Gazeteci yazar Murat Bardakçı, Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra Yıldız Sarayı'yla ilgili yaşananlar üzerinden bir devrin panoramasını çıkarıyor. Osmanlı padişahı ve halifelerinin yönetim merkezi olan sarayın, yabancı kumarhane zincirlerinin parçası olarak, peşkeş çekilmesinin hikayesine belgelerle birlikte, çarpıcı bir şekilde vakıf oluyoruz. Kumarhaneye dönüştürülen sarayda, kendi tarihi mirasıyla alay eden ve altı asırlık bir devri bitirmeye and içmiş sosyete heveslilerinin, dönemin mizah dergilerinde nasıl da gülünç duruma düştüklerini de öğreniyoruz. Kitabın omurgasını oluşturan bir diğer mesele ise Topkapı Sarayı'ndaki hazinelerin satış teşebbüsü. Devletin arşivlerinde saklı kalan olayları belgeleriyle okura sunan Bardakçı kitabında, diğer ülkelerden siyasî reddimiras örnekleri de veriyor.
Yıldız Sarayı'nda kumar intiharı!
"Sultan Abdülhamid'in 30 küsur, son padişah Sultan Vahideddin'in de dört sene boyunca kullandığı Yıldız Sarayı'nın, yani imparatorluğun en yüksek seviyedeki idare merkezi olan mekanın bir bölümü, Cumhuriyet'in ilanından üç yıl sonra, 1926'da kumarhane ağırlıklı bir gazino haline getirildi ve devletin içişleri bakanı seviyesinde temsil edildiği bir balo ile açıldı.
Mario Serra adındaki İtalyan bir girişimcinin kiralayıp işlettiği ve resmi ismi Yıldız Belediye Gazinosu olan kumarhane kısa bir zaman içerisinde vatandaşların servetlerini kaybetmelerine, sosyal facialara ve intiharlara sebep olunca, açılışından 11 ay sonra yine devlet tarafından savcılık ve polis marifetiyle kapatıldı. Ancak, meselenin hukukî boyutu kapatma ile bir neticeye ulaşamadı ve seneler süren bir mahkeme safahatı başladı. Yıldız'da yaşananlar kamuoyunu yıllarca meşgul etti; uzun müddet memleket gündeminin ilk sırasında yeraldı, Mario Serra ile yapılmış olan sözleşmeler bir türlü iptal edilemeyince davalar uzadıkça uzadı, hükümet gerektiğinde kararnameler çıkardı ve Yıldız macerası kumarhanenin açılışından ancak 13 sene sonra, 1939'da noktalanabildi."
Topkapı Sarayı hazineleri Avrupa'da nasıl satıldı!
" (...) Kitapta ayrıntılarını okuyacağınız ikinci hadise, 1923 ile 1963 arasında ve sessiz-sadasız cereyan etti: Topkapı Sarayı'nın Hazine Dairesi'nde, Dolmabahçe'de, Evkaf Müzesi'nde ve Askerî Müze'de muhafaza edilen imparatorluk mücevherlerinden bir kısmı 1923'te Ankara'ya nakledildiler, iki sene sonra yerlerine iade edildiler ama 1927'de yeniden Ankara'ya götürüldüler. Medine Müdafii Fahreddin Paşa'nın 1917'de iki bin civarında askerin muhafazası altında İstanbul'a gönderdiği ve Topkapı Sarayı'nın Hazine Dairesi'ne konan Medine Emanetleri'nden 86 adet gayet kıymetli eser de götürülen eserler arasında idi. Reddimiras, asıl bu nakilden sonra yaşandı:
Hükümet, 1927'de hazineleri elde edilecek geliri millete sarfetmek, yani memleketin kalkınmasında kullanmak maksadıyla Avrupa'da satmaya karar verdi! Hazineden eski devirlerde de kimi mücevherler yahut objeler ihsan edilmiş veya siyasî maksatlarla hediye olarak verilmiş, buhran dönemlerinde altın ve gümüş eşyanın bir kısmı para basımı için Darphane'ye gönderilmiş, saray eşyasının da zaman zaman satıldığı olmuştu. Meselâ, 15. asırda yabancılar tarafından kaleme alınmış kitaplarda İkinci Bayezid'in tahta geçer geçmez babası Fatih Sultan Mehmed'e ait sanat eserlerini sattırdığı, hattâ bu eserlerden birkaçının pazara düştüğü yazılı idi. Devlet gerçi sabık sultan Abdülhamid'in mücevherlerini 1911'de Paris'te mezat ile sattırmıştı ama satılan mücevherler saraylarda muhafaza edilen hazineye değil, sabık hükümdara ait idiler ve hazineden 1927 olduğu kadar geniş çapta eser satışı teşebbüsü hiçbir zaman görülmemişti."