Birçok kulübün kurucusu bilinmese, hatırlanmasa da Ali Sami Yen'in Galatasaray'ın kurucusu, bir numaralı üyesi ve futbolcusu olduğu pek çok kişi tarafından bilinir. Peki ya babası? Şemseddin Sami de edebiyat çevrelerinde pek meşhurdur. Osmanlı İmparatorluğu'nda millet-i sadıka olarak anılan Arnavutların ünlü Fraşiri ailesindendir. Bektaşi Tekkesi'ne devam eden Şemseddin Sami; ilk Türkçe roman Taaşşuk-ı Tal'at ve Fitnat'ı yazar. Türk diline büyük katkıları vardır ama henüz 54 yaşındayken vefat eder. Osmanlı'nın son dönem aydınlarından olan babasının bıraktığı bayrağı Ali Sami devralır. Okuldayken Türk sporunun lokomotifi olacağını bilmeden arkadaşlarıyla bir spor kulübü kurar. Cumhuriyet'in ilanı sonrası Atatürk ile Türk sporunun geleceğini inşa eder. İşte bu iki önemli ismin hayatı şimdi bir romanda buluşuyor. Remzi Kitabevi'nden çıkan Ruh-u Revan romanını kaleme alan Mehmet Şenol ile baba-oğulun hikayesini konuştuk.
- Önce kitabınıza tercih ettiğiniz Ruh-u Revan'ın anlamını sormak istiyorum? Tabii kelime manasında öte sizin yüklediğiniz anlamı da merak ediyorum.
- Kısaca, ruhun akışı... Babadan oğula geçen, birbirini farklı zamanlarda da olsa takip eden benzer ruh... Roman boyunca takip ettiğimiz ortak kader, hayatın akışında karşılaştıkları birçok zorlu imtihanda yaşadıklarının benzerliği, davranışlarının temelindeki aynılık ve elbette sonuçlarıyla birlikte yaşadıkları ortak kader...
- Kitabın çıkacağını duyduğum zaman Ali Sami Yen'in hayatını anlatacağınızı düşünmüştüm. Ama karşıma babası Şemsettin Sami Bey ile buluştuğu bir roman çıktı. Biyografi yerine roman yazma fikri nasıl oluştu?
- Ali Sami'yi ailesini, kardeşlerini, çocukluğunu ve elbette onu biçimlendiren başlıca ve büyük figür olan babasını bilmeden anlamak mümkün değil. Onun öncülüğünün, atılımcılığının bugüne büyük etkisi olan teşkilatçılığının arkasında babasının prensiplerle, kurallarla sıkı sıkıya oluşturduğu ev ortamı, eğitim disiplini var. Bir önceki kitabım içinde de geniş bir biyografisine yer vermiştim ama tam olarak hakkını verebilmek için kahraman olarak seçtiğiniz ismin karakterine, huylarına, dinlediği müzikten olaylar karşısındaki davranışlarına, hayata bakışına, kullandığı eşyalara, neden onları seçtiğine kadar epey ayrıntıya girmek gerekiyordu. Bunları yavaş yavaş ortaya çıkarmaya başladığınızda, ruh halleri daha öne çıkıyor ve görüyorsunuz ki, edebiyattan başka iyi yol yok onları derinlemesine anlatabilmenin...
- Bir baba-oğulun iç içe geçmiş hikayesini okurken, bir yandan da Osmanlı'ya veda edip Cumhuriyet'in kuruluşuna tanık oluyoruz. Bu anlamda ikisinin hislerini bize anlatabilir misiniz?
- Baba Şemseddin Sami, modern eğitim almış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme sürecinde çözüm ve çare olarak köklü reformlar gerektiğini düşünen Genç Osmanlılar düşüncesini benimsemiş bir Osmanlı aydını idi. Dil konusunda, kadınlar konusunda, dünyanın bilgilerini Osmanlı ahalisine ulaştırabilme konusuna adeta kendini vakfetmiş, yıkılan bir imparatorluğun eğitimle medeniyete ulaşabileceğine inanmış bir Bektaşi. O dönemde doğdu ve bu yolda mücadele edip hayattan göçtü. Oğlu Ali Sami de genç Cumhuriyet'in okumuş bir aydını olarak, tesadüflerin ve seçimlerinin onu sevk ettiği spor alanında benzeri bir öncülük yaptı. O da babası gibi toplumu o alanda medeniyete ayak uydurabilecek bir seviye hedefledi. Fransızcadan çevirdiği kitaplar, kendi yazdığı kitaplar, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı'nın ilk başkanı olması, arkadaşlarını yurt dışında götürmesi, orada maçlar yaptırması... Tümü aynı idealin tezahürleriydi.
- Ali Sami Yen'in çocuğu olmadığı bilgisi yaygındır. Ama kitabınızda bir çocuğu olduğu yazıyor.
- Evet, bu bilgi aile içerisinde bilinen, şecerelerde de yer alan, hatta eşi Fahriye Hanım tarafından da ifade edilen, pek de yeni sayılamayacak bir bilgi. Bunun sebepleri üzerine roman boyunca birçok ipucu var. Erken kaybettiği annesinden, eve gelenek gereği üvey anne olarak gelen yengesine, babasının zorlu hayatına eşlik ettiği çocukluk dönemindeki haylazlığından gençlik dönemini belirleyen çapkınlığına, kadınlarla olan ilişkisine, özellikle Fahriye Hanım ile evlendikten sonra hayatında özlemini kurduğu yeni ritme kadar hem de...
İNÖNÜ DÖNEMİNDE ARNAVUT DİYE GERİ PLANA İTİLDİ
- Ali Sami Bey'in yaşamının ileri dönemlerinde Arnavut olduğu için geri plana itildiğinden bahsediliyor romanınızda. Atatürk ve İsmet İnönü ile ilişkisi nasıldı?
- Genç Cumhuriyetin yeni spor politikalarının yürütülmesinde Ankara tarafından İstanbul'dan seçilmiş bir isimdi. Pek bilinmez ama bu teşkilatçılığının hakkını verebilmek için bir dönem Ankara'ya bile taşınmış. Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü ile sık sık bir araya geliyor. Spora ilişkin konular üzerine birlikte çok yoğun çalışmaları var. 1924 Paris Olimpiyatları'na katılım, genç Cumhuriyet için prestij açısından büyük önem taşıyor ve bu süreci Ali Sami yürütüyor, zaten kafile başkanı. Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı'nın da başkanı olarak, spor politikasının oluşturulmasında başlıca rolü oynuyor. Ancak Atatürk'ün ölümünden sonra sporculuktan gelme bir başkandan ziyade daha siyasi diyebileceğimiz görevlendirmeler dönemi başlıyor. Burhan Felek, o dönemde Ali Sami'nin küstürülmesini ve ikinci plana atılmasının nedeni olarak, "Başına gelenlerin sebebi olarak ortaya atılan laf 'Arnavutmuş' sözü idi. Bunu söyleyene Arnavut olmasının ne gibi mahzuru olduğunu sormak mümkün değildi. Çünkü bunu yapanlar belli değildi" der...
ALİ SAMİ YEN ÇOK GÜÇLÜ BİR KARAKTER
- Türkiye'de kulüplerin kurucuları pek bilinmez ama Galatasaray ile Ali Sami Yen isimleri özdeşleşmiştir. Bunda Ali Sami Bey'in kişiliği mi etkili oldu yoksa Mekteb-i Sultani'nin getirdiği birliktelik duygusu mu?
- Şemseddin Sami'nin oğlu olarak Ali Sami'nin Galatasaray'ın kuruluşundaki rolü gerçekten belirleyici. Okul ortamında talebelerin teneffüs eğlencesini dışarı taşıyan, düzenli olarak futbol oynamalarını sağlayan, o günlerde İstanbul'da futbolu oynayan ve Osmanlı gençlerini çok cezbeden İngilizlerle ve Osmanlı Rumlarıyla ilişkiye geçen, konuşan, talep eden, merakını ve isteğini onlara kabul ettirmeyi başararak, bir kulüp olarak lige aldırmayı başaran oydu. Bu yüzden onun bir numaralı kurucu yönü, ilk takımı oluşturan arkadaşları tarafından bir kez bile sorgulanmadı. Kısacası öyle başladı ve bugün de öyle devam ediyor.