İlk olarak 2017 yılında gitme şansı yakaladığım Hollanda'nın başkenti Amsterdam, pandeminin sıkı yurt dışı yasaklarının kalkmasından sonra da ilk gittiğim yabancı şehir olduğu için kalbimde bambaşka bir yere sahip. Özgürlükler şehri olarak tanınan Amsterdam benim için de ülke dışına yıllar sonra ilk adım attığım rota olduğu için gerçek bir özgürlük sembolü olmuş durumda doğrusu... Gelelim bu şehirle ilgili ilk bilmeniz detaya...
Amsterdam tam bir kanallar şehri... Genel olarak Venedik dünyada kanallar şehri olarak bilinir ancak en çok kanala sahip şehir unvanı Amsterdam'dadır aslında. Kenti bir örümcek ağı gibi saran birbiriyle bağlantılı 165 kanal Amsterdam'ın her yerine su yoluyla ulaşımı mümkün kılar. Ve bu kanallarda bulunan 2 bin 500'den fazla bot ev, şehrin genel görünümüne bambaşka bir hava katar. Yelpaze şeklinde genişleyen kanalları ve bunun etrafında sıra sıra dizilmiş kırmızı tuğlalı şirin evleriyle farklı bir havası vardır ve Instagram hesabınıza fotoğraf çekmek için de mükemmel bir ortam yaratır.
Havaalanından şehir merkezine ve buradan da çevre kasabalara ulaşımı ana tren istasyonundan (Centraal Station) sağlayabilirsiniz. Şehri düz ayak keşfetmek de kolaydır üstelik. Şehirdeki en önemli ulaşım aracıysa bisiklettir... Yani şehri bisikletle kolayca dolaşabilirsiniz.
Şehrin merkezi noktası Dam Meydanı'dır. Bu meydan önemli binalara da ev sahipliği yapar.1600'lü yıllarda belediye binası olarak kullanılmış Kraliyet Sarayı da burada yer alır. Bu bina artık kralın şehre geldiğinde kullandığı rezidans olarak hizmet veriyor. Sarayın yanında bulunan 15. yüzyıla ait gotik bir kilise olan Niewe Kerk (Yeni Kilise) taç giyme törenlerinin yapıldığı önemli bir yapıdır. Kilisedeki 1670'den kalma org ve bronzdan yapılmış eşsiz güzellikte koro sahnesi gerçekten de görülmeye değerdir...
SANAT VE TARİH MÜZESİ
Meydanın öbür tarafında ise 22 metre yüksekliğindeki Ulusal Anıt bulur. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra savaş kurbanlarını anmak için ve özgürlüğün sembolü olarak dikilmiş bu anıt... Madame Tussaud müzesi de bu meydana bakan turistik noktalardan. Bu bölgeye çok yakın konumda bulunan Beginjhof bir dönem rahibe pansiyonu olarak kullanılmış olan 17-18. yy evlerinin çevrelediği bir avlu...1477'de inşa edilen Amsterdam'ın en eski evi de yine bu meydanda bulunuyor.
Şehrin bir diğer önemli noktası ünlü 'I Amsterdam' yazısının yer aldığı Museumplein bölgesi... Hollanda'daki en büyük sanat ve tarih müzesi olan Rijksmuseum da Müzeumplein'de bulunuyor. Resimlerinin yanı sıra Rijksmuseum, 35 bin kitap ve el yazması içeren iyi donatılmış kütüphanesi ile de büyülyici e kesinlikle bu şehre gelinmişken görünmesi gereken bir nokta... Müzenin bahçesindeki havuz kış aylarında buz pateni yapılmak için kullanılıyor.
Müzelerden bahsetmişken Hollandalı sanatçı Van Gogh'un eserlerini sergileyen Van Gogh Müzesi'nden söz etmemek imkansız. Siz de benim gibi sanata ve özellikle resme meraklıysanız bu şehre gelmişken muhakkak zaman ayırın ve bu müzeyi gezin... Burası tahmin edeceğiniz üzere en geniş Van Gogh koleksiyonuna sahip müze. Kentin en çok ziyaret edilen müzeleri arasında da ilk sıralarda...
Şehirde bir dikkat çekici nokta da Birinci Dünya Savaşı sırasında tuttuğu günlükleri tüm dünyada bilinen Anne Frank'ın yaşadığı ev... Bu ev günümüzde müze olarak kullanılıyor. Kısa bir hatırlatma yapmak gerekecek olursa Anne Frank ve ailesi 25 ay boyunca yani 1942- 1944 yılları arasında burada bir daire saklanmış. Burada saklandığı süre boyunca da yaşadıklarını günlüğüne kaydetmiş. Ve hepimizin bildiği üzere Frank, savaşın bitmesinden iki ay önce ölmüş. Şehirde mimari açıdan görülmesi tavsiye edilen bir diğer noktaysa De Oude Kerk yani Eski Kilise... Bu kilise Hollanda'nın en eski kiliselerinden birisi.1306'da yapılan kiliseye 16. yüzyılda bir kule ve bir çan seti de eklenmiş. Ve bu yüksek noktalardan şehir inanılmaz bir güzellikte önünüze seriliyor.
Gezip yorulduktan sonra mola vermek isterseniz şehrin merkezindeki Vondelpark bunun için biçilmiş kaftan... Bulunduğu bölge çok şık evlerin arasında. Buradaki kafelerde oturabilir ya da çimlere uzanıp keyifli bir piknik yapabilirsiniz. Ve eğer vaktiniz kalırsa şehir merkezinden uzaklaşarak çevre kasabalara gidebilirsiniz. Burada şehir merkezinden daha farklı bir Hollanda ile karşılaşacaksınız. Yel değirmenleri ve klasik Hollanda mimarisine sahip evler ile zamanda yolculuk yapmış gibi hissetmeniz garanti.
HOLLANDA'YA LALELER OSMANLI'DAN GELMİŞTİ
Hollanda denilince akla tabii ki rengarenk laleler geliyor. Flaman kökenli Ogier Ghiselin de Busbecq Avusturya elçisi olarak Osmanlı İmparatorluğu'nda görev yapmış tarihi önemli bir zat... Ve bu diplomat Viyana'ya dönerken yanında birçok bitkiyle birlikte lale soğanları da götürmüş .Böylece 17. yy başlarında bu coğrafyada bir lale modası başlamış... Olay o kadar büyümüş ki Hollanda bir süre sonra yetiştirici olarak bu bitkiyi tüm dünyaya pazarlamaya başlamış. Bu ülkeye gelmişken ve Hollanda'da zaman geçiriyorken birçok çiçek ve tohum çeşidinin olduğu Bloemenmarkt'e uğrayıp alışveriş yapabilirsiniz.