'Ojeli çiftçi' ve 'Türkiye'nin Heidi'si. Ailelerinin yanında başladıkları çiftçilik hayatları onları sosyal medyada fenomen haline getirdi. Binlerce insanın takip ettiği genç çiftçiler, yaşıtlarının aksine şehirler yerine köylerinde tarla süren, hayvan yemleyen, süt sağan ve ekin toplayarak sosyal medyanın meşhur kızları oldu. Sosyal medyanın en güzel yanlarından birisi "keşfet" kısmında yeni hayatlara, yeni başarılara, yeni hikâyelere tanıklık etmek. Bu kez lüks, gösterişli, birbirinden renkli hayatlardan farklı olarak iki ayrı köyde yaşayan ve çiftçilik yapan genç kızların hikâyesi dikkatimi çekti. Çocukluğumuzdan beri tarlada, bostanda, ahırda şalvarı, kazmasıyla, küreğiyle hafızamızda yer edinen çiftçi kadınlardan farklı olarak bu kez makyajı ve ojesiyle karşıma çıkan iki fenomen Eskişehirli İlayda Altıntaş ve Bolulu Nurgül Akdoğan doğallığıyla ilgimi çekti. Takibe başladım. Sayfalarında kuzularla kucaklaşmalarından, inek beslemelerine, traktörle sap taşımalarından at binmelerine kadar her anlarına rengarenk, doğal bir yaşamla karşılaştım. Büyük şehirlerin hengame dolu, yorucu hayatı yerine küçük köylerde yaşamayı tercih eden genç çiftçi fenomenlerle tanışarak onları SABAH Pazar okuyucularıyla¥ da buluşturmak istedim. İşte 'Ojeli Çiftçi' ve 'Türkiye'nin Heidisi'nin hayranlık uyandıran hikâyeleri.
OJELİ ÇİFTÇİ / İLAYDA ALTINTAŞ
Ojemi de sürerim, tarlamı da!
- Genç yaşta çiftçiliğe nasıl başladınız?
-Küçüklüğümden beri babamla birlikte çiftliğe giderdim. 2021'de bu sefer tamamen kendi üretimimi yapmak üzere yeniden girdim tarlaya. Şimdilerde tarlada tohumluk buğday, tohumluk ayçiçeği, tohumluk mısır, kabak çekirdeği ve bu sene ilk defa tohumluk kanola ekiyorum. Her günüm birbirinden yorucu ama çok da zevkli geçiyor. Tırnaklarımın ojesi bozuluyor ama her akşam yeniliyorum. Aynı zamanda Eskişehir'de üniversite eğitimimi de alıyorum. Özellikle Tarım ve Orman Bakanlığı'nın genç ve kadın çiftçilere sağladığı çok güzel destekler var. Ben de bunları araştırıp yararlanmayı düşünüyorum.
- Sosyal medyanın 'ojeli çiftçisi' olma hikâyenizi anlatır mısın?
- Sosyal medyadaki maceram köylerdeki genç nüfusunun giderek az olmasını fark etmemle başladı. '19 yaşında tırnakları ojeli bir kız çiftçilik yapabiliyorsa, neden diğer kadınlar çalışamasın. Ya da neden çiftçilik sadece erkek mesleği olarak görülüyor?' diyerek işimi sosyal medyada paylaşmayı ve gençleri etkilemek istedim. 'Ojemi de sürerim, tarlamı da' diyerek tarlaya girdim. Bir yandan üretim yaptım bir yandan yaptıklarımı çekip paylaştım. Şehirlerin kalabalığından, gürültüsünden sıkılan insanlar tarafından takip edilmeye, izlenmeye başladım. Böylece benim de Ojeli Çiftçilik hikâyem başlamış oldu. Şehirde yaşayıp masa başı işte çalışmanın aksine tarlada da çalışarak keyif alınabildiğini, ojeli tırnaklarla da çalışılabildiğini göstermek istedim.
TÜRKİYE'NİN HEİDİ'Sİ / NURGÜL AKDOĞAN
Şehir insanı doğal hayatımı izlemeyi sevdi
- Çiftçilik, hayvanlar, zor iklim şartları. Bu genç yaşta bunlarla uğraşırken yorulmuyor musunuz?
- Elbette çok zor bir iş. Bazen ben de çok yoruluyorum. Ama yine de çok zevk alarak yapıyorum. İlk başta devletin verdiği destekler ile kendime hayvanlar aldım ve genç girişimci olarak üretim yapmaya başladım. Orman Genel Müdürlüğü'nün, orman köylüsünün gelirini iyileştirmek ve kalkınmalarına katkı sunmak için sağladığı ORKÖY desteğinden ve kırsalda yaşamını sürdüren gençlerin ekonomiye katkılarını desteklemek amacıyla hayata geçirilen Genç Çiftçi Desteği Projesinden hibe alarak başladığım bu hayatı seviyorum. O nedenle zor da gelmiyor. Girişimci olarak atıldığım bu sektörde en büyük hayalim büyük bir işletme sahibi olmak.
- Sosyal medyada çok fazla kişi tarafından takip ediliyorsunuz. Bunu nasıl oldu?
- Benim köydeki hikâyem babama bu konuyu açmamla başladı. Ona tarlada olmayı, hayvanlarla ilgilenmeyi ve bunları yaparken de sosyal medyadan yaptıklarımı duyurmak istediğimi söyledim. Babamın aldığı kamerayla başladım bu işe. Özellikle pandemide evlerine tıkılan ve kendisini doğaya atmak insanlar tarafından çok sevilerek takip edildim. Şehirlerdeki insanlar hayatlarını evlerinde, tüm gün televizyon izleyerek geçirirken biz köyde rahatça dolaşabiliyorduk, koşturabiliyorduk. Doğayla iç içe olmanın en güzel yanı da özgür olmak. Ben de bu özgürlüğümü herkesle paylaştım ve çok güzel geri dönüşler aldım. Benim hayatımda pazartesi sendromu yok. Tek stresim sabah erken kalkıp hayvanlarımı beslemek.