Siyaset çetrefilli iş... Hele Türkiye'de siyasette bir ekol oluşturmak, seçmenin güvenini kazanmak, sana güvenen insanlarla birlikte güçlenerek yol almak, hayal kırıklığı yaratmadan yoluna devam edebilmek, dünyanın hızlı devinimine rağmen seçim üstüne seçim kazanmak, her şeyden önemlisi de bir ülkü sahibi olmak her babayiğidin harcı değil. Geçtiğimiz hafta İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun kendi taraftarları ve seçmeni tarafından bir anda bir nevi aforoz edilmesi muhalefetin liderlik konusundaki sıkıntısını bir kez daha ortaya koydu. Siyaset, aynı davaya inananların mı, yoksa kin ve nefret ittifakı yapanların mı başarılı olduğu bir alandı? Biz de bu, Türkiye siyasi tarihi açısından aslında 'küçük' ama ibret değeri olarak kalibresi yüksek mevzudan yola çıkıp, Sabah Gazetesi Başyazarı, Türk siyasi tarihini avucunun içi gibi bilen duayen gazeteci Mehmet Barlas'la Türkiye'de lider olmanın incelikleri ve bugünün muhalefet anlayışını konuştuk...
- Mehmet Bey, İmamoğlu'nun seçmeni ve destekleyenleri tarafından ilk 'hata'sında bir nevi aforoz edilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
- Ne yazık ki Türkiye'deki muhalefet kin ve nefret birlikteliği yapıyor. Bundan medet ve oy umuyor, iktidar olmayı bekliyor. Yani, 'Biz hepimiz Erdoğan'dan nefret ediyoruz, gelin bir araya gelelim' deniyor. Geleceği düşünmüyorlar. Sonrası yok... Kin ve nefret ittifakları aslında hiçbir alanda sağlıklı değildir ama siyasette asla sağlıklı bir sonuç doğurmaz. Muhalefet ediyoruz diye kin ve nefretin siyasete böyle pompalanmasının sonucu bu... Ortak bir ülkü, bir amaç, bir siyaset olmadan olmuyor bu işler ne yazık ki. Sonuç bu oluyor. İstanbul Belediye Başkanı da, Ankara Belediye Başkanı da o kadar kendilerine ait olmayan bir zaferin meyvelerini topladılar ki, arada o meyvelerden kafalarına yemeleri de normal. Küçük bir sarsıntıda dağılıyor bu birliktelikler. Muharrem İnce'de de, Ekmeleddin İhsanoğlu meselesinde de gördük bunları.
- Peki bugünün muhalefetinin kin ve nefrette birleşmesinin, siyasetlerini bunun üzerine kurmalarının sebebi nedir sizce?
- Öncelikle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun buraya nasıl geldiğine bakalım. Temel meseleyi görürüz... Deniz Baykal'a FETÖ bir kaset kumpası kurdu ve adam bu yüzden gitti... Bunun üzerine Kılıçdaroğlu gelip oturdu o koltuğa. Böylesine çirkin bir kumpası ne CHP, ne CHP seçmeni, ne de Kılıçdaroğlu sorgulamadı, hakkında bir şey söylemedi bile. Ne de güzel kabullendi, ne kolay içine sindirdi bu durumu. Temelini böyle karanlık bir olayın üzerine inşa etmiş bir muhalefetten kin ve nefretten başka ne beklenebilir ki! Peki acaba Kemal Kılıçdaroğlu şunu düşünüyor mu? Kendisine acaba nasıl bir kumpasla partisinden el çektirilecek. Yine bir kasetle mi, başka bir iftirayla mı? Bununla hesaplaşmaları gerekiyor.
- Sizce ana muhalefet ortaya nasıl bir siyaset koyuyor? Ne vaat ediyor?
- Benim gördüğüm "Biz gelirsek Erdoğan gidecek"ten başka bir 'siyaset'leri yok. Bu bir siyaset değil. Ekonomide, sağlıkta, eğitimde ve pek çok önemli ülke meselesinde ortaya koydukları bir siyaset, bir öneri yok. Bu sadece bana öyle gelmiyor, kendi seçmenlerine sorsanız onlar da bu konuda "Partimiz bize şunu vaat ediyor diyemez diye düşünüyorum. Yok çünkü ortada bir şey. Diğer partiler de "Biz başa gelirsek FETÖ'den tutuklu olanları, terörden tutuklu olanları, Gezi'den tutuklu olanları serbest bırakacağız" diyor. Onların da siyasetten anladıkları bu... Yani küçüğüyle, büyüğüyle muhalefet ortaya bir siyaset koymuyor.
- Bir de size Ümit Özdağ meselesini sormak isterim. Açık açık "Ben finanse ettim, çektirdim" dediği ırkçı, ırkçılığı kaşıyan ve buradan bir siyaset güden bir kısa film çektirdi. Sizce Türkiye'de, mülteciler üzerinden ırkçılık siyaseti tutar mı? Burada nasıl bir tehlike görüyorsunuz?
- Hiçbir tehlike görmüyorum. Çünkü bu topraklarda ırkçılık tutmaz. İnsanlarımız bu oyuna gelmezler. Başaramadılar, başaramazlar da. Türkiye'nin gelmiş geçmiş en milliyetçi siyasetçisi Türkeş ırkçı olmadı hiçbir zaman. Milliyetçiydi... Milliyetçimiz çoktur ama ırkçımız yoktur. Zaten o adamın da (Özdağ) kitlesi yok. Yok olur, unutulur gider....
HER BELEDİYE BAŞKANININ YOLU CUMHURBAŞKANLIĞINA ÇIKMAZ!
Recep Tayyip Erdoğan da önce İBB Belediye Başkanlığı yaptı, sonra cumhurbaşkanı oldu diye bu öyküyü İmamoğlu'na da uyarladılar. Ama bu işler öyle kolay değil ki. Recep Tayyip Erdoğan Türkiye'nin gördüğü en iyi belediye başkanıydı. Bunu o dönem de kendisine destek vermeyenler bile söyledi. Bir de üzerine hapis yattı. Çıktı hemen milletvekili bile seçilemedi.
Yani Erdoğan belediye başkanıyken belediye başkanlığına odaklandı... Görevinin hakkını verdi önce. Adım adım yükseldi. Türkiye'nin hayal bile edemediği reformları yaptı. Uzaktan bakıldığında muhalefete kolay geliyor... "Ne var biz de yaparız" diyorlar. Ama Türkiye gibi zorlu bir coğrafyayı yönetmek, hem de 20 küsur yıl yönetmek hiç kolay değil. Fena bir vazife... Çok zor. Türkiye'de her zaman bu çıtada siyasetçi çıkmıyor. Dünyada da çıkmıyor. Belediye başkanlığının bile hakkını vermeden cumhurbaşkanı olma hayali yanıltmasın kimseyi. Türk siyasetine Demirel, Ecevit, Özal, Erbakan ve Erdoğan damga vurdu. Demirel iki kere ordu tarafından devrildi. Hapis yattı. Sonra kendini inkar etti ve 28 Şubat'ın cumhurbaşkanı oldu. Trajik bu tabii. Erdoğan, Özal'ın açtığı yoldan gitti. Onun Türkiye için hayal edip de yapamadıklarını hatta çok daha fazlasını yaptı. Ülkenin üzerinden ABD baskısını ve FETÖ'yü attı. Kendi seçmeniyle, vatandaşıyla büyüdü, bugünlere geldi. Vesayeti ortadan kaldırdı. Bir darbe girişimine göğüs gerdi...
ABD BÜYÜK BİR TEHLİKE
ABD çok büyük tehlike. Erdoğan'ı bugün sevmiyorlar. Menderes'i de sevmediler. Rusya'ya ziyarete gidecekti. Döviz sıkıntısı vardı. O ziyaretin gerçekleşmesine çok az kala asıldı. Öldürüldü... ABD bugün Avrupa'yı Rusya'nın üzerine saldı. Bu yüzden Avrupa çok büyük sıkıntılar yaşıyor. Akaryakıt sıkıntısı, enflasyon... ABD Başkanı Biden daha göreve gelmeden "Türkiye'deki muhalif unsurlara destek olacağız" dedi. Muhalefetten "Sen bizim iç işimize ne karışıyorsun" diyen olmadı. Bu da yeteri kadar büyük bir ayıptır muhalefet için