"Neler yapmadık şu vatan için! Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik" der ölümsüz şair Orhan Veli Kanık... Evet, kimileri nutuk atmayı sever, kimileri ise konuşmayı sevmez, eylem insanıdır. Şimdi tarihin tozlu sayfalarından üç ismi, onların küçük ama manası ve sonucu büyük hamlelerini, unutulmaması için tarihe not düşelim. Ayasofya'ya İmparator Kapısı'ndan girenleri, iki devasa levha karşılar. Allah ve Hz. Muhammed yazılı şaheserler sizi büyüler adeta. Birkaç adım sonra bu levhalardan sağlı sollu altı tane daha olduğunu fark edersiniz. Derken başınıza tamamen yukarı çevirdiğinizde zeminden 55 metreyi aşan bir yükseklikte bu kez bir kubbe karşılar sizi. Ve kubbeye ünlü hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından nakşedilen ayetler... 1849 senesinde kubbenin tamiri sırasında ilk olarak küçük boyda yazdığı Nûr Suresi'nin 35. ayeti caminin kubbesine göre satranç usulüyle büyütülüp varak altınla işlenir. Yazımıza konu olan levhalar da Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye ait. Ayasofya'nın tamiri esnasında Allah, Hz. Muhammed, dört halife ve peygamberin torunları Hasan- Hüseyin'in isimlerini nakşeder. Bu levhalar Ayasofya'nın devasa yapısına uygun olması için, 7.5 metre çapında daire şeklinde altınla işlenerek yapılmıştır.
Hat uzmanı Prof. Uğur Derman, Kazasker Mustafa İzzet Efendi için "İlerleyen yıllarda uzaktan seyrederken, 'Ah, kabil olsa da şu levhaları tekrar yazsam' dediği rivayet edilir" ifadelerini kullanır. Ancak kadere bakın, dünyanın bu en büyük levhaları, 1935 yılında Ayasofya müzeye dönüştürülürken buraya yakıştırılmayarak Sultanahmet Camisi'ne nakledilmek istenir. Fakat Kazasker Mustafa İzzet Efendi ileri görüşlü olduğu için olsa gerek, levhaları Ayasofya'nın devasa kapılarından sığmayacak ölçülerde imal ettirmiştir. Bu yüzden cahil cesaretiyle yere indirilen levhalar zeminde duvara dayalı tam 15 yıl bekler. Bu durum son dönem üç Osmanlı münevverini rahatsız eder. İlk harekete geçen tarihçi, hattat, yazar İbnülemin Mahmut Kemal İnal olur. Müze müdürü Muzaffer Ramazanoğlu'na milli değerlerin çürümeye terk edilemeyeceğini söylese de, "Param olsa ben asarım" yanıtını alır. Hayatında maddiyata önem vermeyen, nice makamı elinin tersiyle iten İbnülemin ilk kez zengin olmayı dilemiş midir? Asla! Çünkü bu eserler için varını yağını ortaya koyacak bir çevresi vardır. Önce mimar mühendis Ekrem Hakkı Ayverdi'nin kapısını çalar. Restorasyonlara büyük önem veren Ekrem Hakkı Bey, 15 yıldır yıpranan levhaların elden geçirilmesi için tüm mesuliyeti üstlenir. Hayırsever Nazif Çelebi de levhaların tekrar asılması için maddi olarak destek yapar. 28 Ocak 1949 günü levhalar, yapılmasını Kazasker Mustafa İzzet'ten isteyen Sultan Abdülmecid'in astırdığı yerlere yeniden çakılır. Bu kez bir daha hiç sökülmeyecek şekilde hem de!
14 YILDA NASIL ÇÜRÜMEDİLER?
Levhaların ıhlamur ağacından yapılmasının başlıca sebebi, yükseğe asılacağı için hafif bir ağaç olması önemliydi. En diğer sebep ise; ıhlamur ağacının neme karşı dayanıklı oluşu ve kısa zamanda bozulmadan, uzun yıllar sağlam kalabilmesidir.
LEVHALARDA NELER YAZIYOR?
Hat sanatında ülkemizin önde gelen isimlerinden Prof.
Uğur Derman'ın muşamba üzerine altın varak geçilerek yapıldığını ifade ettiği sekiz levhada şunlar yazmaktadır.
"Allah celle celaluhû"
"Muhammed aleyhi's-selam"
"Ebubekir Sıddîk radıyallahu anh"
"Ömer el-Faruk radıyallahu teala anh"
"Osman radıyallahu anh"
"Ali radıyallahu anh"
"Hasan radıyallahu anh"
"Hüseyin radıyallahu anh"
KUL SIKIŞMAYINCA HIZIR YETİŞMEZ!
"Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez" derler. 1945-1955 yıllarında ulu mabette görev yapan müze müdürü Muzaffer Ramazanoğlu, "Param olsa bu levhaları astırmaz mıyım?" sözlerini sarf ettiğinde bunun çok önemli sonuçlar doğuracağını elbette tahmin edemezdi. Onun bu serzenişinin İbnülemin tarafından ulaştırıldığı isimlerden olan tüccar Nazif Çelebi (Bazı yerlerde İnebolulu Ahmet Nazif Çelebi ile karıştırılır) vefat ettiği 1988'e dek gençlere, yardıma muhtaç insanlara sunduğu hizmetleriyle biliniyordu. Kazasker Mustafa İzzet'in emek verdiği sekiz levhanın yerlerine iadesi için elini taşın altına koymaktan çekinmedi.
EKREM HAKKI BEY'İN AKLI FİKRİ BALKANLAR'DAYDI
Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından büyük emekle yazılan levhaların, 15 yıl yerde kaldığı sırada yaşanan tahribatı gideren Ekrem Hakkı Ayverdi Bey, gereken mali yükümlülükleri de üstlendi. İstanbul'da doğan Ekrem Hakkı Bey, 1915'te Vefa Lisesi'nden, 1920'de Mühendis Mektebi'nden mezun oldu. İstanbul ve Trakya'da birçok tarihi binanın restorasyonunu yaptı. En önemli hizmeti ise milli sınırlar dışında kalan Balkan topraklarındaki Türk mimari eserlerinin tespiti ve kayda geçirilmesi için çeşitli yayınlar hazırlamasıdır
İbnülemin Bey benzeri olmayan bir isim
Kazasker Mustafa İzzet'in levhalarının bugünlere gelmesini sağlayan isimlerden olan İbnülemin Mahmut Kemal İnan'ı Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden Selim İleri şöyle anlatıyor: "İbnülemin benzeri olmayan bir isim. Yazdığı detayların ayrıntıların benzeri yoktur. Hem şairler hem müzisyenler hem sadrazamlar hem hattatlar hakkında yazdıkları hazine değerindedir. Ayrıntıların çokça bulunduğu eserleri, biyografi anlayışının olağanüstü güzellikteki örnekleridir. Ne yazık ki eserleri asıl çoğunluk okura kavuşamadı. Ben İbnülemin Bey'in eserlerinden çok yararlandım. Kitapları hâlâ elimden düşmez."
İNDİRİRKEN NE YAPACAKLARI MEÇHULDÜ!
Ayasofya, 1935 senesinde müzeye çevrilirken "Mimariyi bozuyor" denilerek sekiz levha asılı bulundukları yerden indirildi. İstanbul Müzeler Genel Müdürü Aziz Ogan, Milli Eğitim Bakanlığı'na gönderdiği yazıda, "Ayasofya Müzesi'ndeki Hattat Mustafa İzzet tarafından yazılmış büyük levhalar, İstanbul Evkaf Müdürlüğü tarafından ehline indirtilmiştir. Kapılardan geçirilmesi kabil olmayan bu levhaların, sökülüp çıkarıldıktan sonra Sultanahmet Camisi'ne konulması kararlaştırılmış ise de 7.5-8 metre çapında olan bu levhaların Ayasofya'dan çok küçük olan Sultanahmet Camisi'ni kapatacağı ve güzelliğini örteceği şüphesizdir" ifadeleri kullanılmıştı. Bir oldu bittiye getirilerek yerlerden sökülen, paha biçilemeyecek tarihi eserler, bilinmez terk edilmişti. Bu durum 15 yıl devam etti.