100 yıl önce 26 Ağustos'ta sabaha karşı başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos'taki Başkomutanlık Meydan Savaşı'yla büyük bir zafere dönüştü. Türk Ordusu'nun başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu savaşta ateş hattında ordusunun başındaydı. Ama Yunan ordusu başkomutanı Hacianestis, cephe gerisinde İzmir'deydi. Taarruz öncesi "Mustafa Kemal mi, kim bu adam?" diyen Hacianestis'e, Mustafa Kemal 30 Ağustos'ta cepheden şöyle seslendi: "Hacianestis! Mağrur kumandan! Neredesin? Gel de ordularını kurtar şimdi." Sakarya Savaşı'ndan sonra Büyük Taarruz'a uzanan süreç hiç de kolay geçmemişti. İç ve dış siyasetteki zorluklar, halkı tekrar seferberliğe ikna etmek, ordunun neredeyse iki katına çıkarılması... Ama Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları bu zorlukları göğüslemeyi bildi ve düşmana öyle bir darbe vuruldu ki düşman ordusu neredeyse imha oldu. Ki bu imha etme hamlesi Büyük Taarruz'un ana stratejisiydi. Bu stratejinin bir siyasi hedefi vardı. O da İzmir ve Trakya'yı kurtarmak. Öyle de oldu. Hatta daha önemlisi Sevr masadan kalktı, Lozan'da Türkler masaya özgüvenli oturdu. Lakin Büyük Taarruz, tarih anlatımımızda Kurtuluş Savaşı'nın bir parçası olarak algılandı genelde. Tarihçi ve akademisyen Prof. Dr. Mesut Uyar işte buna itiraz ediyor. Bu konuda önemli görüşlerini yıllardır dile getiriyor. Uyar'a göre Büyük Taarruz, hem Türk tarihinde hem de dünya tarihinde çok önemli bir yerde duruyor. Uyar "Büyük Taarruz sadece Kurtuluş Savaşı'nı zaferle sona erdiren bir muharebe değil; aynı zamanda Türk'ün makus talihini değiştiren bir dönüm noktasıdır" diyor.
Biz de Büyük Taarruz'un 100. yıl dönümünde Prof. Dr. Mesut Uyar ile başarısı gölgede kalan bu savaşın önemini konuştuk.
- Gazi Mustafa Kemal Atatürk "Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir" diyor. Peki Atatürk'ün başkomutan olarak katıldığı Büyük Taarruz'un tarihi sizce hakkıyla yazıldı mı?
- Yazılamadı maalesef.
- Neden?
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Büyük Taarruz'un ana stratejisini Yunan ordusunu imha etme üzerine kurdu. Bu sayede, düşmanın İzmir ve çevresinde savunma hattı kurması engellenecek ve işgal altındaki İzmir ve Trakya da kurtarılacaktı.
- Tarih anlatımında Büyük Taarruz, özelde Sakarya Savaşı'nın genelde Kurtuluş Savaşı'nın gölgesinde kalarak anlatılıyor. Bizde tarih anlatımında şöyle bir sıkıntı var. Atatürk 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı, 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşuyla Kurtuluş Savaşı bitti. Sanki bu iki olay arasında doğrusal bir çizgi var. Bu süreçte yaşanan güçlükler çok da önemli görülmüyor. Böyle bir anlatım olunca Büyük Taarruz'un önemi es geçiliyor. Zaten Sakarya Savaşı'nda düşmanın ilerleyişi durdurulmuştu.
Bunun devamında da düşmanın püskürtülmesi gerekiyordu. Büyük Taarruz'da da bu püskürtme yapıldı gibi bir görüntü ortaya çıkıyor, bu anlatımda.
- Oysa biliyoruz ki Büyük Taarruz, o kadar da basit bir püskürtme savaşı değil. Sizin de itirazınız bu yönde.
- Evet. Sakarya Savaşı'yla Yunanların Ankara'yı işgal etme ve Milli Mücadele'yi bitirme olasılığı ortadan kaldırıldı ama buna rağmen Yunanların Batı Anadolu'dan atılması da gerekiyordu. Sakarya Savaşı'nda, büyük bir toplumsal seferberlik sayesinde büyük bir savunma başarısı kazanılmıştı. Yunan ordusunu Anadolu'dan atmak için yine büyük bir seferberliğe ihtiyaç vardı. Mevcut orduyu iki katına çıkarmadan, orduyu böylesi bir taarruza hazırlamak da mümkün değildi.
- O dönem Mustafa Kemal ve arkadaşlarının üzerinde nasıl bir baskı vardı?
- Sakarya sonrasında herkes bir an önce barış yapılmasını arzuluyordu. Meclis'te ilk örgütlü muhalefet bu dönemde başladı.
İstanbul hükümeti ve ahalisi de "Yunan yenildi, İtilaf devletleri ile anlaşılsın ve Sevr'in ağır koşullarını hafiletilip bu savaş bitsin" niyetindeydi. Böylesi bir atmosferde halkı bir kere daha büyük bir seferberliğe ikna etmek de kolay değildi. O dönem topyekun yurdun işgalden kurtarılması, Batı Anadolu'nun, Trakya'nın kurtarılması fikrinde herkes ortaklaşamıyordu. Bu ortaklaşamama halinin yarattığı baskı çok büyük. Fazla bahsedilmez ama birkaç taarruz da yapılıyor ama başarılı olamıyor. Fakat Atatürk ve arkadaşlarının en büyük kaygısı Sevr'in farklı bir halinin dikte edilmesi ve bunun da kabul görülmesiydi. Yani İzmir ve Trakya'nın Yunanların elinde kalacağı endişesiydi. Ama meclis içinde ve dışındaki muhalefetin baskısı, ülke genelindeki barış beklentisi onların bu endişesinin tam olarak yurdun her yanında algılanmasını zorlaştırıyordu.
- Ama bu kaygı ve endişe galiba Büyük Taarruz'un stratejisi oluşturuyor?
- Evet. Yunan ordusunun tamamen imha edilmesi üzerine bir stratejisi vardır Büyük Taarruz'un. Şimdi sizin bir siyasi hedefiniz vardır. Siyasi hedefinize ulaşmak için askeri imkan ve kabiliyetinize göre bir strateji geliştirirsiniz.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hedefi mümkün olduğunca Misak-ı Milli hedeflerine ulaşmak. Bunun için de Yunan ordusunun imha edilmesi lazım ki, İzmir ve çevresinde savunma hattı kurup tutunamasınlar, hem İzmir'i hem de Trakya'yı bıraksınlar. Eğer Yunan ordusu mutlak bir şekilde imha edilemez, İzmir ve çevresinde bir savunma hattı kurup tutunursa İzmir ve Trakya kaybedilecekti. O dönem bu endişe ve kaygı herkeste yoktu. Dolayısıyla bir yandan orduyu iki katı çıkarmak, bunun için halkı seferberlik için tekrar ikna etmek, iç siyasette yaşanan krizleri yönetmek ve yurtdışındaki diplomasi trafiğini yürütmek hiç ama hiç kolay değildi.
- Ordu iki katına çıkarılacaktı ama elde ordulara kumanda edecek tecrübeli komutanlar var mıydı?
- Bu da işin bir başka yüzü. Böylesi bir taarruz için yeni orduların kurulması gerekiyordu.
Bu ordulara komuta edecek deneyimli komutanlar bulmak zordu. Bunun için mesela Malta'dan dönen, 1. Dünya Savaşı'nın meşhur generallerinden Ali İhsan Sabis görevlendiriliyor. Çok başarılı bir komutan ama son derece problemli ve megaloman bir kişilik. 1. Ordu'yu ona bıraktılar ve Mustafa Kemal, 19 Haziran'da onun görevden alımasına kadar Sabis'i destekledi. Ya da Sakallı Nurettin Paşa da Atatürk'ün çok da uyuştuğu ve sevdiği bir komutan değil. Ama 1. Ordu'nun başına getirilecek yetişmiş bir komutan olmadığı için ordu ona emanet ediliyor. Yani yetişmiş asker gücü bile komutan düzeyinde sınırlı. Dolayısıyla Sakarya'dan sonraki süreç çok sıkıntılı her yönüyle. Bu sıkıntılar zor aşılarak Büyük Taarruz gerçekleştiriliyor. Ama bizdeki tarih yazımında, hatta en detaylı anlatılanında bile, işte bu süreç çok kolay geçmiş de Büyük Taarruz gerçekleştirilmiş şeklinde ele alınıyor.
- Galiba bundan dolayı biz Büyük Taarruz'u dünyaya da anlatamıyoruz.
- Şimdi bizim tarihçiler Kurtuluş Savaşı'na odaklanıp büyük resmi göremiyor.
Türk Ordusu, 1697 Zenta yenilgisinden bu yana ilk defa kuşatıcı manevrayla Büyük Taarruz'da bir zafer kazandı. Çanakkale savunma zaferidir. Kutul Amare kuşatma sonucu elde edilen bir zaferdir... Ama bizim belki 200 yıldan fazla bir zamanda manevra taarruzuyla bir zafer kazanmışlığımız yok.
Türk ordusu 200 yıldan fazla bir zamanda yapamadığı bir şeyi yapıyor. Manevrayla düşman ordusunun cephesini yarıp onu kuşatıp yok ediyor. Bu başarıyı görmek için daha genelden bakmak geriyor. İşin dünya askeri tarihi için önemine gelirsek...
- Buyrun...
- 1. Dünya Savaşı sırasında dikenli teller, tahkimat, makineli tüfekler ve modern toplar birleşerek savunmaya olağanüstü bir güç verdi.
1914-1918 arasındaki dünya savaşında, askeri anlamda savunmanın bu gücü nasıl aşılır diye çözüm arayışıyla geçti. Gerçek çözümü 1939'da Almanlar buldu. Bunu da Fransa'da gösterdiler. Böylesi bir savunmayı aşmanın yolu zırhla korunmuş manevra birliklerinin savunmayı yarıp onu kuşatıp yok etmesiydi. Mustafa Kemal ve arkadaşları işte Büyük Taarruz'da, 1. Dünya Savaşı'nda bütün boyutlarıyla ortaya çıkan modern ateş gücü ve tahkimatın savunmaya verdiği üstünlüğü kırmayı başardı. Bu askeri tarih açısından çok çok önemli. Ama işte bizim tarih anlatımı kendimize odaklı olduğu için böylesi bir başarıyı göremiyor ve uluslararası arenada da anlatılamıyoruz. Tabii hal böyle olunca Büyük Taarruz hem kendi tarihimizde hem de dünya tarihinde hak ettiği şekilde yer alamıyor.
- Ama sizin için net: Türk'ün makus talihini değiştiren bir dönüm noktası.
- Evet. Manevra ile taarruz kazanıyorsunuz.
Bunun orduya verdiği güven çok büyük. Dünya çapında bir başarıya imza atıyoruz. Ayrıca ordunun bu güveniyle Lozan'a giden süreç yaşanıyor.
YARIM MİLYON ASKERİN KATILDIĞI BİR SAVAŞ KÜÇÜMSENİYOR
- Siz "Büyük Taarruz, Sakarya'nın gölgesinde kalıyor" diyorsunuz. Ama öte yandan Büyük Taarruz için 1. Dünya Savaşı'nı bitiren savaş da denilebilir mi?
- Bizim için öyle. Çünkü Büyük Taarruz sonrasında Sevr, masadan kalktı ve Mondros Ateşkesi'nden sonra yapılan barış antlaşması resmi olarak Lozan oldu. Lozan da 1. Dünya Savaşı'nın son barış antlaşmasıdır. Ama gerek ders kitaplarında, gerek bu konu üzerine yazılan kitaplarda Büyük Taarruz'un önemi kavranamıyor.
- Peki bunun ne gibi sonuçları oluyor?
- Şimdi siz bu savaşın önemini anlatamayınca başarı küçümseniyor. Bu da kimi kesimlerin Kurtuluş Savaşı'nı inkarına kadar gidiyor. Ya da sadece Yunanlara karşı savaşıldığına inanılıyor. Yunanların arkasındaki İngiliz desteği es geçiliyor. Sanki 5-6 bin Yunan'a karşı savaşılmış gibi bir yaklaşım sergileniyor. Oysa Büyük Taarruz'da yaklaşık yarım milyon insan büyük bir cephede savaşt.ı 200 bine yakın Türk askeri, 200 binden fazla Yunan askerine karşı savaşıyor ve oldukça hızlı bir takip harekatı gerçekleştiriyor.
Bu dünya askeri tarihine geçecek bir başarıdır.
RİSK BÜYÜKTÜ AMA DÜŞMAN DA İYİ ANALİZ EDİLMİŞTİ
- Peki ne tür riskleri vardı Büyük Taarruz'un?
- Biz elimizdeki kuvvetleri güneyde toparlıyoruz. Düşmanın karşısındaki ve kuzeydeki kuvvetleri zayıf tutuyoruz. Eğer Yunan ordusu bunu erken fark etse ve karşı taarruza kalkışsaydı hem Ankara yolu açılacak hem de 2. Ordu büyük olasılıkla imha olacak, 1. Ordu da Antalya yöresine sığınmak zorunda kalacaktı. Yani risk büyüktü. Fakat Mustafa Kemal ve arkadaşları düşmanı iyi analiz ettikleri için, düşmanın böylesi bir karşı taarruz yapamayacaklarını biliyor. Dolayısıyla göze alınan risk hesaplı bir risk. Bizim komutanların endişe ettiği, Yunan ordusunun geri çekilmeyi başarıp savunma hattı kurabilme ihtimali. Çünkü Yunan ordusunun böylesi bir hazırlığı da var. Böylesi bir ihtimal, Sevr'in farklı şekilde kabulünün önünün açılması demekti. Bu anlamda Mustafa Kemal ve arkadaşlarının endişesi de yerindeydi.