Şanlı 57. Alay'ın Cesur Komutanı olarak tarihe geçen Yarbay Hüseyin Avni Bey, Çanakkale'de şehit düştüğünde oğlu Mehmet Fehmi (daha sonra Kültigin'den esinlenerek Mehmet Tekin adını alacak) 12 yaşındaydı. 1915'in o karanlık günlerinde yetim kalmıştı. Zorlu bir hayat bekliyordu onu. Çok sevdiği babasının vefatı onu derinden etkilediği gibi, küçük yaşta ailesinin sorumluluğu da omuzlarına çökmüştü. O günlerde babası gibi asker olmaya karar verdi. Çünkü hem babasının hatırasına layık olmak istiyor hem de onun kahramanlığını örnek alıyordu. Annesi karşı çıksa da onun direncini kırmayı bildi. 13 yaşında Harp Akademisi'ne başvurdu. Önce kabul edilmedi. Dilekçesini Maarif Nezareti'ne üst yazı ile nakleden kişi Çanakkale'de babasının da komutanlığını yapan, şehadetinde yanında olup defneden, dönemin Harbiye Nezareti Müsteşarı Fahrettin Altay'dan başkası değildi. Böylece Fehmi bir yıl Galatasaray Lisesi'nde okudu ve baba mesleğini yapmak için o yılın sonunda Kuleli Askeri İdadisi'ne geçti. Öğrenciliği savaş yıllarına denk gelmişti Mehmet Fehmi'nin. İstanbul, İtilaf Kuvvetler tarafından işgal edilince askeri okullar kapatıldı. O da sınıfıyla Ankara'ya talimgaha gönderildi, burada ortaokulu bitirdi. Lise öğrenimi için Konya Askeri İdadisi'ne gidecekti. Fakat Fehmi, 1921'de Sakarya Savaşı'nın kazanıldığı günlerde, Kurtuluş Savaşı'na katılmak için can atıyordu. Ankara'daki talimgahtan kaçarak Çankaya'daki köşke kadar çıktı. Çanakkale'den tanıdığı ve sevdiği Yarbay Hüseyin Avni Bey'e büyük bir hürmet besleyen Mustafa Kemal Paşa, onun oğlunu uzaktan koruyup kollayanlardandı. Bunun için tanırdı Mehmet Fehmi'yi. Fehmi, Gazi'nin huzuruna çıktı, cepheye gitmek istediğini ama komutanlarının onu Konya Askeri Lisesi'ne göndereceğini söyledi. O ana kadar bir baba gibi davranan Mustafa Kemal Paşa, birden hiddetlenerek ona askerliğin ilk kuralını hatırlattı ve komutanlarına itaat etmesini söyleyerek okuluna geri gönderdi.
SOY İSMİNİ ATATÜRK VERDİ
Okulunu birincilikle bitiren Fehmi, Cumhuriyetin ilk askeri pilotlarından oldu. Lise yıllarında Fehmi yerine Tekin adını kullanmaya başladı. Soyadı Kanunu çıkınca Mehmet Tekin ve ailesine bizzat Atatürk Arıburun soy ismini verdi. Mehmet Tekin Arıburun, akrobasi konusunda dünya havacılık tarihine geçen Türk Hava Kuvvetleri bünyesindeki ilk resmi akrobasi çalışmalarının kuruluşunda ve akrobasi takımında yer aldı. Berlin'de ve Washington'da ilk Türk askeri ateşesi olarak görev yaptı.
1945'de Birleşmiş Milletler'in kuruluşuyla sonuçlanan San Fransisco konferansına Türk askeri delegesi olarak gönderildi. NATO Savunma Koleji Komutanlığı, Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve iki dönem Cumhuriyet Senatosu Başkanlığı, kısa bir süre de Cumhurbaşkanı vekilliği ile birlikte askeri ve siyasi hayatında en üst kademelerde devlete hizmet etti. Tekin Arıburun, askerlik ve askerlik tarihi yanında edebiyat, felsefe, tasavvuf, klasik Batı musikisi, klasik Türk musikisi, sinema ve tiyatro gibi farklı alanlara da yayılan çok zengin bir genel kültüre sahipti. Ayrıca usta bir satranç oyuncusuydu.
GAZİ, İNGİLTERE'YE GÖNDERDİ
27 Mayıs 1960 günü Arıburun'ların hayatında bir dönüm noktası olacaktı. Askeri darbe sırasında Hava Kuvvetleri Komutanı'ydı Tekin Arıburun. Darbeye karşı çıktığı için Hava Kuvvetleri Komutanlığı'ndan emekliye sevk edildi. Rütbesi onbaşılığa düşürüldü ve Yassıada'da hapsedildi. Sadece o mu? Demokrat Parti İzmir Milletvekili olan eşi Perihan Arıburun da Yassıada'ya gönderildi. Perihan Arıburun anne tarafından son sadrazamlardan Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa'nın torunuydu. Babası ise Atatürk'ün "Hocam" diye hitap ettiği, Manastır Harp Okulu'ndan hocası, Kurtuluş Savaşı komutanlarından Korgeneral Naci Eldeniz'di. Perihan Arıburun genç Cumhuriyetin ilk kadın avukatlarındandı.
Atatürk tarafından İngiltere'ye çocuk mahkemeleri üzerine uzmanlaşmak için gönderilmiş, ülkeye dönüşte avukatlık ve ceza hakim muavinliği yapmıştı. Bunun yanında ileriki yıllarda Kızılay Kan Bankası'nın, Körlere Işık Derneği'nin, Veremle Savaş Derneği'nin kuruluşlarına öncülük etmiş, Yabancı Dil Laboratuvarı'nın kurulmasını sağlamıştı. Atatürk'ün kahramanlığını övdüğü Çanakkale şehidinin komutan oğlu ve Atatürk ile birlikte savaşmış bir komutanın kızı, yine Atatürk'ün ilkeleri ardına sığınarak yapıldığı iddia edilen bir darbede hapsedilmişler, çok ağır muamele görmüşlerdi. Tutuklular, Yassıada'ya götürülürken, Ada Komutanı Yarbay Tarık Güryay komutasında karşılanmışlar ve koğuşlara giderken aşağılanmış, hırpalanmışlardı. İskelede karşılıklı sıralanmış subaylar arasından geçerken çelme takılıp düşürülmüşler, yumruklanıp tekmelenmişlerdi. Aile içerisinde Yassıada günleri hiç konuşulmadı, adeta tarihe havale edildi. Bunun sebebi olarak, Yassıada'da tutuklu eski DP Milletvekillerinden Gıyasettin Emre anılarında tüm tutukluların kendi aralarında şöyle bir söz verdiklerini söyler: "Çocuklarımızla askerler arasına soğukluk girmesin diye anlatmamaya söz vermiştik aramızda. Acılarımız o günlerde kamuoyuna intikal ettirilse, bu ordu ile millet arasında bir daha köprü kurmak mümkün olamazdı."
'AĞLAMA ABLA, ALLAH KERİM'
En acı olaylardan biri Perihan Arıburun ile Tarık Güryay arasında yaşanmıştı. Yazılı ifadesini verirken sürekli CHP ile ilgili sorular sorulması avukat ve hakim olan Perihan Arıburun'un dikkatini çekmiş, "Siz CHP'nin müdafii misiniz?" diye itiraz ederek sorgulamayı değiştirdiklerini, haklarının çiğnendiğini, insanlık dışı muameleye maruz kaldığını söylediği sırada odaya giren Tarık Güryay bu duruma sinirlenerek "Sen nasıl böyle konuşuyorsun? Sen İsmet Paşa'nın aleyhinde nasıl bulunursun?" diyerek Perihan Arıburun'a bağırmaya başlamıştı. Bunun üzerine "Siz Ada Kumandanısınız, benim ifademe müdahale edemezsiniz!" diyerek karşılık veren Perihan Arıburun, Tarık Güryay'ı daha da sinirlendirmişti. Mithat Perin olayın devamını hatıratında şöyle anlatır:
"Kumandan, Arıburun'u susturamayacağını anlamıştı. Böyle olunca da zor kullanmak kararını vermiş, İzmir milletvekili Perihan Arıburun'un üzerine yürümüş, onu hırpalamaya başlamıştı. Kadın milletvekili feryat ediyor, Kumandan ise onu adeta koridorda sürüklüyordu. Kumandanlık binasının holüne geldikleri zaman Perihan Arıburun'un saçı başı dağılmış, gözyaşları yüzünü darmadağın etmişti. Kumandan devriye subaylarına avazı çıktığı kadar bağırıyordu: "Alın şu kaltağı, koğuşuna götürün!..." Bir general kızı ve Hava Kuvvetleri Kumandanı bir orgeneral karısı ve bir milletvekili olarak Ada Kumandanı'ndan gördüğü bu hakaret ve hoyratlık Perihan Arıburun'u yıkmıştı. Gözyaşlarını tutamıyor, bağırmamak için dudaklarını ısırıyordu. Koğuşa girerken refakat eden süngülü iki er dolu dolu gözlerle ona bakıyorlardı. Bir tanesi "Ağlama abla!.. Allah Kerim!" diyecekti..."
YASSIADA'DA KÜFÜR VE İŞKENCE
Yassıada'daki kötü muamele kadınerkek ayrımı yapılmadan bütün tutuklulara uygulanmıştı. Birkaç gün öncesinin orgenerali Tekin Arıburun ile bir yandan alay edilirken, subaylar sırtına binerek eşek gibi bir o yana bir bu yana koşturmuşlardı. Perihan Arıburun da hakaretlere uğramış, Atatürk'ün harp okulundan hocası, İstiklal Savaşı gazisi babası Korgeneral Naci Eldeniz'den hatıra kalan boynunda taşıdığı şeref madalyası Ada'ya çıkar çıkmaz asker muhafızların dikkatini çekmiş ve "Kahpeler ne zamandan beri şeref nişanı taşıyorlar?" diye hakaret edilerek göğsündeki madalya koparılıp yere atılmıştı. Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve komutanlar ile kadın tutuklular Birinci Koğuş'a yerleştirilmişlerdi. Tekin Arıburun da o koğuşta kalanlar arasındaydı. Böylelikle kısa bir süre sonra eşi ile havalandırma sırasında görüşme fırsatı buldu. Tevfik İleri, Yassıada ve Kayseri Günlükleri adlı hatıralarında Tekin ve Perihan Arıburun'un ilk karşılaşmasını şöyle anlatır: "Buraya geldiğimizin ertesi günü Tekin Paşa'ya: 'Hanımefendi geldiğinizi duydu, herhalde sizi görmek için bir fırsat bulurlar' demiştim. Nitekim dün Perihan Hanımefendi bir iki arkadaşla beraber kantine geçti. Biz ve Tekin Paşa kendisini selamladık. O ara Tekin Paşa benim tıraş makinesiyle tıraş oldu, tarandı, ceketini giydi. Eşinin dönüşünü bekledi. Dönüşünde kendisini pencerenin önünde yalnız bıraktık. Selamlaştılar, bir iki kelimelik konuştular." Ada kumandanın ilk yaptığı iş bu iletişimi önlemek için havalandırmada bile olsa konuşmamaları emrini vermek oldu. Perihan Arıburun eşine yazdığı pusulayı göndermek isterken yakalanmış, ada kumandanına götürülmüş ve orada bir subay grubunun önünde ağıza alınamayacak küfürlerle hakarete uğramıştı. Alttan almayıp ada kumandanına karşılık verince, Tarık Güryay çileden çıkmış, onu tartaklayarak subaylara "Götürün bu o... koğuşuna!" emrini vermişti. Gene bir gün Tekin ve Perihan Arıburun maruz kaldıkları kötü koşullar ve muameleyi anlatmak üzere ada komutanına gittiklerinde, Tarık Güryay tarafından kaba bir şekilde böyle bir muameleyi hak ettikleri söylenince Perihan Arıburun sesini yükseltmiş, şiddetli bir tokat yemişti.
EN ÜZÜLDÜĞÜM ŞEY ŞEHADET MEKANINI ZİYARET EDEMEMEM
Tekin Arıburun için babasının şehit olduğu 13 Ağustos özel bir gündü. Fakat o yıl hapisteydi. 13 Ağustos 1960 günü Tekin Arıburun annesi ve kız kardeşine de bir mektup yazdı. Bu mektup, torunu Hüseyin Avni Tanman ve araştırmacı Ahmet Yurttakal'ın birlikte yazdığı Kronik Yayınları tarafından çıkan Şanlı 57. Alay'ın Cesur Komutanı Şehit Hüseyin Avni Bey kitabında ilk defa yayımlandı. "Sevgili Anneciğim, Sevgili Melek Hemşirem, Bugün siz de babamı anıyorsunuz ben de! Şehit oluşunun kırk beşinci yılı. Atatürk'ün en çok sevgi gösterdiği, kahramanlığını övdüğü arkadaşlarından biri. En çok üzüldüğüm şey, bu yıl harp yerini ve şehadet makamını ziyaret edemeyişimdir. Tanrı, o yattıkça sizlere ömür ve sağlık versin! Oğlunuz Tekin Arıburun... Yassıada/13.08.1960" Tekin Arıburun kasım ayında serbest bırakıldı. Perihan Arıburun ise 16 ay kaldığı Yassıada'dan Kayseri Cezaevi'ne nakledildi. Anayasayı İhlal Suçundan Yüksek Adalet Divanınca Mahkûm Edilenlerin Cezalarının Kısmen Affı Hakkındaki Kanun ve tüm DP'lilerin affı ile özgürlüğüne kavuştu. Tekin Arıburun hep babasının şehadet günü olan 13 Ağustos'ta vefat etmek istemişti. İstediği gibi de oldu. 1993'te 90 yaşında İzmir'de hayata gözlerini kapadı. Devlet töreni ile Ankara Cebeci Askerî Şehitliği'ne defnedildi. Çanakkale şehidi cesur Hüseyin Avni Bey'in hatırasına layık bir evlat oldu