Farklı bir tiyatro oyunu için biletimi aldım, otobüs durağında bekliyorum. Benim gibi başkası da var mı acaba diye çevreme bakınıyorum. Bir iki kişi belirdi ama acaba onlar normal otobüs mü bekliyor? Pardon size farklılıktan bahsetmedim. Bu oyun, bir otobüste sergileniyor. Tiyatro sahnesi daha önce sokağa taştı, meydanlara kuruldu ama otobüste hiç oyun sergilendi mi?
İnince elbette oyunu yazıp yöneten Burcu Halaçoğlu'na soracağım, umarım aynı durakta ineriz! Bu endişeyi taşıyorum çünkü otobüs yolculuğu o kadar gerçek ki, ikinci durakta araca aceleyle binen yaşlı bir amca otobüsün Bostancı'ya gitmediğine güç bela ikna olunca iniyor. Peki otobüs nereye gidiyor? Kimse bunu bilmiyor!
Otobüste her şey olağan, "Tamam oyun bu, her günkü rutin hayatımız" diye söylenirken arka tarafta yüksek sesle saç ekimi üzerine konuşan iki kişi işitiliyor. Acaba bunlar oyuncular mı diye bakınırken, ön tarafta da bir hareketlenme var. Kimse oyuncuları tanımadığı için, kaç kişi bu kurgunun içinde hep birlikte anlamaya çalışıyoruz. Herkes yanındakinden şüphe ediyor. Zaten oyun da şüphe üzerine kurulu! Günümüzde yaşanan pek çok sağlık sorunun sebebi olan şüphe, endişe, kaygı az sonra bütün otobüsü birbirine katacak.
Ön taraftaki kadının telefonu kayıp ve arkadaki bir adamdan şüpheleniyor. Bir anda otobüsün arkasına gidip telefonunu çalmakla itham ettiği adamın üzerine yürüyor. Giyiminden ve konuşmasından eğitimli olduğu anlaşılan eşi ise şoförden durmasını ve polis çağırmasını istiyor. Bu arada artık Fikirtepe'deyiz. Gerginlik üzerine inmek isteyenler oluyor, bunlar da ekipten mi diye bakınıyoruz. Anlamak güç, çünkü oyun interaktif ve seyirciler de katılabiliyor. Araya girenler oluyor ve kentli çift öne, varoş görünümlü şüpheli ve yanındaki kadın arkaya dönüyor. Evet sınıf ayrımı yine yüzümüze vuruluyor.
Derken çiftler kendi aralarında çatışmaya başlıyor. Kentli adam, sevgilisine pahalı telefonuna sahip çıkamadığını söyleyip onu azarlarken, şehirli insanın bir anda nasıl varoştaki adama dönüştüğünü izliyoruz. Arkada da durum farklı değil. Abla, kardeşine "Aldıysan çıkar ver, bak polis çağıracaklarmış" diyor. Ablası bile şüphelendiğini göre, tamamdır adamı linç edebiliriz!
Oyun akıcı, ilerleyen sahnelerde başta hukuk düzenini savunan üst sınıf erkeğinin, şüphelinin üstünü aramasına ses çıkaran yok otobüste! Suçu ispat edilene kadar herkes masumdur karinesi çöp kutusuna gitti çoktan. Otobüs sessiz, aman karışmayalım Ali Rıza Bey, huzurumuz kaçmasın modundayız.
Bu sırada aklıma yakınlarda kaybettiğimiz Ferhan Şensoy geliyor. Usta tiyatrocu da Nazi üniforması giyip İstiklal Caddesi'ne çıkmış, kimlik kontrolü yapmıştı. Pek itiraz eden olmamıştı. Oyunumuzda otobüste gerginlik gitgide yükselirken yolcuların yüzlerinde geziniyorum, acaba biri daha oyuna katılacak mı? Yüzlerde endişe var, bakalım neler olacak bakışları çoktan gitmiş. Tansiyon yükseldi, küfür kıyamet! Otobüste daha sonra neler oldu, devamı oyunda.
İETT OTOBÜS VERMEDİ, SATIN ALDIK
Son durakta inince, hepsi başka duraklarda inen TiyatroPol ekibini tanımak için bekliyorum... Oyunda da rol alan yapımcı Erkan Akbulut'a otobüsü nasıl ayarladıklarını soruyorum, "İETT ile görüştük ama sonuç alamadık. Dahası da var ama çok uzun hikaye, sorunu ancak otobüs satın alarak aşmak zorunda kaldık" diyor. Yazan, yöneten, hatta oynayan Burcu Halaçoğlu'ya ise, "Nereden geldi tiyatro sahnesini otobüse taşımak, bu riski almaya nasıl cesaret ettiniz?" diyorum:
"TiyatroPol olarak daha önce bir evde ve otel odasında da oyun sergilemiştik. Otobüs fikri de bu tarz başka yenilikçi bir fikir oldu. İnsanın ön yargılarının ne kadar korkutucu olduğunu gördüğümüz belli yerler var hayatın içinde. Otobüs de bu mekanlardan biri. Bu yüzden derdimizi otobüsün içinde anlatmak istedik."
Bittiğini hiç anlamadık, tüm ekibi alkışlamak isterdim deyince Halaçoğlu, "O zaman doğal olmazdı" diyor. Oyunun başlarında; zaten otobüste, metrobüste bu tip olayları yaşıyoruz diyordum ama bittiğinde gerçek yalın biçimde suratımızda tokat gibi patlamıştı. İyi seyirler!