Büyükşehirlerde yaşayanlarımız iyi bir ev, iyi bir otomobil ve iyi bir sosyal yaşam için yıllarca durmaksızın çalışıyor. Bir gün bunlara sahip olmayı başaranlarımız bile her geçen gün içinden çıkılmaz bir hal alan hayat karmaşasında "Ben böyle hayal etmemiştim" diye büyük pişmanlık yaşıyor. Evet, teknoloji hayatımızı çok kolaylaştırıyor. Kolaylaştırıyor da bizi bir o kadar da doğadan uzaklaştırıyor. Doğaya özlem arttıkça da, o teknolojik evlerin salonlarındaki çiçekler, artık yetmez oluyor. Üstelik yoğun iş temposu, stres ve trafik sağlığımızı bozuyor. Tüm bunlara son iki yıldır bizi adeta esir alan pandemi de eklenince şehirde kurduğu düzeni bir yana bırakıp kasaba ve köylere yerleşenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Biz de arka arkaya büyük şehirlerde doğmuş, iyi para kazanıp, ekonomik anlamda rahat rahat yaşarken, kendi çaplarında doğal yaşama dönenlerle konuştuk.
Ahşap bir ev yaptım, hayalimdeki tüm ağaçları diktim
Haşim Kozbay (45): "Çocukluğum ve gençliğim İstanbul'da geçti. Yurt dışında beş yıl çeşitli firmalarda müdürlük yaptım. Ardından kendi firmamı kurup 10 yıl daha kaldım. Daha sonra Memleket özlemiyle İstanbul'a döndüm ve yeni bir iş kurdum. Ama 2 yıl dayanabildim. Ve İstanbul'un stresinde yaşayamayacağıma karar verdim. Bir yıllık araştırmadan sonra, hem doğa olarak hem de sosyal yapı olarak bana uygun olduğunu düşündüğüm Balıkesir-Gönen'e yerleşmeye karar verdim. İşlerimi tasfiye edip, köyde bir arazi alarak, ceviz ve meyve bahçesi kurdum. Hayalimdeki tüm ağaçları diktim. Kendime ahşap bir ev yaptım. Gelen hayran kaldı ve çoğu doğal hayata dönmek istedi. İsteyenlere, ev ve arazi bulmaları için yardımcı oldum. Ardından, doğal hayatı sosyal medyada yayınlamaya başladım. Youtube kanalımın takipçileri, 5 bini yurt dışından, 20 bini İstanbul'dan, toplam 40 bine ulaştı. Merak edip gelmek isteyenleri davet ediyorum.
5 tavuktan, aldığım 7 yumurta, dünyalara değer
Göksel Akarsu (53): "İstanbul Yeşilköy'de doğdum. Kafe ve restoran işlettim. Ataköy'de oturuyordum. Karmaşa ve stresten, tansiyon ve şeker hastası oldum. Bir gün eşime, 'İstanbul'u terk edip, bir köye yerleşelim' dedim. O da kabul etti. Şu an küçük bir köy evimiz var. Panik atağımdan eser kalmadı. 5 tavuktan, aldığım 7 yumurta, dünyalara değer." Çiğdem Akarsu: "İstanbul'da doğup büyüdüm. Daha önce hiç köy görmemiştim. Uluslararası bir ABD firmasında çalışırken, her şeyi bırakıp buraya geldim. İstanbul'da 2 köpeğimiz vardı ama bakamıyorduk. Şimdi onlar da biz de özgürlüğümüze kavuştuk. Kuzinede kışın yanan odunların çıtırtısını ya da sabah evden çıktığımda içime çektiğim oksijeni, hiçbir rezidansa değişmem."
Sobanın üzerinde pişirdiğim patates çok değerli
Hasan Er: "İstanbul'da fabrikam vardı. 34 yıl her gün fabrikaya gidip geldim. Stresten sağlığımı kaybettim. Sonunda bir gün fabrikayı ortağıma devredip her şeyi arkamda bırakarak buraya geldim. Küçük bir evim, koyunlarım, tavuklarım, köpeklerim var. Arazi ve traktör aldım. Ekip, biçiyorum. Koyunlarımla, kuzularımla ilgileniyorum. Kuzularımın, her gün büyüdüğüne tanıklık etmek bile beni mutlu ediyor. Benim için kışın sobanın üzerinde pişirdiğim patates ve yumurtalar, o fabrikadan daha değerli."
Huzuru burada buldum
Erol Şahingil: "İstanbul'da büyüdüm. Bir iş adamı olarak, yıllarca savunma ve silah sanayiinde kullanılan bazı ekipmanların üretimini yaptım. Ancak güvenlik, trafik terörü, hormonlu gıdalar, kirlilik ve psikolojik baskı, İstanbul'u yaşanmaz hale getirdi. Sağlığımı kaybettim. Beş yıl önce, "Hadi gel, köyümüze geri dönelim" türküsünü gerçekleştirip, buraya geldim. Kendime yeni bir ev yaptım. Huzuru ve mutlu yaşamı burada buldum."