- Türkiye'de sizce halkın seçimlere ilgisi, seçmen davranışı zaman içinde nasıl değişti? Nereden nereye geldi?
- Bir genelleme yapmak gerekirse;
seçimlere olan yoğun ilgi
elbette 1946 ile başladı diyebiliriz.
Yani Demokrat Parti'nin
kuruluşuyla birlikte; unutulmasın
ki, ondan önceki seçimler,
yani tek parti dönemini kast
ediyorum, adeta sembolik bir
törenden ibaretti ve bu yüzden
seçime ilgi ve katılım çok düşüktü. Bunun
nedeni basitti: Seçimler iki dereceli yapılıyordu;
seçmenler milletvekili seçiminde
kendileri adına oy kullanacak ikinci seçmenler
için oy kullanma imkânına sahipti.
Sonucu belli olan bir seçime katılmanın
heyecanlı bir yönü olmadığı zaten açıktır!
Bu tarihten itibaren seçmenler, hangi koşulda
olursa olsun, siyasi şartların önlerine
koyduğu seçenekler arasında bir tercihte
bulunabilmek için her zaman seçime geniş
ölçüde katıldı.
DÜNYADA EN BÜYÜK SEÇİM KATILIMI TÜRKİYE'DE
- Dünya ülkeleriyle, kıyaslandığında Türkiye seçim konusunda başarılı mı sizce? Hem katılım hem seçim güvenliği açısından...
- Bugünden bakıldığında Türkiye, seçime
katılma oranı açısından Avrupa'da başka
bir ülkeyle karşılaştırılamaz derecede
ileridedir. Ve bu hep böyle olmuştur. Seçmenler
siyasi tercihleri temelinde ülkeye
yön vermek konusunda yüksek hassasiyete
sahiptir. Elbette bütün bunların
tek bir hamlede gerçekleştiği
söylenemez; özellikle 27 Mayıs'tan
sonra seçim güvenliğinin
hayli yüksek seviyede gerçekleştiğini
söyleyebiliriz. Bu süreç de
son 60 yıla damgasını vurdu.
Bir önemli hususu da unutmamak
gerekir sanırım; o da oyların
sayımının çok kısa sürede
tamamlanabilmesidir. Hele son
yıllarda ulaştırma, haberleşme
ve teknolojik imkânların artması;
on milyonlarca oyun hızla sayılarak,
neredeyse birkaç saat içinde sonuçların
açıklanmasını mümkün kıldı. Türkiye'de
seçimlere hile karıştırıldığı ya da bir şekilde
seçim sonuçlarının değiştirildiği
yönündeki iddialar -özellikle de son birkaç
on yılda- yalnızca siyasi ithamlar olmaktan
ileriye gidemedi. Zaten gerçekten böylesi
bir iddiaya inanan bir siyasi parti olsaydı,
bir daha seçime katılmazdı!
GEÇMİŞ İTTİFAKLARIN SİYASİ MACERALARI
- Günümüzdekine benzer siyasi parti ittifakları daha önceleri de denendi mi? Yoksa bu ilk kez mi oluyor?
- Evet denendi; 1950 sonrasında -o
sırada seçim sistemi nispi temsil değil de,
çoğunluk esasına dayandığından- birinci
partinin seçim çevresinde bütün milletvekilliklerini
kazanmasına imkân tanıyan
sistemde; Demokrat Parti'nin bu avantajının
önüne geçebilmek için muhalefet
partileri -tıpkı bugün gibi- kendi aralarında
ittifak yapmak istediler. Bu partiler ana
muhalefet partisi olan CHP ile zamanında
Demokrat Parti'den ayrılmış olan Osman
Bölükbaşı'nın partisi olan Cumhuriyetçi
Millet Partisi idi. -Sonra adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi oldu. 1954 ve 1957 seçimleri öncesinde böyle bir girişimde bulundular. Fakat Bölükbaşı, CHP ile karşılaştırıldığında pek küçük bir oranda oy alabiliyordu. Ama kendi partisiyle CHP'yi eşitlemek istedi. Bu şartlarda CHP kendisiyle oy oranı bakımından yarışamayacak olan bu küçük partiye ancak küçük bir kontenjan ayırınca da, bu birliktelik mümkün olamadı. Çünkü Bölükbaşı yarı yarıya bir ortaklık talep etmişti! Ama elbette bu talep siyasi gerçeklerle pek bağdaşmıyordu! 1957 seçiminde böylesi bir ortaklık mümkün olabilseydi; elbette iki partinin toplam milletvekili sayısında hissedilir bir yükselme olabilirdi!
Ancak daha yakın dönemlerde de partiler arasında benzer ittifaklar oldu. Mesela 1991 seçimine Refah Partisi ile Milliyetçi Çalışma Partisi -bugünkü MHP- ve Islahatçı Demokrasi Partisi birlikte katılmışlardı. Ortak aday listesinde bulunan ve milletvekili seçilen isimler daha sonra kendi partilerine geçmişlerdi. Ama partiler arasında ittifak politikası hayli istisna kaldı.
POLİTİK HEYECANA ALIŞIĞIZ
- Seçimler bizde milli bayram havasında geçiyor, ilginçtir... O akşam herkes televizyonlarının başında saatler geçiriyor. Ve Türkiye halkı seçimleri siyasiler kadar çok ciddiye alıyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
- Seçime katılım oranı yüksek
ve seçmenler de teyakkuz halindedir
diyebiliriz. Bu teyakkuzdur ki,
seçime katılım oranını hep yüksek
tutuyor. Politikayı da sertleştiriyor.
Zaten tarihsel planda politik
kültürümüz bu yönde ve alışılmış
kısmı böyle... Belki de dışarıdan
bakıldığında hayli telaşlandırıcı bir
görüntü olabilir; ama neticede yüz
yıldan uzun zamandan beri politik
heyecana ve katılıma alışığız.
- Son 40 yılda en zorlanılan (hükümetin kurulma süreci, koalisyonların dağılması, koalisyon kurulamaası gibi) seçimler hangileri oldu sizce?
- 1961 seçimlerinin ardından
ilk kez koalisyon hükûmetlerine tanık
olduk. Neticede dört yılda dört
koalisyon kuruldu. 1973 seçimini
takiben 1980 darbesine kadar sürecek
olan yeni koalisyonlar devri
de hatırlanmalıdır. Koalisyonların
kısa ömürleri, bir bakıma kuruluş
dönemlerinde görülen uzunlukla
adeta tezat teşkil etmekteydi. Benzer
bir gelişmeye 1991 seçiminin
ardından da rastlandı ve bu 2000'li
yıllara böyle sürdü. Bugünden geriye
bakıldığında; neredeyse bütün
partilerin çeşitli koalisyonlarda yer
aldığını söyleyebiliriz.
AÇIK FARKLA KAZANILAN SEÇİMLER
- Açık farkla tek partinin kazandığı seçimlerimiz hangileri oldu? Bu tür seçimlerde arayı en çok açan parti ve seçim hangisiydi?
- Açık ara fark elbette herkese göre değişebilir; fakat örneğin 1950 seçiminde DP'nin yüzde 52'sine karşı CHP'nin yüzde 40'ı açık ara sayılır-ama bir sonraki seçimde aradaki farktan altı puanın muhalefete geçmesi halinde seçimin başa baş gelebilmesinin de mümkün olduğunu hatırlamalıyız-. 1954 seçiminde bu farkın daha da açılması, açık ara fark deyimini doğrular. Ama Adalet Partisi'nin 1965 seçimindeki yüzde 53'ü karşısında CHP'nin yüzde 29'u sanırım açık ara farkı gözle görünür hale getirmiştir. 1969'da da benzer bir sonuç çıktı: Adalet Partisi'nin oy oranı yüzde 47 kadar; CHP'ninki de yüzde 27 kadardı. Bu artık bayağı bir fark... Biraz daha yakına gelirsek; AK Parti'nin 2007 seçimindeki oy oranı yüzde 46 kadarken CHP'ninki yüzde 20 idi. Yine bariz bir açık fark söz konusu oldu. Bir sonrakinde de benzer bir netice çıktı: AK Parti yüzde 50 kadarken CHP yüzde 25'i ancak geçmişti. Ama bu türden açık farkların istisna olduğunu da belirtmeliyim; genellikle partiler arasındaki oylar birbirine yakın olduğunda -ve elbette nispi temsil yönteminin sonucunda- koalisyon dönemlerine geçilmiş oluyordu.
EN YÜKSEK KATILIM ORANI
1950'de yüzde 90'a varan katılıma çok yaklaşıldı, ama bu oran sadece 1983 ve 1987 seçimlerinde geçildi. En başından beri yüzde 85 civarında bir katılım görülüyor. Ama 1969 seçiminde yüzde 64 ile dibe vurulmuş gibi. 1973'de ise yüzde 66... Sonra katılım hızla tekrar yükseldi. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 75 kadar bir katılım varken; bir sonrakinde yüzde 85'i rahatça geçebildi. Rakamları saptamak, o dönemin genel siyasi atmosferini tasvir; fakat iş neden-sonuç ilişkisine gelince; çetrefilli. Ayaküstü değerlendirmek doğru olmaz.
REFERANDUMDA DA TECRÜBELİYİZ
- Ve referandumlar... Türkiye'nin referandum tarihine baktığınızda hangi detayları, anekdotları hatırlıyorsunuz en çok?
- Referandum (ya da halk oylaması) ile hayli geç bir tarihte tanıştık açıkçası: 1961 anayasasının kabulü için ilk kez referanduma gidildi. O zaman referendum kelimesi hemen hemen hiç duyulmamıştı; o kadar ki, bazıları yurt dışından MR. referendum adında birinin geleceğini sanmıştı! O zaman anayasa % 60 oy oranıyla kabul edilmişti. Sonra ama uzun zaman sonra 1980 darbesinin ardından 1982 anayasası için aynı şey yapıldı; ama bu kez yüzde 90'dan fazla kabul oyu çıktı. Anavatan Partisi döneminde 1982 anayasası ile siyasilere konulan yasağın kaldırılması için yeniden referanduma gidildi. Kıl payı kabul oyu çıktı. 1988'de ise yerel seçimin erkene alınması için referanduma gidildi ve ilk kez yüzde 65 ile öneri reddedildi! Son yıllarda 2008 yılındaki anayasa değişikliği önerisi ise yüzde 70'e yakın oyla kabul edildi. Bu değişiklik Cumhurbaşkanının doğrudan seçimine ilişkindi. 2010 anayasa değişikliği önerisi de yüzde 58 kadar bir çoğunlukla kabul edildi. Ve nihayet 2017 tarihli son değişiklik de aslında kıl payı kabul edildi. Aradaki oy farkı, bir buçuk milyon oy bile değildi!