Bir davet üzerine Berlin'deki Humboldt Üniversitesi'ndeydik. Burası, mükemmeliyetçilik üzerine önemli çalışmalara imza atan Karen Horney'in de eğitim aldığı üniversiteydi. Bu vesileyle, mükemmeliyetçilik üzerine derin bir sohbet gerçekleştirdik. Ben de bu haftaki yazımda, mükemmeliyetçiliği ve hayatımızdaki etkilerini kaleme almak istedim. Mükemmeliyetçilik... Kulağa ne kadar güzel geliyor değil mi? En iyisini yapmak, en yükseğe ulaşmak, hiçbir hata yapmamak... Oysa işin aslı öyle değil. Mükemmeliyetçilik, görünüşte bir başarı arayışı gibi dursa da, derinlerde çoğu zaman kendini sevememenin, kendini olduğu hâliyle yeterli görememenin bir sonucudur. Birçoğumuz farkında olmadan "Hata yaparsam sevilmem, yanlış yaparsam değerim azalır" inancıyla büyüdük. Çocukken gözlerindeki ışığı görmek için öğretmenlerimizin onayına muhtaçtık, ailemizin takdirini kazanmak için hep en iyisini yapmak zorundaydık. Zamanla öğrendik: "Mükemmel olmalıyım ki seveyim kendimi." Ama işte tam burada en büyük yanılgıya düştük. Çünkü mükemmelliğin peşinde koşarken en önemli şeyi kaybettik: Kendimizi...
İNSANI YALNIZLAŞTIRIR
Mükemmeliyetçi insanlar hata yapmaktan o kadar korkarlar ki, zamanla risk almamayı öğrenirler. Yeni şeyler denemek yerine bildikleri yolda ilerlerler, çünkü yanlış yapmaktan duydukları korku, onları hareketsiz bırakır. Başarı odaklıdırlar ama asıl dertleri başarı değildir. Onların asıl derdi, "Başarısız olursam ne olur?" sorusunun cevabıdır. Peki mükemmel olmaya çalışırken ne olur? Zamanla yalnızlaşırlar. Çünkü mükemmel görünen birine kimse yaklaşamaz. İnsan ilişkileri kırılganlıkla, açıklıkla, hata yapıp birlikte öğrenmekle güçlenir. Ama mükemmeliyetçi biri, hatalarını sakladıkça, yanlışlarını kabul etmedikçe, kimseyle gerçek bir bağ kuramaz. Mükemmeliyetçi insanlar çoğu zaman kontrolcüdür de. Sadece kendi hayatlarını değil, çevrelerindeki insanların hayatlarını da yönetmek isterler. Neden? Çünkü bir şeyin yanlış gitmesine tahammülleri yoktur. Ama unuttukları bir şey var: Hayat, kontrol edilemez. Bir nehir nasıl ki kendi yolunu bulur, hayat da öyle akar. Ona ne kadar direnç gösterirsen, o kadar yorulursun.
KUSURSUZLUK KUSURLARDA GİZLİ
Düşünsene, doğanın kendisinde bile mükemmeliyet yok. Ağaçların dalları dümdüz değil. Nehirler doğrusal akmaz, kıvrıla kıvrıla yollarını bulurlar. Aynı türden çiçekler bile aynı boyda değildir. Bir kuş diğerinden daha hızlı uçar, biri diğerine göre daha beceriklidir. Ama tüm bu farklılıklar doğanın dengesini oluşturur. Peki insan? İnsan da doğanın bir parçası değil mi? O hâlde neden mükemmel olmaya çalışıyoruz? Hatalarımız bizim imzamızdır. Bizi biz yapan, öğrenmemizi sağlayan şey hatalarımızdır. Tıpkı düşmeden yürümeyi öğrenemeyeceğimiz gibi, yanlış yapmadan da gelişemeyiz. Bir düşün: Bir çocuk yürümeyi öğrenirken kaç kez düşer? Ve her düşüşünde tekrar ayağa kalkar. Ama bir yetişkin hata yaptığında ne yapar? Kendi kendini yargılar, suçlar, cezalandırır. Oysa belki de hata dediğimiz şey, bizim en büyük öğretmenimizdir.
DAHA FAZLA STRES VE YALNIZLIK
Tabii ki burada önemli bir ayrım yapmak lazım: Bir işi en iyi şekilde yapmaya çalışmak başka, mükemmel olmaya çalışmak başka... Bir işi tutkuyla, sevgiyle yapmak insanı besler, geliştirir. Ama mükemmel olmaya çalışmak insanı tüketir. Çünkü mükemmeliyetçilik, tatmin duygusunu elimizden alır. "Daha iyisi olabilirdi" düşüncesi, yaptığımız hiçbir şeyin yeterince iyi olmadığını hissettirir. Ve işin ironik tarafı, mükemmeliyetçiliğin bizi başarıya götürmesi gerekirken, tam tersi olur. Sürekli stres, kaygı ve baskı altında olduğumuz için verimli olamayız. Mükemmeliyetçi insanlar ya işleri erteleyerek ya da sürekli kontrol ederek kendilerini yorarlar. "Ya mükemmel olmazsa?" düşüncesi, işleri bitirmelerini bile engelleyebilir. Bazıları kendini aşırı eleştirirken, bazıları başkalarına güvenemez ve her şeyi kendi yapmak ister. Sonuç? Daha fazla stres, daha fazla yalnızlık...
HATA YAPMADAN ÖZGÜR OLAMAZSIN
Peki çözüm ne? Çözüm, kendini hata yapmaya izin verecek kadar sevmekte... Bırak bazen eksik olsun, bazen yanlış olsun. Çünkü belki de en büyük doğrular, en büyük yanlışların içinde saklıdır. Hayat, planladığımız gibi gitmez. Ama zaten gitmemesi güzeldir. Düşmek de bu yolculuğun bir parçasıdır. Önemli olan düşmemek değil, düştüğünde tekrar ayağa kalkabilmek... Kendine biraz alan tanı. Öyle kusursuz olmaya çalışma. İnsanlar seni mükemmelliğin için değil, içtenliğin için sevecek. Çünkü sen hatalarınla, kırılganlığınla, eksikliklerinle de değerlisin. Sen olduğun hâlinle zaten tam ve yeterlisin. Kendi ışığını görmek için başkalarının onayına ihtiyacın yok. En güzel hâlin, en doğal hâlin. Ve unutma, bazen kusurlar, bizi insan yapan en güzel şeylerdir... Hayat, bir yarış değil; bir deneyim yolculuğudur. Her adımda hata yapmak, duraksamak, bazen yanlış yönlere sapmak, bazen de geri dönmek zorunda kalmak işin doğasında var. Ama ne garip ki, insan en çok hata yapmaktan korkuyor. Oysa dümdüz, hatasız bir yolculuk, ruhu beslemeyen, karakteri güçlendirmeyen bir yolculuktur. Hataların, sana kim olduğunu öğreten en büyük rehberlerdir. Onlardan kaçmak yerine, onlarla dost olmayı öğren. Çünkü en büyük özgürlük, kendini her hâlinle kabul etmekten geçer. Mükemmel olma çabası seni zincire vurur; o zinciri kırmanın tek yolu ise kendine hata yapma izni vermektir. Bugün, kendine biraz daha yumuşak davran. En iyisini yapmaya çalış ama mükemmel olmak için kendini harap etme. İnsanlar seni kusursuz olduğun için değil, içten olduğun için sevecek. Ve belki de asıl başarı, hiçbir zaman kusursuz olmaya çalışmadan, hayatı tüm kusurlarıyla kucaklamayı öğrenmektir.