- Belgesel yapmak kolay bir iş değilken, siz bir spor belgeseli yapmaya soyunuyorsunuz. Üstelik jimnastik gibi Türkiye'de pek de değer verilmeyen bir spor dalını seçiyorsunuz. Bu fikir kimden, nasıl çıktı?
- Efe Öztezdoğan: Aslında daha çok kurmaca sinema ile ilgilenen bir ekibiz. Ama amatör ve olimpik sporlar ilgi alanımız. 2008 yılında müzisyen dostum Alper Maral ile Pekin Olimpiyat Oyunları'nı seyrediyorduk. Sevgilisi için Avusturya'dan Almanya'ya göç eden, Olimpiyat Oyunları'ndan kısa bir süre önce sevgilisini trafik kazasında kaybeden ve hiç favori olmadığı halde Pekin'de insanüstü bir şekilde altın madalyayı kazanan halterci Matthias Steiner'i göz yaşları içinde seyrederken, sporun içindeki güçlü insan hikayeleriyle ilgili bir şeyler yapmaya karar verdik. Sonra yavaş yavaş aslında belgeselci olmayan veya sporla ilgilenmeyen sinemacı arkadaşlarımızı bu girdaba çektik. Yani belgeselciyken spora yönelmedik, spor hikayesi anlatmak için belgesel çektik diyebilirim. Sektörden kazandığımız paraları spor belgesellerinde kaybetmeye karar verdik ve ilham verici hikayeler anlatmayı amaçlayan Rings in Color'u kurduk.
- İpek Kent: Ben girdaba 2015'te kapıldım. Efe'ler 2012'de Türkiye'nin ilk jimnastikçisi Göksu Üçtaş'ın hikayesini anlatan Road to London'u çekmişti ve Cannes'da uzun metraj için ortak yapımcı arıyordu. Ben de başka bir uzun metraj projesi için ordaydım ve orada tanıştık. Road to London 35mm formatta 150 kare çekilmiş dört dakikalık bir spor belgeseliydi ve Türkiye'de standart bir art house uzun metraj bütçesine mal olmuştu ve üç yıl uğraşıp bir şekilde bitirebilmişlerdi. Uzun metrajı yapmak daha da imkansızdı. İşte o da dokuz yıl sürdü.
- Belgesel konusuna sporcuların yaklaşımı nasıl oldu? Dışarıdan gördüğümüz kadarıyla hepsi birbirinden rahat, egolarını yenmiş, hayatlarını jimnastiğe adamış kişiler. Ama sanki çok bir sporla uğraşıyor gibi değil de, çok basit bir işle meşgul gibi cool tavırları var. Sizi zorlayan yada ufkunuzu açan oldu mu?
- İpek Kent: Sporcular ilk andan itibaren filme çok sıcak yaklaştılar ama kamerayı unutturmak zaman aldı. Yavaş yavaş hayatlarına entegre olduk ve hayat akışlarına, antrenman programlarına hiç müdahale etmedik. Zamanla takımın bir parçası olduk. Dış etkenlerle mücadele ediyorlar, en çok da kendileriyle. Her gün yeniden motive olup o salona gelmeleri, disiplinleri, fedakarlıkları beni çok etkiledi ve değiştirdi diyebilirim. Sporcu hayatı çok çok zormuş, yakınlaştıkça daha da çok saygı duydum. Hiç beklemediğiniz anda çok içsel, bilge bir şey söyleyiveriyorlar. Efe'yle filmin diyaloglarından alıntılar yapıyoruz sürekli.
- Efe Öztezdoğan: Eclipse'deki jimnastikçilerin hepsi beş altı yaşından beri günde altı saat antrenman yapan hayatlarını mesleklerine adamış, dünya çapında ilk ellinin içinde, elit sporcular. Jimnastik son yıllara kadar Türkiye'de popüler olmayabilir ama atletizm ve yüzme ile birlikte üç ana branştan biri. Bir hareketi binlerce kez yapıyorlar ve mükemmele erişmeye çalışıyorlar.
- Araya pandemi girdiğini hesaba katarsak öncelikle iki yönetmen olarak siz psikolojinizi, belgeselin finansmanını nasıl idare ettiniz. Sonrasırda sporcular nasıl etkilendi, siz onları nasıl motive ettiniz?
- İpek Kent: Her ikisini de idare edebildiğimizi söyleyemem.
- Efe Öztezdoğan: Biz pandemiden birkaç ay önce çalışmaya başlamıştık ve sporcuların Olimpiyat Oyunları'ndan önceki son sekiz ayını çekmeyi planlıyorduk. Pandemiyle birlikte tarihte ilk kez Olimpiyat Oyunları ertelendi ve bu süreç yaklaşık iki yıla uzadı. Oluşan buhranda biz sponsorlarımızı kaybettik. Mantıklı insanlar projeyi iptal ederlerdi. Biz etmedik. Edemedik. Aynı anda başka işler yaparak ek kaynak yaratmaya çalıştık. Jimnastik federasyonu, kendisi de eski bir jimnastikçi olan başkan Suat Çelen en başından beri projeye çok inandılar ve destek oldular. Amatör branşlarda en büyük problemlerden biri sporcuların neler yaşadığının halk tarafından çok fazla bilinmiyor olması ve filmi, bunu anlatmanın bir yolu olarak gördüler. Sporcular da sadece madalya kazandıklarında haber oldukları için biraz üzgünler o yüzden yarışma dışında yaşadıkları zorlukları anlatmaya zaten oldukça motiveler.
- İpek Kent: Biz en başta yoğun ön hazırlıklı, daha tasarlanmış, görsel estetiğe yüklenen bir film hayal ediyorduk. Bir anda kendimizi tarihin en dramatik anlarından birinin içinde bulduk. Çok hüzünlü anlar yaşanıyordu, pandemide yakınlarımızı kaybettik ve buna rağmen filme odaklanmaya çalıştık.
- Pandemi ucu bucağı belli olmayan, her gün yeni sınırlamalarla savrulduğumuz bir süreçti. Hiç yeter artık ya, bırakalım bu iş dediğimiz oldu mu? Veya sporcuların size "Bırakın artık uğraşmayın" tarzı tavırları oldu mu?
- İpek Kent: Sporcular dört yıldır hazırlandıkları dünyanın en büyük spor organizasyonuna bir yıl daha hazırlanmak zorundaydılar ve bu süreçte pek çok turnuva iptal edildi, Hepsinin yaşadığı İzmir'de büyük bir deprem yaşadılar, sakatlıklar oldu ve motivasyonlarını koruyabilmek için büyük bir çaba harcadılar.
- Efe Öztezdoğan: Film onlar için yanda ilerleyen bir şeydi. Mümkün olduğunca görünmez olmaya çalıştık. Belki mücadeleleri belgelendiği için bir miktar motive olmuşlardır. Ama film sonuçta ikincil bir şey asıl olan onların hayat mücadeleleri.
- Pandemi sürecinde 4-5 farklı yerde kayıtları yaparken başınıza gelen ilginç bir olay oldu mu?
- Efe Öztezdoğan: Muhtemelen her belgesel gibi sonsuz olay oldu. Pandemi daha önce hiç kimsenin tecrübe etmediği, çok zor bir süreçti. Federasyon sporcuların sağlığı konusunda doğal olarak çok titizdi. Hemen projeyi iptal etmek yerine çok sıkı kurallarla devam etmemize izin verdiler. Sporcular çok uzun bir süre kampa girdiler ve birbirlerinden ayrı çalıştılar. Salon sürekli dezenfekte ediliyordu. Daha geniş bir ekiple çekim yaparken ekibi üç kişiye indirmek zorunda kaldık. İpek, yapımcımız Aslıhan ve ben. Biz de sporcular gibi bir otelde karantinaya girdik ve kimseyle görüşmedik. İki günde bir test olduk. İki maskeyi hiçbir an çıkartmadan çekimleri yaptık. Sporculara hiçbir zaman belli bir mesafeden fazla yaklaşmadık. Tüm bu önlemler sonucunda hem biz hem de sporcular sağlıklı bir şekilde süreci tamamladık ama gerçekten çok katı prosedürleri olan zor bir süreçti.
- İpek Kent: Sporcular genelde İzmir'deydi ama bazen birkaçı başka bir şehre kampa gidiyordu. 3 kişilik ekibi ikiye bölmek durumunda kalıyorduk. O kadar çok şehir değiştirdik ki Aslıhan Ankara'da takımı beklerden kendini İzmir'de sanıp niye bu kadar soğuk diye sorguladı bir süre.
- Belgesel öncesi cimnastik sporuyla ilgiliniz ne düzeydi?
- Efe Öztezdoğan: Belgesel öncesi Olimpik sporlara yakın ilgim olduğunu söyleyebilirim. Çekimlerin sonuna doğru hakemlik yapacak seviyeye geldiğimi düşünüyorum.
- İpek Kent: Yarışma izlemiyordum ama sporcuları tanıyordum. Ben Efe kadar sporun teknik yanına odaklanamıyorum, ama sporcuların kişisel hikayelerini keşfettikçe ilgin artıyor. Şimdi bir yarışmayı seyrederken en ince detayına kadar olanları görebiliyorum ve aynı anda kalbim çıkacak gibi oluyor.
- Olimpiyatlarda jimnastikte madalya gelince "Biliyordum" diye çığlık attınız mı, neler hissettiniz?
- Efe Öztezdoğan: Ben atamadım çünkü sırtımda kamera vardı ve evlerinde Ferhat'ın anne babasını çekiyordum. Ama sessiz sessiz baya ağladım.
- İpek Kent: Ben atmış olabilirim, o anı tam hatırlayamıyorum. İki yıl boyunca yüz yıldır hiç madalya almadığımız bir branştaki sporcuların hikayesini çektik. Madalya hiçbir zaman önemli olmadı bizim için. Hiç yapılmamış bir şeyi yapmayı deneyen beş genci çektik. Bu bizim için çok ilham vericiydi ve yeterliydi.
- Efe Öztezdoğan: Olimpiyat, aslında çoğunlukla herkesin yanlış kullandığı bir kelime. Olimpiyat bir yol. Stadyumdaki Olimpiyat meşalesinin sönmesiyle başlayan ve bir sonrakinin yanmasına kadar geçen dört senenin adı. Bir insanın, bir hedef için kendi iradesinin ve bedeninin sınırlarını zorladığı bir adanmışlık süreci… Olimpiyat Oyunları ise bu dört senenin kutlaması olan iki hafta. Madalya tabii ki önemli ama asıl önemli olan dört senenin sonunda oraya gidebilmek. Olimpiyat sadece sporda olan bir şey değil. Herkesin kendini adadığı konuda olabilecek bir şey. Bir bilim insanın hayatını adadığı bir konudaki araştırmaları, bir akademisyenin kariyerindeki makaleleri ya da bir sanatçının eserini bitirmeye çalışırken ki süreci olabilir.
- Filminizin İstanbul şehrinin kimliğinin bir parçası olan İstanbul Film Festivali'nde gösterilecek olması nasıl bir his?
- İpek Kent: Eclipse ile 2021 yılında İstanbul Film Festivali'nin ortak yapım marketi olan Köprüde Buluşmalar'ın development bölümüne 2022'de de work in progress bölümüne katıldık ve bizim için çok faydalı geçti. Festivalde filmi göstermek de çok güzel bir his, kendimizi evimizde hissediyoruz.
- Efe Öztezdoğan: Beyoğlu'nda doğmuş ve orta okul ve liseyi Beyoğlu'nda okumuş biri olarak İstanbul Film Festivali benim için çok özel. O yıllar festival zamanı her gün iki üç filme giderdik ve 14 yaşında falan, bir gün Emek Sineması'nda filmimin gösterilmesini hayal ederdim.
- Bunların hepsinin ötesinde, Jimnastik Milli Takımımız, sanki bir hidden track gibi 2024 Paris Olimpiyatlarına katılmaya hak kazandı. Nisan ayında onları izleyeceğiz. Ve haziran ayında Paris'te onları büyük bir heyecanla takip edeceğiz. Sizce yine bir madalya gelir mi?
- Efe Öztezdoğan: Daha önce takım olarak Olimpiyat Oyunları'na hiç gidilmemişti ve çocuklar bu sene gitmeyi başardı. Jimnastik çok fazla hatanın yapıldığı çok hassas bir branş ve özelliklerde takımlarda çok büyük sürprizler olabiliyor. Günlük performansa göre giden her takımın şansı var.
- İki yönetmen olarak çalışmak zor mu? Çatıştığınız konular oluyor mu?
- İpek Kent: Yaklaşık beş senedir hem reklamda hem de kurmaca ve belgeselde birlikte çalışıyoruz. Projelere çok farklı yaklaşımlarımız oluyor ve bu bizi genelde çok besliyor. Sanırım uzlaşamadığımız bir çatışma hiç yaşamadık.
- Belgeselin ismine gelirsek... Eclipse, neden bu ismi seçtiniz?
- Efe Öztezdoğan: Film sürecinde önce pandemi oldu, sonra deprem oldu. Neredeyse her sporcu ciddi bir sakatlık geçirdi. Bir gün Ferhat Arıcan yaşadığımız seneyi özetlerken "Güneş tutulması gibi bir anda karanlığa gömüldük" dedi ve filmin adını koymuş oldu. Güneş tutulmasından bir süre sonra güneş tekrar ayın arkasından doğuyor ve bu döngü belli aralıklarla tekrarlanıyor. Sporcuların hayatlarını çok iyi anlattığını düşündük.
- Siz Tokyo'ya gidebildiniz mi?
- İpek Kent: Hayır Tokyo'ya gidemedik. Çok az insan gidebildi zaten ve Oyunlar seyircisiz yapıldı. Ekibin masörü Nuhcan ve fizyoterapisti Rıdvan'a kamera kullanmayı öğrettik ve kameramızı gönderdik.
SPORCULARIMIZI BİRER CÜMLEYLE YORUMLAMANIZI İSTESEM...
Ferhat Arıcan
- Efe Öztezdoğan: Federer'den bir tık daha profesyonel
İbrahim Çolak
- İpek Kent: Çok çok iyi bir sporcu. Ama bundan önemlisi gördüğüm en naif, en kibar insan.
Nazlı Savranbaşı
- İpek Kent: Çektiğimiz en genç sporcuydu ama belki en olgun kişiydi. Çok güçlü bir kadın.
Ahmet Önder
- İpek Kent: Genel tasnifçi olmasına rağmen her alette de madalya alabilecek bir sporcu. Dünyanın en fotojenik insanı.
Göksu Üçtaş Şanlı
- İpek Kent: Onu gördüğümüzde aramızda "Kraliçe'yi selamlayın" diyoruz. Kapıyı açan kişi. Kahraman.
Adem Asil:
- Efe Öztezdoğan: Hedefleri uğruna her şeyi göze almış ve sonunda başarmış komple bir sporcu.