Geçtiğimiz hafta sonu, Fethiye'nin huzur dolu ve tarihi köylerinden biri olan Kayaköy'de dört günlük bir inziva kampı düzenledik. Amacımız sadece sessizliğin ve doğanın tadını çıkarmak değildi; kamp, katılımcılara kendilerini daha iyi tanıma, hayata dair yeni bakış açıları kazanma ve birbirimize ilham olma fırsatı sundu. Katılımcılar, birbirinden farklı kültürlerden, ülkelerden ve yaş gruplarından geliyordu. Kimi Almanya'dan, kimi Avusturya'dan, kimisi ise Türkiye'nin farklı şehirlerinden... Yaşlarımız, deneyimlerimiz ve hayata bakış açılarımız bambaşkaydı; ama kampta beni en çok etkileyen şey, bu çeşitliliğe rağmen herkesin birbirine saygılı bir şekilde yaklaşmasıydı.
Bu dört günlük kamp boyunca yaşadığımız deneyimler, farklılıkları kabul etmenin ve farklılıklarla birlikte yaşamanın ne kadar zenginleştirici olduğunu gösterdi. Gerçek anlamda gelişmenin, ancak kendimize benzeyenlerin dışına çıkabildiğimizde mümkün olduğunu bir kez daha hatırlattı. Her konuşmamda ve her dersimde hatırlatırım, kendine benzeyeni herkes sever; marifet, sana hiç benzemeyen bir gönülde, kendi özünü bulabilmektir. Çünkü aynı renkte olanı sevmek kolaydır; asıl aşk, rengin zıddında ışığı görebilmek, sureti başka olanın özündeki güzelliği fark edebilmektir.
KÜLTÜRLERİN ORTAK NEFESİ
Kampımızın ilk günü, akşam saatlerinde Ney meditasyonu yaptık. Katılımcıların kimisi ney enstrümanını ilk defa gördü, kimisi ise sadece televizyondan dinlemişti. Ney enstrümanının hikayesini anlattıktan sonra herkesi gözlerini kapamaya ve sadece bu derin, mistik sesin rehberliğinde bir iç yolculuğa çıkmaya davet ettim. Neyin huzur veren sesi, kamp boyunca hepimizi derin bir sessizliğe sürükledi. Bir katılımcı meditasyon sonrasında gözyaşlarını tutamayıp bu deneyimin onu çocukluk hatıralarına götürdüğünü ve kendisini çok derin bir huzur içinde hissettiğini paylaştı. Kimisi ölümü hissetti, kimisi yaşamı. Kimisi hüznü, kimisi neşeyi...
Herkes farklı hislerdeydi ama aynı hakikatin yankısını taşımaktaydılar.
TARİHİN İÇİNDE BİR YOLCULUK
İkinci gün, gün doğumu ile birlikte Kayaköy'deki Afkule Manastırı'na bir yürüyüş düzenledik. Yolculuk boyunca, katılımcılar birbirleriyle bol bol sohbet etti, herkes birbirine destek oldu. Kimi zaman zor ve engebeli patikalardan geçtik, bazılarımız kayalık yolda zorlandı, diğer arkadaşlar ona yardım etti.
Bazılarımız su almayı unuttu, diğerleri onunla paylaşmayı seçti. Kimi yoruldu ama herkes birbirini motive etmeye devam etti. İnsan, yolculukta insanla tanışır; bu yüzden yolda olmanın değeri büyüktür.
Manastıra ulaştığımızda kısa bir sessizlik ritüeli yaptık. Oradaki sessizlik, sanki tarihin derinliklerinden gelen bir fısıltı gibiydi. Birbirine hiç benzemeyen insanlar, bu tarihi yapının gölgesinde aynı sessizliği paylaştı.
Onlara bütün peygamberlerin ve bilge kişilerin aslında aynı hakikati anlatmaya çalıştığını söyledim. Şimdi bakıyoruz ama göremiyoruz; duyuyoruz ama anlamıyoruz...
TEK BİR MASA, AİLE BAĞI
Her sabah ve her akşam aynı masada toplanıp birlikte yemek yedik, kahvaltılarımızı aynı sofrada paylaştık. Bu basit görünen eylemin ne kadar derin bir anlam taşıdığını, insanların neden aynı sofrada bir araya gelmesinin önemi üzerine konuştum. Çünkü aynı masada yemek yemek, sadece karın doyurmakla ilgili değildir; bu, insanları bir araya getiren, birbirine bağlayan güçlü bir ritüeldir. Birlikte yenen her yemek, aradaki görünmez bağları kuvvetlendirir, bir topluluğu daha da yakınlaştırır ve "biz" duygusu yaratır.
Bir sofrayı paylaşmak, sadece fiziksel bir yakınlık sağlamaz; aynı zamanda duygusal bir bağ kurar. Her lokmada, her yudumda ortak bir deneyim paylaşılır ve bu deneyim, zamanla hatıralara dönüşerek insanları birbirine daha da yakınlaştırır. Yemek esnasında yapılan sohbetler, paylaşılan anılar ve o an yaşanan kahkahalar, aranızdaki bağı çok derin bir şekilde güçlendirir.
Belki o an, bu birlikteliğin değerini tam olarak fark etmeyebilirsiniz, ama yıllar geçtikçe bu anların, aranızdaki bağı nasıl kuvvetlendirdiğini daha iyi anlayacaksınız.
Bu nedenle, katılımcılara da aileleriyle, dostlarıyla ve sevdikleriyle sık sık aynı masada buluşmalarını, aynı sofrada yemek yemeye özen göstermelerini tavsiye ettim.
HAKİKATE AÇILAN KAPI
Bu kamp, hepimize bir kez daha öğretti ki, benzerlikler ruhu dinlendirir, ama gönlü genişletmez. Asıl hüner, kendine benzeyene değil, senden farklı düşünene, sana yabancı olana yönelebilmektir. Çünkü rahatlık, nefsin, zihnin işidir; ama farklılıklar, ruhu olgunlaştırır, insanı gerçek kemale erdirir. Kendine benzemeyeni anlamaya çalışmak, gönlünde başka bir âlemin izini bulmaktır. Farklı suretlerdeki aynı özü görmek, insana yeni pencereler açar ve kalbini engin ufuklara taşır. O yüzden, ayrılıktan kaçmak değil, o ayrılığın içindeki birliği görebilmek gerek. İşte o zaman insan, küçücük bir pencereden değil, hakikatin sonsuz denizine açılan kapıdan bakar dünyaya.