Alev Alatlı'nın ölüm haberini aldığımda gözümün önünden birtakım sayfalar geçti durdu. Yıllar önceye gittim haliyle. Bir Konya yolculuğu. Trendeyim. Ve koltuğun arasına bir kitap sıkışmış kalmış. Kimin acaba? Birileri unutmuş olmalı. Ya da ismindeki kuantum göndermesine nazire olarak, başka bir zaman aralığından düşüp buraya tutunmuş sanırım... Kâbus: Schrödinger'in Kedisi... Üç saati bulan yolculukta yutar gibi okuduğum satırlar. Yepyeni bir dünya keşfetmenin şaşkınlığı içerisinde Alatlı'dan ne bulduysam okumuştum sonrasında. Karşımda, dünyada dönüp duran tartışmaların çok ötesinde bir yazar vardı. Her romanı bir şimşek çakımı, her fikri sıra dışı ama sıraya girmek isteyenlerden de razı. Sonrasında takip lambam Alev Alatlı için her zaman açık durdu. Doksanların sonlarından itibaren Alatlı'nın düşüncelerini izlerken, çevredeki düşünce akımlarının da gelmekte olan yeni yüzyıl hakkında bazı kararsızlıklar yaşadığına şahit oluyordum; fakat Alev Alatlı dün neredeyse bugün de aynı yerde duruyordu. Birincisi, Yeni Dünya Düzeni hakkında düşünüyordu sürekli. Özellikle 11 Eylül'den sonra başlayan İslamofobiye ilk dikkati çeken aydınlardan birisiydi. Yeni dünyanın şafağında bekliyor, bu düzenin sürekli "okumuş avam" ürettiğini tekrarlıyordu.
YAŞAMA GÜCÜNÜ VURGULARDI
Yerliydi Alev Alatlı, buralıydı. Bütün düşünce şekillerini yerlilik merceğinden geçirerek bir tür doğrulamasını yapıyordu. Avamın bizim olanının diğerinden farklı olduğunu vurguluyor, Türklerdeki yaşama gücünün de başka milletlerde olmadığının altını çiziyordu mesela. Biz her şeyi kendi ellerimizle yapıyorduk. Başımıza gelen felaketler de, iyilikler de yine kendi ellerimizde hazırladığımız sürecin sonucuydu en nihayetinde. Bizdeki yaşama gücünü vurgularken, bu gücü, bir tetikleyici motor gibi doğru kullanmamız gerektiğini vurguluyordu. 2000'lerden sonra siyasi, askeri despotlar yavaş yavaş milletin hayatından çekilirken de aynı yerde durmayı tercih etti Alatlı, sivilliğin hemen yanındaydı hizası. Kemalist jakobenleri sınır çizgisinin dışarısına itelemiştir. İsmet Özel'in şiirindeki "çünkü benim sivil, dayanılmaz bir yüreğim vardır" dizesi neredeyse onun için yazılmış gibiydi. Ergenekon süreçlerinden Gezi Parkı İsyanı'na, oradan sadece ülkemizin değil, dünyanın da en büyük sivil direnişi olan 15 Temmuz gününe kadar Alatlı, içeriden konuşmayı sürdürdü. Mesela AK Parti iktidara geldiğinde başlayan manipüle operasyonuna ve kuşatmaya karşı ilk tepki ondan gelmiştir, Erdoğan'ın "evin içinden konuştuğunu" söyleyerek, millet-devlet çatışması çıkarmak isteyen Kemalist jakobenleri sınır çizgisinin dışarısına itelemiştir.
İLERLEME DENİLEN MASAL!
Gezi Parkı isyanından sonra başlayan süreci "paçozlaşma" ve "eblehleşme" gibi iki kavramla netleştirmiştir. Beyaz Türkler Küstüler romanı, paçozlaşma sürecinin bütün aşamalarını tanıdık isimler üzerinden anlatır. Bunun Batı'nın ussal düzenlemelerinden biri olduğunu sık sık söyler. "Çünkü Batı" der, Alatlı, "doğayı boyunduruk altına almaya çalışan nihilist bir öğretiyi vazeder durur." "İlerleme" denilen masalın Batı kadar obur olmayan diğer milletlerin felakete sürüklenme sürecinden başka bir şey olmadığını anlatır öncelikle. Batı'yı kendi ifadesiyle "onla pişti oynayacak kadar yakından tanımıştır". "Türkiye batarsa okyanuslar taşar" dediğinde güç bir zamanda kıt olanaklarla dünyayla yarışabileceğimizi de göstermiştir aynı zamanda.
ERDOĞAN'LA GURUR DUYUYORUM
Alatlı olağanüstü bir özgüven sahibiydi. Müsteşrik aydınların ipliğini pazara çıkardı. Türkiye özelikle son 20 yılda hem bölgesinde hem de dünyada hiç olmadığı kadar söz sahibi olduğunda, Cumhurbaşkanımız Erdoğan "Dünya beşten büyüktür" sözünü neredeyse bir manifesto olarak Küreselci iktidarların yüzüne çarptığında, onun sivil ve dayanılmaz yüreği de hep milli damardan atmayı sürdürdü. "Dünya 5'ten büyüktür dediği için Erdoğan'la gurur duyuyorum" dedi ve yalnız bırakıldı. "En kötü halinde bile İslam" dedi, defterden silindi, "Bugün Osmanlı olsa çok daha iyi olurdu" beyanını tekrarladı ve fikren tard edildi. Muarızları ona sükût suikastı uygularken, o, karşısındaki sömürge tipi aydınlarının ipliğinin bağlı olduğu merkezi işaret ediyordu. Çünkü Türk aydını bu yanlış Batılılaşmayla nekrofilik (cesetlere ilgi duyan) bir ruha bürünmüştü.
HER YASAL HAK, HELAL DEĞİLDİR
Dünyayı tahakküm altına alan yağma düzenine karşı çıkarak tek soluğu kalmayan nekrofil aydınların görmezden geldiği bu minicik kadın, söyledikleri ve yazdıklarıyla devleşirken, Aristo mantığına karşı saçaklı mantığı önermiş, savunma hattı olarak İslam kalmayı teklif etmiştir. Flaneurlar, Zapatistalar, Menşevikler, Plastinatlar havada uçuşurken, ülkenin düşünce iklimi organik aydınlar eliyle süprüntü makyajla ovalanırken, "her yasal hak helal değildir" diyerek, burada kalarak, buranın bir entelektüeli olarak düşünebilmeyi teklif etmiştir.
TÜRKİYE ANLAŞILAMAZ!
"Helalleşmek mahkemede dava kazanmaktan daha üstün" diyen Alev Alatlı bu yüzyılın en önemli meselesinin yasal olanla helal olanı örtüştürmektir diskuruyla hareket etti. Bugün 21. yüzyılın büyük Türk düşünürünü ebediyete uğurlarken, arkasında bıraktığı bu büyük edebi ve entelektüel mirasın, handiyse bir tür Türkiye Ansiklopedisi yazmak çabası olduğunun farkına varalım isterim. Ve kendisinin de çok sevdiği 19. Yüzyıl Rus düşünürü Tyutçev'in sözlerini şöyle tercüme ederek bitirelim; "Türkiye anlaşılamaz. Hesaba kitaba da gelmez. Kendisine has bir kimliği vardır, Türkiye'ye ancak iman edilir." Güle Güle yüksek zekâ, bilir kişi, buralı entelektüel, evin içinden konuşan kadın...