Bir imza günü ve seminer için Belçika'daydık. Bu vesileyle, tarihi güzellikleriyle ünlü Brugge'ün dar sokaklarında gezinirken küçük bir kitapçıda eski bir hikaye kitabı buldum. Kitapta, bir kral ve dört eşiyle ilgili ilginç bir hikaye yer alıyordu. Hikaye, özellikle sonunda verdiği derin mesajlarla bizleri kendimizle yüzleşmeye davet ediyordu. İşte tamamen semboller üzerine kurulu, dört eşin insan hayatındaki dört önemli temsil ettiği o çarpıcı hikaye:
Uzak diyarların birinde dört eşiyle birlikte yaşayan bir kral varmış. Bu kral, dört eşini de sahiden pek severmiş. Dördüncü eşinin üzerine çok titrer, gözlerinin içine bakarmış. En güzel elbiseleri onun için yaptırırmış, en değerli mücevherleri ayaklarının altına serermiş. Üçüncü eşine de ayrıca çok düşkünmüş. Güzelliğiyle gururlanırmış. Bu güzelliği herkes görsün istermiş. Üçüncü eşinin onu terk edeceği korkusuyla yanıp tutuşurmuş. Ondan yana hep endişeli ve aklı karışıkmış. İkinci eşinin yeri de ayrı tabii. İkinci eş, kralın en büyük sırdaşıymış. Ne zaman ihtiyacı olsa ikinci eşi onun hep yanında olur, derdini dinler, destek olur, yol gösterir, yoldaşlık edermiş. İlk eşiyle ilişkisi başkaymış ama... Sahip olduğu servette, saltanatta ve güçte ilk eşinin katkıları çok büyükmüş. Ne var ki kral onu hep görmezden gelir, yok sayarmış. Buna rağmen ilk eş, krala yüksek bir sadakatle ve sevgiyle bağlıymış. Ne yazık ki kral bunun farkında bile değilmiş.
Günlerden bir gün kral amansız bir hastalığa yakalanmış. Doktorlar zamanın daraldığını, yakında kralın öleceğini söylemişler.
Kral üzülmüş tabii. Dünyalar güzeli dört eşi var, sonsuz bir serveti ve itibarı var... Lakin yakında amansız bir hastalıktan dolayı bütün bunları terk ederek ölüp gidecek. Kendi kendine düşünüp kederleniyormuş sürekli...
Sonunda aklına bir fikir düşmüş, derhal dördüncü eşini çağırmış yanına. "Ey benim güzel karım" demiş. "Bilirsin ki servetimi en çok senin uğruna harcadım. Kumaşların en pahalılarını, mücevherlerin en eşsizlerini ayaklarının altına serdim. Gel gör ki ben artık ölüyorum. Zamanım kısa... Öte dünyaya bir başıma gitmek istemiyorum. Orada yalnız kalamam.
Sen de benimle birlikte gelir misin?" "Kesinlikle olmaz!" demiş kadın hiç düşünmeden.
"Seninle katiyen gelemem." Korkuyla büyüyen gözlerini kaçırmış kocasından.
Başka söz etmeden çıkıp gitmiş odadan.
Kral kahrolmuş. Duyduklarına inanamıyormuş.
Bunun üzerine bir umut üçüncü eşini çağırmış yanına.
Aynı konuşmayı üçüncü eşine de yapmış.
"Güzelliğinle hep gurur duydum. Seni her zaman çok sevdim. Artık ölüyorum ve senin de benimle birlikte gelmeni istiyorum" demiş. "Öte dünyada yalnız bırakma beni..." "Mümkün değil" demiş üçüncü eş. "Hayat çok güzel... Ben daha çok gencim. Yaşamak istiyorum.
Başka biriyle evlenip hayatıma kaldığım yerden devam edeceğim. Benim daha zamanım var." Üçüncü eşinden bu sözleri işiten kral, göğsünden hançer yemiş gibi bir "Ah!" çekmiş. Kederinden daha da hastalanmış.
Fakat ikinci eşinden yana daha umutluymuş.
Hiç bekletmeden ikinci eşini çağırmış yanına.
"Sen en değerli sırdaşımsın benim" demiş.
"Ne vakit içim sıkılsa, başıma bir dert gelse koşar gelirdim sana. Sen merhametli, akıllı ve şefkatli bir kadın oldun hep bana. Öte dünyada da beni yalnız bırakmak istemezsin biliyorum. Benimle gelecek misin?" "Benden bunu isteme" demiş ikinci eşi. "Yaşadığın sürece her zaman yanındayım. Seni her zaman dinlerim. Derdine derman olurum. İyi günde kötü günde sana yoldaşlık ederim. Mezara kadar yanındayım. Ama bundan fazlası olamaz.
Seninle ölmemi bekleme benden." Kralın burnunun direği sızlamış. İkinci eşinden beklediği cevap bu değilmiş zira. Dili tutulmuş gibi suspus olmuş kral. Dokunsalar çocuk gibi ağlayacak...
Bu sırada bir ses işitmiş.
"Nereye gidersen git, ben seni hiç yalnız bırakmayacağım, seninle her yere gelirim..." Kral şaşkınlıkla başını kapıya çevirip bakmış.
Bir de ne görsün, ilk eşi duruyor karşısında.
İlgi göstermediği, ihmal ettiği, çok zaman varlığını bile unuttuğu ilk eşi... Onca ihmal edilmiş olmasına rağmen, kralla birlikte ölmeyi göze alıyordu şimdi.
Kral içini çekmiş. Ne diyeceğini bilememiş bir an. Yutkunarak konuşmaya başlamış ilk eşiyle.
"Affet beni" demiş. "Zamanında sana daha iyi bakmalıydım. Seni ihmal etmemeliydim.
İhtiyaçlarını tam görmeliydim. Seni de çok sevmeliydim..."
İhmal ettiğin yanın, gün gelir sığınacağın tek liman olur
Hayat da böyledir işte. İhmal ettiğin yanın, gün gelir sığındığın en kuvvetli tarafın olur. Hikayenin içindeki sembolleri okuyacak olursak, dört eşin insan hayatındaki dört önemli temeli temsil ettiğini görebiliriz.
Dördüncü eş: Bedenimizi temsil eder. Bedenimizi severiz ve güzel görünmek için bedenimize özen gösteririz. Fakat ölürken bedeni, dünyaya terk eder gideriz.
Üçüncü eş: Dünya deneyiminde sahip olduğumuz maddi değerleri, serveti, kariyeri ve statüyü temsil eder. Öldüğümüzde servetimiz el değiştirir. Sahip olduğumuz bütün maddi değerler, başkasına aktarılır.
İkinci eş: Aileyi ve dostları temsil eder. Her ne kadar birbirimize çok yakın da olsak, kuvvetli bağlarla birbirimize kenetlenerek bir yaşam sürmüş de olsak, ölüm anında hepsi arkamızda kalır. Hayat geride kalan için devam eder. Bağımız, mezara kadardır ancak. Mezardan sonrasına güç ve destek veremezler. Yanımızda olamazlar.
İlk eş: İhmal edilmiş, az sevilmiş, ertelenmiş olan ilk eş, ruhumuzu temsil eder. Bizi, ölümden sonra da terk etmeyecek olan ruhumuzu...
En ihmal ettiğimiz yanımız, aslında sığınabileceğimiz en kuvvetli, en gerçek ve en yalın tarafımızdır. Buna rağmen eksik, yarım ve ihmal edilmiş kalır. Ruh, elbette gönülde barınır. Kalpte mesken tutar. Tevazu sahibidir. Sevilmese de sever, ihmal edilse de değerinden eksilmez, ertelense de sabırlıdır. Ne kadar öfke içinde olursak olalım, gönül her an sevmeye hep hazırdır. Sevmeye, bu yüzden gönülden başlamak gerekir. Kendini sevmeye başladığında ancak, başkalarında kendinden yansıyan güzellikler bulur, bulduğun güzellikleri aynalar, çoğaltır, büyütürsün. "Bir insanı sevmekle başlar her şey" diyor ya Sait Faik, işte o insan sensin... Kendini sevmeye başladığında başlar her şey...