Son dönemde, özellikle sosyal medyada kurulan nostalji grupları, 70'leri, 80'leri', 90'ları yad ediyor... Dönemin objeleriyle, dönemin duygularıyla. Yıllar sonra, bin bir çabayla eve bağlanan o ilk telefonun, alınan ilk televizyonun, çalışırken evi gezen ilk çamaşır makinesinin, tek kanallı televizyonda beklenen o çizgi film saatinin, soba sıcaklığının, yer yatağının, yer sofrasının mutluluğunu paylaşıyorlar birbirleriyle... Genel yakınma, "O zaman daha mutluyduk, şimdi her şeyimiz var. Konforluyuz, hayatımız daha kolay, her şeye ulaşabiliyoruz ama mutluluğu yakalayamıyoruz" güzergahında ilerliyor... Sahi insan, eskisinden daha zor, imkanları daha az olan bir hayatı neden özler! İşte asıl soru bu...
Gerçekten de bugün sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde; gelişen teknolojinin, yükselen hayat standardıyla garip bir şekilde ters orantılı gidiyor mutluluk algısı. Yakın dönemden iki reklam sloganını hatırlayın... Biri "Hep daha fazlasını iste!", diğeri "Hayat bir yolculuksa, yeriniz en önde olmalı!"... Bugünün dünyasını, doyumsuz modern insanını özetliyorlar sanki. Mutluluk sektörü hızla mutluluk öğütüyor. Hep bir sonraki, hep daha iyisi... Moda tabirle alemden aleme akan ama nedense hiçbir alemde sebat edemeyen insan çıkıyor ortaya neticesinde... İnsan tabii ki, her şeyin en iyisine layık. Ama eskiden, yani reklam sektörünün, küresel 'mutluluk pazarlamacıları'nın bizi bu kadar doyumsuz hale getirmeden önce, yetinmesini daha iyi biliyorduk... "Aza kanaat etmeyen, çoğu bulamaz" diye öğütlenmiştik. Bu bizde bir eksikliğe değil, kendi imkanlarımızı, hayatımızı kendi sahip olduklarımız üzerinden değerlendirmeye götürüyordu bizi. Her anlamda az alternatifimiz vardı, seçtiklerimizle mutluyduk... Öyle miydik, gerçekten! Devam edelim...
Klinik Psikolog Mehmet Teber, hayat standartlarının yükselmesine rağmen -ve belki de bu yüzden- mutluluk algımızın azalmasıyla ilgili üzerine çok düşündürecek bir açıklama getiriyor: "Hayat standartların yükselmesi bir açıdan çok güzel. İnsanca yaşadığımızı hissediyoruz. Bizim adımıza makineler çalıştıkça biz hayatı belki daha çok yaşıyoruz. Muhabbete, dosta daha çok zaman kalıyor. Yükselen hayat standartları bize müthiş konfor sunuyor. Konfor güzel ama bir yandan da insanın düşmanı. Sinan Canan bir bilim insanı. Beyin ve insan biyolojisi üzerine araştırmaları ile bilinen biri. Konforun insanı çürüttüğüne oldukça fazla değiniyor. Evet yükselen standartlar işimize yarıyor ama mutlu olmanın da standardını yukarı taşıyor. Dünyanın bir ucundaki kişi kuyudan çıkan temiz suyu gördüğünde çılgına dönerken öteki ucunda bu duyguyu yaşamak için belki son model bir telefon almak gerekiyor. Sanırım standartların mutluluğumuza pek katkısı yok. Konfora katkısı var, boş zamana katkısı var ama bu katkıların da yan etkileri var."
Sosyolog Vehbi Bayhan ise daha 'sert' ve net bakıyor olaya. Hani derler ya, kitabından ortasından konuşuyor. Eskiden daha mutlu olduğumuzu, nedenleriyle ortaya koyuyor: "Eskiden insanlar daha mutlu idi. Yetinmeyi ve şükretmeyi biliyorlardı. Sanayi toplumu ve tüketim toplumuna evrildikçe mutluluk oranları düşmeye başladı. Günümüzde sürekli isteyen, tatmin olmayan, hedonist, bencil ve narsist bir kültür oluştu. 80'li yıllardan başlayarak televizyonlarda yayınlanan gerek ABD kaynaklı gerek Türk yapımı dizilerde sürekli varsıl bir hayat sunulmaktadır. Zengin kız yoksul oğlan veya zengin oğlan yoksul kız teması Türk filmlerinden miras alınarak çağdaş versiyonu ile sunulmaktadır. Sunulan bu kurgu hayatlara özenen alt sosyal sınıftakiler bu yaşam örüntüsüne kavuşacak araçları olmayınca mutsuz olmaktadır. Yani medya gösterişçi yaşamlar sunmakta, buna erişemeyenler de bunalıma girmektedir."
Konu öyle detaylı ve çetrefilli ki... Eskiden, küçük imkanlarla neden daha kolay mutlu oluyorduk? Bugünkü doyumsuzluğun sebebi ne? Elbette herkesin söyleyecek bir sözü var. Psikoloji uzmanlarına, sosyologlara, ilahiyatçılara, ünlü-ünsüz farklı mesleklerden pek çok insana değişen mutluluk algımızı sorduk? Öyle detaylı anlatımlar, cevaplar geldi ki neredeyse bir kitap çıkar... İşte bu görüşlerden süzebildiklerimiz...
PROF. DR. VEHBİ BAYHAN (SOSYOLOG)
Estetik tüccarları kadınlara, 'Brezilya poposu' satıyor, bu mu mutluluk?
"Geçmişte yokluk döneminden geçse de göreli refahın tüketim endeksli yaşam tarzına alışan yetişkinler de şükretmeyi ve yetinmeyi unuttukları için hiçbir şeyden mutlu olamıyorlar. Reklam ve moda endüstrisi sürekli tüketim emtialarını yenileyerek daha fazla sahip olmayı bilinçaltına şırınga ediyor. Yaşam standardı arttıkça insanlar mutlu olacak söylemi bir yanılsamadan ibarettir. Maddi açıdan her şeye sahip ülkeler veya sosyal sınıflar, tatminsiz, narsist ve hedonist bir kültürün içinde bocalamaktadır. Dünya mutluluk endeksinde birinci sırada Finlandiya yer almaktadır. Finlandiya'nın toplumsal yapısına bakıldığında bir dengenin olduğu görülecektir. Mutluluk endüstrisi, günümüzde kişisel gelişim, yoga, fitness, estetik cerrahisi ile pazarlanmaktadır. Dünyada ve Türkiye'de kadınların son yıllarda 'Brezilya Poposu' yaptırma oranı oldukça yüksektir. İnsan bedeni moda bağlamında tıbbileştirilmekte ve pazarlanmaktadır. Ayrıca moda diye beli ve göbeği açıkta bırakan Crop üst giysilerin yakışan yakışmayan herkesçe giyilmesi tüketim ve moda endüstrisinin gücünün bir göstergesidir."
ELİF PINAR (EDEBİYAT ÖĞRETMENİ)
'Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı!'
"Hatırladığım ilk mutluluk anısı, okula gitmediğim cumartesi sabahları, sevdiğim çizgi filmin jenerik müziği ve sobada kızaran ekmeğin kokusu ile güne uyanmaktı. Annemlerin döneminde ise Şehzadebaşı sinemalarına yeni gelen filmin afişlerini seyretmek, gazete bayiinden aldıkları romanları soluk lamba ışığında bir gecede bitirebilmekti mutluluk. Şimdilerde zalim bir çarkın içinde topyekün tüm insanlık... Kanaat toplumundan, dijitalleşen dünyanın yalnız ve hırçın bireylerine evrildik. Hırs, en büyük yaşam dinamiği oldu. Yavaşlığını kaybeden hayat, mutluluğu da aldı bir yerlere sakladı sanki. Aslında veliler de hep "daha fazlasını" istemiş, aşkın ve aşkınlığın daha fazlasını. Yaratıcıya daha fazla yakın olmanın yollarından müteşekkil koskoca bir tasavvuf tarihimiz var. Damla iken sonsuz deryanın hasretini taşımış hepsi. Bugün sinesinde bir kalbi, derununda bir ruhu olduğunu unutan insan, midesi ve cebi için daha fazlasını istiyor. Oysa Yunus hastalığın teşhisini yüzyıllar önce bulmuş: "Bunca varlık var iken/ Gitmez gönül darlığı."
MEHMET TEBER (KLİNİK PSİKOLOG)
Standartlar yükseldikçe mutluluk elimizden kayıyor
Siyah beyaz televizyonlardan renkli televizyonlara geçince dünyanın en büyük mutluluğunu yaşamış biriyim. Evimize ahizeli telefon bağlandığı dönemler çok havalıydı çünkü mahalledeki tek telefon bizdeydi. Merdaneli çamaşır makinesinden otomatiğe geçiş yine güzel bir serüvendi. Annemin eve bulaşık makinesi aldırmak için babamla girdiği mücadele ve sonunda gelen zaferin mutluluğu hatıralarımda duruyor. Sobalı evden ilk kaloriferli eve geçiş, Cennete açılan bir kapı gibiydi. O dönemler muz, kaşar peyniri, ketçap ve salam birçok ev için mutluluk vesilesiydi. Bir dönemin lüksü olan bu gibi birçok durum artık evlerin standardı. Kimse sabit telefonu, bulaşık makinesi ya da kaloriferli evi olduğu için mutlu olmuyor. Evlenirken bulaşık makinesi almak evliler için bir ayrıcalık görünmüyor. Acaba yükselen standartlar mutluluğu düşürüyor olabilir mi? İnsanın en nihai çabası mutlu bir hayat sürmek değil mi? Ya mutlu olmayı umarak peşinde koştuğumuz standartlar bilakis bizi mutsuz ediyorsa? Evet kimlik rollerimizde biz kendimizi geliştiriyoruz aslında. Önceki nesle göre daha iyi anne-baba, daha iyi eş, daha iyi çalışanız. Biz kendimizi geliştiriyoruz ama standartlar bizden daha hızlı yükseliyor ve elimizde yetersizlik ve mutsuzluk kalıyor."
ZAFER YILMAZ (KUYUMCU)
Küçük mutlulukları hafife almayın
"Mutluluk göreceli bir kavram, anlayıştır. Kişiye özel hale gelmiştir. Oysa bizim büyüklerimiz ve biz -çok şükür- 'Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir' anlayışını hayatımıza ölçü olarak koyduk. Bu anlayışımız ben odaklı yaşamı tercih etmemektir. Ben bu anlayışla yaşıyorum. Modernizm ve teknoloji insan hayatını kolaylaştırdı. Ancak 'hep daha fazlası, daha fazlası' anlayışına götürdü. Gençlikte ideal, amaç bırakmadı. Sadece üretmeden tüketime yönlendirdi. Bu anlayış doyumsuzluğa götürdü, mutluluğa değil. Gençlik ben odaklı yaşam tarzını benimseyerek, paylaşmayan, üretmeyen, sevmeyen, hiçbir olaydan haz almayan halde yaşar oldu. Kendi ailemden örnek vereyim; ben an az 15 senedir kendime bir şey almıyorum. Dört adet ayakkabım var. Ailemdekilerin onlarca ayakkabı, çanta, elbiseleri olmasına rağmen hâlâ almak istiyorlar ama bir türlü mutlu olamıyorlar. Bugün artık mutluluğu endüstri haline getirip onu elimizden aldılar. Ben olayı böyle tahlil ediyorum."
GÖKHAN ERGÜR (KLİNİK PSİKOLOG)
'Yeni kış kombini'yle, bambaşka ve mutlu biri olmuyoruz!
"Modern insan mutluluğu yanlış yerde arıyor ve her mutluluk arayışı denemesinde daha mutsuz biri olarak evine, kalbine dönüyor. Cebimizdeki adresler, yüksek tanıdıklar, bol limitli kredi kartları bile önüne geçemiyor bu savruluşun. Moda devlerinin ya da teknoloji patronlarının bu arayışa kendilerince esaslı yanıtlar verdiğine şahit oluyoruz. Önerdikleri kış kombinleriyle bambaşka biri olacağımızı, son çıkan dört kameralı cep telefonuyla dünyamızın değişeceğini inatla ve ısrarla dinliyoruz, inanıyoruz ve söylediklerini uyguluyoruz. İnsan satın aldıkça, biriktirdikçe, hakikatle arasına maddeyi yığdıkça, hakiki olanı görme şansını yitiriyor ve bir zaman sonra dünyayı sadece atomlardan ibaret zannediyor. Oysa dünya atomlardan değil koca bir hakikatten oluşur ve mutluluğu bulabileceğimiz tek yer o hakikat sokağıdır."
PROF. DR. CENGİZ GÜLEÇ (PSİKİYATR)
Şükran duygusu yerini hırs ve rekabete bıraktı
"Bu konuda daha ihtiyatlı olması gerekenler yaşlı kuşaklardır. Çünkü gençlerin sahip olmak istedikleri yaşam standartları elbette geçen on yıllara nazaran çok daha yüksek. Özellikle Cumhuriyet'in kuruluşunda etkili olmuş kuşakların yaşadıkları yoksunluklar ve olanaksızlıklara katlanmaları ve elde ettikleri sınırlı refahın kadrini bilip minnet ve şükran duymaları anlaşılır bir şey. Şükran duygusu yerine rekabetin ve sahip olmatüketme alışkanlıklarının tüm dünyada pompalandığı bir çağda elbette azla kanaat getirme tutumu da azalacaktır. Eğer en fazla fayda ve haz elde etme, mutluluk olarak değerlendirilirse kaçınılmaz olarak yaşanan hayatın yeterince mutluluk getirmeyeceği aşikardır."
İHSAN ÇELİKDEMİR (EMEKLİ BANKACI)
Çocuklar kreşte, yaşlılar huzurevinde, mutluluk bize uğramaz tabii!
"Ben, mahalleliyle birlikte açık hava sinemalarına, kamyonetlere doluşup denize gitmekten, gece mahallenin çocuklarıyla oyunlar oynamaktan mutlu olurdum. Bugün çocuk doğar doğmaz kendini kreşte buluyor. Daha küçük yaşta atılmış –itilmiş- oluyor. Yalnızlık duygusu böylece başlıyor... Sonra, ana babası yaşlanınca da çocuk bu sefer ana babasını huzurevine atıp kurtuluyor. Şimdiki gençler çok akıllı, idealist, sorgulayıcı. Dünyayı daha iyi takip ediyorlar... Hedefe kilitlenmiş olmaları beni mutlu ediyor. Ama kiminle görüşsem mutsuz. Mutluluk algıları teknoloji gibi sürekli değişkenlik gösteriyor gibi. Biz varı da bilirdik, yoku da."
NİLGÜN BELGÜN (SANATÇI)
Bir çift yeni ayakkabı almak ömre bedeldi
"Eski günlerde bu kadar olanaklarımız yoktu. Küçük mutluluklarımız vardı ve onlar değerliydi. Bir yeni ayakkabı almak bile mutluluktu. Evlerde birlikte masaya oturmak, ailece yemekte sohbet etmek, arkadaşlarımızla bir sinemaya gitmek, tiyatroya gitmek bile ruhumuza iyi gelen aktivitelerdi. Bugünün insanının her imkanı var. Artık sosyal medyadan flört edip, orada ayrılıyorlar. İletişim sadece uzaktan yaşanıyor. Oradan alışveriş yapılıyor. Her şey ayaklarına geliyor. Sokağa çıkmaya bile gerek görmüyorlar. Böylece sosyal hayat da bitiyor. İnsanlar internette kurdukları bir dünyada yaşıyorlar ve yalnızlaşıyorlar. Mutluluk bir seçimdir öğretilemez. Öğretilen doğru, dürüst, vicdanlı insan olmayı çocuklara aşılamaktır. Bir an önce zengin olup köşeyi dönmek değil. Elindekiyle yetinmenin değerli olduğunu düşünüyorum. Başkalarının yaşamına özenmektense kendi hayatlarına odaklanıp ondan memnun olmaktır esas olan."
GÜLAY (SANATÇI)
Siz hiç, elektrik kesilince gölge oyunu oynadınız mı?
"Teknoloji gelişirken, emeği olduğu gibi, değerlerimizi de makineleştirdi aslında. Neredeyse sadece bayramlara kaldı o mutluluklar. O da belli bir koruyucu kesim için. Kolay ulaşabilir olmak, bilgi kirliliği ile birlikte pek çok erozyonu beraberinde getirdi. Oysa insanın özünde dokunmak vardır. O yıllarda dokunduğumuz zamanlar çoğalırdı mutluluk. Artık dokunmuyoruz; 'tık'lıyoruz. Biz birlikte radyo dinlerdik mesela. Gölge oyunları oynardık elektrik kesilince. İmkanlar bize çok şeyi unutturdu. Daha büyük evlerde ama küçük ailelerde yaşıyoruz, hatta tek kişilik hayatlar sürüyoruz. Diplomalı sayımız arttı, sağduyumuz azaldı. Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı, enerjimiz azaldı. Çağın getirdikleri, ülkeleri de, toplumları da insanları da birbirine karşı 'yarışmacı' yaptı. Peki hedef? Sorsanız herkes, 'mutluluk' der. Hattâ, herkes için mutluluk, der. Oysa kazanmak dürtüsü öyle keskinleşmiş durumda ki. Daha fazlasını istemekten çok, kazanma dürtüsünün vardığı acımasız boyuttur bizi mutsuz eden."
AHMET ÖZHAN (SANATÇI-MÜTEFEKKİR)
Yeni nesli ekrana, telefona kaptırdık, acil önlem paketi lazım!
"İnsanın yaratılış hikmeti yaratılanı bilmek, bulmak, sevmek, ondaki sonsuz varlığını hissetmek, onun haricindeki yokluğunu hissetmek. İnsan bu doğrultuda yaşamazsa hiçbir zaman mutlu olmaz, her zaman eksik kalır. Yani ben öyle insanlar biliyorum ki maddi olarak, dünya ihtiyacı olarak her şeye sahip, intihar ediyor. Ama hayatı okumuş, varlık sebebini, nitelik ve niceliğini varlığın ve kendinin çözümlemiş bir insan mutlu olur zaten. Yeni nesle bu konuda çok fazla yükleniliyor. Z kuşağıydı, şuydu buydu... Çünkü hiç kimse televizyona, çocuğun elindeki telefona hükmedemiyor. Çocuğun bütün arkadaşlarının elinde bilmem ne model, bilmem ne sürümü telefon varken çocuğa telefon almayıp onu terbiye etmeye çalışmıyor, çalışamaz yaparsa çok daha fazla bir yıkım olur çocuğa. O zaman dünyada düzen kurucu ve kanun koyucu değilsen konulan düzene ve konulan kanuna uymak zorunda kalırsın. O kanun koyanlar da bu çocukların böyle olmasını istiyor. Maalesef biz de bunu yeteri kadar önleyebilecek bir önlem paketi elde edip onu hayata geçiremedik."