve ülkenin kuzeyi çok sakindi. Bangkok'ta da sokaklarda dikkati çekecek askeri hareketlilik yoktu. Sadece göstericiler geniş bir alanı denetimleri altında tutuyor, askerler de onların çıkış yollarını kesiyordu. Bunun dışında şehirde yaşam sanki hiçbir şey yokmuş gibi sürüyordu. Ancak televizyonlardan gördüğümüz kadarıyla biz Bangkok'tan ayrılmadan hava giderek sertleşti. Hükümetin verdiği nihai süre yaklaştıkça göstericiler lastik yakma eylemlerini artırıp binaları da ateşe vermeye başladılar. Millenium Hilton Oteli'nin 27. katındaki odamdan izlediğim ve birkaç kilometre öteden yükselen siyah dumanlar, olaylarla ilgili belleğimde kalan tek görüntü. Kişisel servetini ne ölçüde artırdığı, İngiltere'ye kapağı atar atmaz Manchester City takımını 81.1 milyon sterline satın almasından da belli olan eski başbakanın dönmesini isteyen göstericiler, bu talepleri kamuoyunda pek destek bulmayınca, bu kez daha fazla demokrasi sloganları atıyorlardı. Biz Bangkok'tayken işin ciddileşmeye başladığını gören göstericilerin bir bölümü ortalıktan uzaklaşırken, kalan birkaç bin kişi liderlerinin ellerini kollarını sallayarak çıkıp gitmelerine izin verilmesi için pazarlığa giriştiler. Biz ayrıldıktan sonra da bir gecelik kanlı bir operasyonla kent merkezi boşaltıldı. Ne yazık; hiç uğruna 50 küsur kişi hayatını kaybetmiş, ülke ancak birkaç yılda toparlayabileceği ciddi ekonomik bir krize girmişti.
OTELCİLİĞİN DÜZEYİ
Tayland'da hep olumlu izlenimler edindim; barışçıl, cana yakın insanlar tanıdım. İlk kez 20 yıl kadar önce gittiğim bu ülkenin o zamanlar epey yıpranmış tapınaklarını pırıl pırıl altınla kaplanmış halde buldum. Gerek Chiang Mai'de kaldığımız, eski kent merkezinde yer aldığı halde sanki kırsal bir bölgedeymiş izlenimi bırakan, geniş bahçesindeki 200 yıllık demirhindi ağacından adını alan Tamarind Village da, gerekse Bangkok'taki otelimiz, mekân boşluklarını çok geniş tutarak şehir oteli havasının yok edildiği yepyeni Millenium Hilton'da Tayland otelciliğinin ulaştığı yüksek düzeyi gözledik. Kent çevresinde yaptığımız geziler sırasında Chiang Mai yakınlarında fillerin marifetlerini sergiledikleri Elephant Life Experience projesinden çok etkilendim. Tayland'ın bugün hâlâ en önemli iş hayvanları olan fillerin neler yapabildiklerini görünce, pek çok hemcinsimizden daha akıllı olduklarını düşünmeden edemedim. Her filin bebekliğinden itibaren tek bir bakıcısı olurmuş ve fille bakıcısı kader birliği yaparlar, gece gündüz birlikte olurlarmış. Nitekim bakıcının bir sözüyle koca fil ön ayakları üzerinde amuda kalkıyor, birkaç fil aynı anda sağ taraflarına yatıp sol ayaklarını kaldırıyor ya da verilen komutlarla koca tomrukları üst üste istif edebiliyorlardı. Üstüne üstlük filler bir de resim yapmaya başlayınca, hepimiz "Pes! Bu kadarı da olmaz," dedik. Fillerin önüne üzerinde resim kağıdı bulunan bir sehpa konuyor. Bakıcı, renkli, ispirtolu bir kalemi filin hortumuna tutturuyor. Sonra yanına geçip dişinden tutuyor. Dişi hafifçe aşağı, yukarı, yana doğru ittikçe fil de son derece hassas bir şekilde bu komutlara uyuyor. Özellikle hortumunu havaya kaldırmış hemcinsinin resmini yapan ressam file hayran oldum. Hatta grubumuzdan bir arkadaşımız yüklüce bir para ödeyerek bu resmi satın alıp İstanbul'a getirdi.
TAPINAKLAR ÜLKESİ
Tayland bir tapınaklar ülkesi. Ulaştığım 2004 yılı istatistiklerine göre Tayland'da tam 40 bin 902 Budist tapınağı bulunuyormuş. Bunların 33 bin 902'si faal durumdaymış. Başka deyişle Tayland'da adım başında bir tapınak var. Gördüğümüz tapınakların hemen hepsi bakımlıydı ve birçoğunun bünyesinde birer de manastır bulunuyordu. Chiang Mai bölgesindeki Prathat Tapınağı ülkenin çok önemli Budist ziyaretgâhlarındanmış. Nitekim günün en sıcak saatinde bile dindar Budistler bir tepenin üzerinde kurulu bu manastıra 350 basamak merdivenden çıkarak ulaşıyor, burada tapınağın çevresinde birkaç kez döndükten sonra ellerindeki çiçekleri Buda'ya sunuyor, yan tarafta bulunan çok sayıda çanı teker teker çalarak dinsel görevlerini yerine getirmenin huzuruyla tapınaktan ayrılıyorlardı. Efsaneye göre beyaz bir fil bu tepenin yamacına gelmiş, üç kere haykırdıktan sonra tepeye tırmanmış, burada kendi etrafında üç kere döndükten sonra düşüp ölmüş. Budistler kutsal saydıkları beyaz filin bu davranışıyla burada Buda'nın kemiklerinin bulunduğunu işaret ettiğine inanıp burada büyük bir tapınak inşa etmişler. Biz gittiğimizde abartılı makyaj yapılmış küçük kızlar Tayland dansları sergileyerek tapınak için para toplamaktaydı. Tayland'da nereye gitseniz, turuncu bir sariye sarınmış, kafası sıfır numara tıraşlı, belinde bir çantayla dolaşan Budist keşişleriyle karşılaşıyorsunuz. Anlatıldığına göre, aileden bir erkeğin keşişliği tercih etmesi, ailesine büyük gurur verirmiş. Keşiş olmanın iki yüz küsur kuralı olduğu söylendi. Vücuduna bir kadının kesinlikle dokunmaması, yemeğini dilenmesi ve öğlenden itibaren ertesi sabaha kadar ağzına yemek koymaması bu kuralların en önemlileri. Allah'tan bir Budist belli bir dönem için de keşişliği seçebiliyor; süresi sona erince normal hayatına dönüyor. Kadınların durumu Tayland'da da pek parlak değil anlaşılan. Keşişlere dokunmalarının onları mundar ettiğine inanılması dışında, hemen girişte Buda heykelinin yer aldığı bir tapınağın kapısındaki "Kadınlar bu tapınağın içine giremez," yazısı grubumuzdaki kadın hakları savunucusu hanım meslektaşlarımızı oldukça rahatsız etti. Dört mevsimi yaşayan, Akdeniz iklim kuşağında yer alan ülkemizden kalkıp Güneydoğu Asya'daki bize hemen her şeyi yabancı Tayland'a giden ve burada on gün geçiren biri öyle kolay kolay iki yazıda yaşadıklarını, gördüklerini toparlayamıyor. Dolayısıyla gezdiklerimi, gördüklerimi yazmakla bu haftaki yerimi doldurdum. Gelecek hafta nihayet sıra ağız tadına, burada yiyip içtiklerime gelecek.