"28 Şubat sonrasında da millet bu zulmü yapanları, onlara çanak tutanları demokrasi yoluyla tasfiye etti ve Türkiye kendi yatağına doğru kıvrıldı. Tarihin bize öğrettiği önemli derslerden biri de ne olursa olsun milletler kendi aslına rücu eder."
Bu sözler, 28 Şubat darbesini konu eden Son Durağın Şarkısı romanın yazarı Serkan Üstüner'e ait. Usta edebiyatçıyla, romanını, dönemin yarattığı travmaları ve bugüne yansımalarını konuştuk...
- Sizin açınızdan nasıl bir sürecin ürünü Son Durağın Şarkısı? Hangi motivasyonla, fikirle, neleri süzerek, neleri biriktirerek yazmaya giriştiniz ve yazdınız?
- Son Durağın Şarkısı bir kendini bulma serüveni ve bir dönem romanı. Türkiye'nin hangi siyasi, iktisadi ve kültürel süzgecinden geçtiğini anlatır. Türkiye'nin ne tür zor durumlardan geçtiğini anlatmak ve bunu edebi bir türle ifade etmek istedim. Şimdiye kadar bu dönemler ele alınmadı ve soyut kavramlar arasında dolaşıldı. Bu yüzden böyle bir romanı yazmak benim için bir zaruriyetti. Kendime karşı ve inandığım değerlere dair.
- Derdinizi anlatmak adına, romanda kurguladığınız hikayeyi nasıl özetlersiniz? Seçtiğiniz kahramanlar, özellikleri ve hikayeleriyle ne katıyor bütüne?
- Roman bu milletin gerçeği. Nasıl Kemal Tahir bu toplumun gerçekliğinden kopmadan yaşananları anlattıysa derdim yaşanan gerçekleri okurla buluşturmak. Seçtiğim kahramanların hepsi yaşadıkları tüm zorluklara rağmen yeniden ayağa kalkabilen güçlü karakterler. Hayatın aslında bize söylediği de böyle bir şey: zaten hangi sosyolojide olursa olunsun pes etmeyenlerin mutlaka istedikleri menzile vardıklarıdır. Güçlü kahramanlar bence romanı da hikayeyi de güçlü kılıyor.
- 28 Şubat döneminde siz kendi hikayenizde neredeydiniz? Hangi döneminize denk geldi sizin? O sıralar neler yapıyordunuz? Siz ve yakın çevreniz nasıl etkilendi o süreçten?
- Türkiye'deki tüm Müslümanları etkileyen bir dönemde elbette ben de ailem de etkilendi. Lise birinci sınıf öğrencisi biri olarak o zaman da Türkiye'deki gelişmeleri yakından takip ediyordum. Etrafımdaki insanların sadece başörtüsü yüzünden okullarından atıldığını görüyor, besmele ile bir dernek açıldığı için hakkınızda soruşturma açılıyordu. Bu haksızlıklar olurken elbette ben de meydanlara iniyor ve o yaşlarda haksızlığa karşı çıkıyordum. Dayım o dönem İstanbul Üniversitesi'nde Tarih bölümünde öğretim görevlisiydi. Kendisi alanında uluslarası bir otorite olarak gösterilir. Dayım Ahmet Ağırakça o dönem bu zulme ilk karşı çıkanların başında geliyordu. Sırf bu yüzden yani Müslüman kimliğinden dolayı üniversiteden atılmak istendi, ünvânı elinden alınmak istendi ve olmayan bir iddianame üzerinden yargıladılar. Mecburi bir hicrete maruz bırakıldı. O dönem binlerce insan sadece Müslümanım dediği için işyerleri kapatıldı. Üniversitelerinden kovuldular ve büyük travmalar yaşamaya mahkum edildiler. Sonra bu insanlar geri döndüler ve devlete millete en güzel şekilde hizmetkar oldular.
- Bu tarz bir post modern darbe, Türkiye'ye neler kaybettirdi ve belki de neler kazandırdı sizce, hiç böyle bir amacı olmasa bile?
- Biz insanlar hep zahire bakarız. İlk baktığımızda Evet, bu darbe toplumda büyük yaralar açtı. Türkiye'nin elli yıl geriye götürdü. Milyarlarca dolar vatandaşın cebinden çalındı ve bunu herkesin gözünün içine bakarak yaptılar. Bazı büyük kırılmalar sonrası toplumda bir birleşmeye ve birliğe işaret eder. 28 Şubat sonrasında da millet bu zulmü yapanları, onlara çanak tutanları demokrasi yoluyla tasfiye etti ve Türkiye kendi yatağına doğru kıvrıldı. Tarihin bize öğrettiği önemli derslerden biri de ne olursa olsun milletler kendi aslına rücu eder.
- Başka 28 Şubat'lar yaşanmaması için neler yapılmalı sizce?
- Bir defa şunu söylemeyelim ki, karşı tarafınızda toplumun bir kesimini oluşturan insanların zihniyeti maalesef 2023'te bile değişmiyor. Onlardan olmayanlar bir düşman olarak görülüyor. Size biçtikleri ölçü de hastalıklı. Sizin bir doktor, mühendis, milletvekili, ressam, yazar olarak görmek kendilerinin ruhlarında derin yaralar açıyor. Bir de 25 yıl ülkeyi yönetmeniz bu zihniyetin az olan akıllarını da başından almış durumda. Bir kez daha 28 Şubatlar yaşanmıyorsa ve tüm Türkiye kendini güvende hissediyorsa bunun en büyük mimarı hiç şüphesiz Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'dır. Türkiye dünyanın sayılı saygın ve güçlü devletleri arasında yer alıyorsa hiç şüphesiz Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'a çok büyük bir teşekkür borçluyuz. Romanda da iki yerde kendisi sahne alıyor ve kendisini görüyoruz.
BU ZİHNİYET DEVAM EDİYOR!
- 28 Şubat zihniyetinin hala devam ettiğini son seçimlerden önce gördük. Bu zihniyet kendini güçlü hissettiği anda yeniden harekete geçiyor. Sokaklarda, otobüslerde hanımların başörtülerine saldıranlar, çıkarmaya çalışanlar oldu. Üstelik kendi hemncinsleri yaptı bunları. Ve de modernlik ve çağdaşlık adına! Siz bu zihniyeti nasıl yorumluyorsunuz... Özellikle hâlâ devam ediyor oluşunu?
- Tanzimat sonrası başlayan batı tarzı aydınlanmanın Cumhuriyet sonrası jakoben, faşist bir fikre bürünmesi neticesinde onlarca yıl bu zihniyet devletin bir fikri olarak kendini korudu. Askeri kanatta, yargıda, medyada, sermaye sahiplerinde bu zehirli fikir bir amentü olarak kabul edildi. 2002 yılına kadar çok güçlü bir şekilde kendini devam ettirdi. 2002 Türkiye'de büyük bir değişimin habercisi olarak kendini gösterdi. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti Türk milletinin umudu olarak ortaya çıktı. Demokrasi adına, insan hakları ve özgürlükler adına büyük atılımlar yapıldı. Necip Fazıl'ın dediği gibi öz vatanında kendini parya hissedenler öz vatan kavramına kavuştu. Bu kirli zihniyetin bu topraklara dair herhangi bir faydası olmadığını yüzyıldır gördük. Nasıl bir habis bir ruh halidir ki, dillerine pelesenk ettikleri ama yalan olan demokrasi, insan-kadın hakları gibi süslü cümleler sonrası kadınlara saldırıyı bir hak olarak görüyorlar. İşte bu gerçekliği görmek bir yazarın işi. Elbette olaylara siyasi açıdan baktıkları için bunu görmeyen yazarlara da ne denir bilmiyorum.