Klasik Türk Müziği tarihinin en önemli bestecilerinden Alaeddin Yavaşça'yı sonsuzluğa uğurlayalı neredeyse iki ayı geçti. 1 Mart Salı günü, Atatürk Kültür Merkezi'nde büyük ustayı anmak için bir gece düzenlenecek. Klasik Türk Müziği'ne emek vermiş ünlü sesler ustanın eserlerini seslendirecekler. Bu etkinlik öncesi Yavaşça'nın eşi Ayten Yavaşça ile bir araya geldik... Aşklarını, anılarını konuştuk...
- Sorması çok zor ama nasılsınız, toparlanabildiniz mi?
- Pek değil! Bu öyle bir acı ki, gittikçe daha da ağırlaştığını hissediyorum. İlk günlerin şaşkınlığı geçtikçe yokluğunu daha çok hissediyorum. Dört buçuk, beş senedir hastanede olduğu için ben hastanede olduğunu kabullenmişim. Sonra birden düşününce gittiğini... (Cümleyi tamamlayamıyor) Yokluğunu çok koymaya başladı.
- Sadece eşinizi değil, aynı zamanda en yakın dostunuzu, arkadaşınızı da kaybettiniz değil mi?
- Ben Alaeddin Bey ile tanıştığımda 19 yaşımda idim. Gencecik, ufacık, cahil bir kızdım. Aramızda 16 yaş fark vardı. Hep derim ki zaten, "Ben Alaeddin Yavaşça Üniversitesi'ni bitirdim." Bunun mutluluğu içinde yaşadım yıllarca.
- Nasıl tanıştığınızı elbette hatırlıyorsunuzdur. Bizimle paylaşır mısınız?
- Tabii ki, asla unutmam, çok enteresandı. 1958 senesinde muayenesini açmış. Hayat mecmuası da röportaja gelmiş. Bir hastayı yatırmış muayene ediyor. Ben de dergide onlara bakarken, "Ay ben de ileride doğum yaparsam, bu doktora yaptırayım" dedim. Yani onunla tanışabileceğimi düşünmüyordum. Çocuğumun doğumunu yaptırabilirim diyorum falan. Daha sonra ben Kızılay Hemşirelik Okulu'nda okuyorum. Sıraselviler'deki İlk Yardım Hastanesi'ne son stajıma yolluyorlar. Hem de onun kliniğindeyim, düşünebiliyor musunuz? Ben de hiperaktif biriyim, çok çalışıyorum. Derken Alaeddin Bey muayene açacağını söyleyip, beni yanına istedi. "Babam katiyen izin vermez" desem de, "Bir sor bakalım akşam, fikrini öğren" dedi. Sanki bir şey biliyormuş gibiydi. Sert adamdı babam, korka korka anlattım. Ancak Alaeddin Yavaşça ismini duyunca, "O çok iyi biridir, gidebilirsin" demesin mi? O bekar, popüler bir doktor. Ama babam "Git" demez mi? Bu tamamen Allah'ın bir tertibi... 20 Ocak 1960 günü başladım, asla unutmam o tarihi. Ama tanıştığımızdan 20 yıl sonra evlendik. Uzun bir flört dönemimiz oldu. Sonra hastalar, muayene işleri, beraber girdiğimiz ameliyatlar falan derken evlendik. Sonra bir arada ve bir anda geçen 61 yıl... (Gözyaşlarını tutamıyor)
- Alaeddin Bey çok vefalı bir insanmış, herkes öyle anlatıyor...
- Öyleydi, insanı severdi. Çiçeğe, doğaya önem verirdi. Kediyi köpeği çok severdi ama çok... Köpeğimiz vardı, öldü ona beste yaptı. Kedimizi kaybettik, ona şiir yazdı. Hastalarına da çok bağlıydı.
- Peki sizi bu kadar yıl bir arada tutan hangi dengelerdi? Sizin ilişkide bir toparlayan bir yönünüz varmış gibi...
- Aynen öyle, "Beni derler, toparlar Ayten" derdi. Bir ruh birlikteliğimiz vardı. Bizim 20 sene süren flört dönemimiz vardı. Ailesine çok düşkündü, yedi kardeştiler. En küçük kardeş olduğu için ona çok manevi baskı vardı. Sonra bir gün evlenme teklif etti. "Sonra pişman olma" diye uyardım. "Pişman olacağım şeyi yapmam" dedi. Geç evlendiğimiz için de çocuk yapmayı düşünmedik. Hatta bir gün, "Sen belki annelik duygusunu tatmak istersin, çocuk düşünür müsün?" diye sordu. Ben de "Sen istemiyorsan, ben bu işe kalkışamam. Çünkü işin zor kısmı bende olacak" dedim. O zaman dedi ki, "Sen çok verici bir kadınsın, sen bütün sevgini ona verir, beni bırakırsın" dedi. Birbirimizi o kadar tamamlardık ki, hiçbir konuda ayrı fikirde olmadık.
-
Yurt dışı konserlerine muhakkak siz de gitmişsinizdir. Bir hatıranız var mı?
- Almanya'da ilginç bir olay yaşanmıştı. Konser öncesi, salonda üç dört genç vardı. Olay çıkaracak gibiydiler, aralarında tatsız konuşmalar yapıyorlardı. Ama hocayı dinlerken hal ve tavırlar değişmişti. Ara olunca onlara dönüp, "Aferim size ne güzel dinlediniz" dedim. "Ablam be, adam damardan verdi. Dinlenmez mi bu!" İşte hocanın sırrı buydu. Hissi, duyguyu size damardan verirdi. E, ne de olsa o bir hekimdi.
- Vaktiyle yazarımız, ustamız Hıncal Uluç'un yazdığı bir anı vardı. Alaeddin Bey'i eski aşkıyla buluşturmaya çalışmışsınız...
- Allah Allah, Hıncal Bey'e anlatmamıştım bunu, nereden biliyor acaba... 1950 yılında üniversitede okurken sınıf arkadaşını beğeniyor. Evlenmek istiyorlar ancak aile mani oluyor. "Sen daha öğrencisin, bekleyin" diyorlar. Ancak hoca beklememeye karar verince hanımefendi ile ayrılıyorlar. Neyse ilerleyen yıllarda biz Kuşadası'na gitmiştik. Ben o doktor hanımın izini Tire'de buldum. Gelip Yavaşça'ya "Bak Suzan'ı buldum. Gel iki saat uzakta. Benim içime dert oldu. Gidip helallik alalım" dedim. Sonuçta benden önce yaşanmış bir hadise. Çok şaşırdı, gözleri parladı. Çok heyecanlandı. Ancak bu esnada bir telefon geldi ve Suzan Hanım'ın öldüğünü öğrendim. Şimdi akşam konser var, Yavaşça'ya söylesem yıkılır. Dedim ki, "Oğlu ABD'de doktor, onun yanına gitmiş. Dönünce gideriz" dedi. "Öyle mi, peki" dedi ama sanırım aslında anladı. Keşke daha önce onları buluşturabilseydim. Benden önce yaşanmış bir aşkı niye kıskanayım. Bu derece kıskançlık hastalıktır bence.
SEN BAŞKA BİR LİMAN MI ARIYORSUN AYTEN!
"Ben bir dönem şiir yazmaya başladım. O da bunları besteledi. Yazlık evimizde sahile giderken beni yalnız bıraktı. Ben kırılıp Çelişkili Ruh diye şiir yazıp hemen onunla paylaştım. 'Yalnızlığın girdabında seni arıyorum, yanımda olsan da seni arıyorum, bu gönüle bir başka liman mı arıyorum, yanımda olsan da sensizliği arıyorum.' Ona götürdüm hemen, bozuldu, 'Yırt at bunu, başka liman mı arıyorsun sen!' dedi. Çok üzüldüm, hemen 'Neden bu çelişkiler içinde yaşıyorum, bu gönül senden başkasını istemez' diye değiştirip götürdüm. 'Hah, şimdi olmuş. Ben bunu bestelerim' diye sevindi. 500'üncü bestesi oldu. Ben de bunu görünce şiir yazmaya başladım."
MÜZİĞİMİZİ İÇKİ SOFRALARINA MEZE YAPMADI
"Gazinolara her zaman uzak durdu. 'Ben geleneksel müziğimizi içki sofralarına meze' yapmam derdi. Bir dönem muayenehane açmak için kredi almıştı. Epey zor bir dönemdi. Gazinodan teklif geldi. Bütün aldığı krediyi bir gecede veriyordu. Gazino sahibi 'Zeki Müren'e verdiğimiz paranın üç katını teklif ediyorum gecelik' dedi. Yine de kabul etmedi. O müziği para için yapmıyordu. Bu işe gönülden bağlıydı. Bir prensip adamıydı."