"Uzatma dünya sürgünümü benim" diyordu bir şiirinde büyük şair... Rabb'ine böyle sesleniyordu... Büyük şair, mütefekkir ve İslam aleminin eşsiz fikir adamlarından Sezai Karakoç geçen hafta dünya sürgününü tamamladı. Ardında sayısız şiir, eser ve hayatını adadığı 'Diriliş' felsefesini bırakarak. Doğumunu kendi sözleriyle şöyle anlatıyordu Karakoç: "Yıkılmış ve yeniden doğmaya çalışan bir toplumun, bir kültürün, yıkılmış ve yeniden yapılan bir şehrin ve savaşın; siyasi, sosyal, ekonomik yıkıntıları içinden doğrulmaya çalışan bir ailenin ferdi olarak Zülküf Dağı'nın eteğindeki o küçük kasabada dünyaya geldim. İşte bu dört yıkılmışlık içinde 1933 yılı baharında Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde doğdum. Annemin deyişiyle Gülan ayında bir günde. Gülan, Mayıs'ın eski adı yani güller, gülün açıldığı ay. Eskiler isim semadan gelir derler. Eğer böyleyse isimlerimiz bize ilahi bir armağandır. Bu yüzdendir ki Kuran-ı Kerim açılarak konmuş ismim. O zamanlar her ismin bir de mahlası olurdu; İsmim Muhammed mahlasımsa Sezai. Doğduğum ev ise Ergani ortasında bir ev. O yıllar çok evimiz varmış, babam ekonomik durumumuz bozuldukça evleri birer birer elden çıkarmış." Adı nüfusa yanlışlıkla Muhammed Sezai değil Ahmet Sezai olarak geçer... Ama kalbinde hem Muhammed'i, Muhammedi aşkı taşımaya devam eder. Sezai Karakoç Ortaokulu başarıyla bitirdikten sonra yolculuk Gaziantep'edir. 1947 yılında kaydolduğu Gaziantep Lisesi disiplinli oluşuyla ünlüdür. İlgi alanı gittikçe genişlemiştir. Batı edebiyatını inceler. Shakspeare'in piyeslerini Andre Gide'nin Dünya Nimetleri'ni, Dohame'nin bazı eserlerini. Verter'i ve daha başkalarını okur... Edebiyatla iyiden iyiye akrabadır artık. Lise yılları Karakoç'un Necip Fazıl'ı ve Büyük Doğu'yu dikkatle takip ettiği yıllardır. Necip Fazıl'a bir mektup yazar ve bu mektupla beraber Mehmet Levendoğlu imzasıyla Sabır adlı şiirini gönderir. Levendoğlu ailesinin lakabıdır. Sezai henüz 16 yaşındadır ve yolladığı Sabır adlı şiir dergiye gelen 300 şiir arasından seçilerek yayımlanır. Karakoç'un şiir ve düşünce macerası başlamıştır artık. Sonrası Siyasal Bilgiler fakültesi, devlet memurluğu yılları, Necip Fazıl'la yakın dostluğu, ikinci yeni şiir akımının kurucuları arasında yer alması, Diriliş Partisi yılları ve şiire, düşünceye, İslam'a adanmış bir ömür...
DİRİLİŞ PARTİSİ VE DİRİLİŞ FELSEFESİ
Günlük siyasetten her zaman uzak durmayı tercih eden Karakoç bir yönüyle başka türlü bir siyaset adamıdır aynı zamanda. 90'ların başında kurduğu Diriliş Partisi iki dönem üst üste seçimlere girmediği için kapatılır. Ancak 2007'de Yüce Diriliş Partisi adıyla partiyi yeniden kurar. İslam medeniyetinin yeniden dirilişi için aydınların bir araya gelmesi gerektiğini ifade eder üstat... Birlik idealinin önemine dikkat çeker. Durmadan birleşme, durmadan yakınlaşma, durmadan kaynaşma... Ve der ki: "Afrika'nın bir ucundan, Filipin Adaları'na kadar kesiksiz uzayan bir diriliş. Ey Azerbaycanlılar, Türkistanlılar, Kafkaslılar, Nijeryalılar, Mısırlılar, Suriyeliler, Bağdatlılar, Amerika'daki Müslüman zenciler, Bosnalılar, Malezyalılar ve daha nice ülkelerde bulunan ve her biri kendi içinde suni ayrılıklarla birbirinin boğazına sarılsın diye kışkırtıcılığın her türlüsüyle karşı karşıya gelen can kardeşlerim! Her türlü doktrin, her türlü baskı, her türlü savaşla kendi öz gerçeğine dönmekten alıkonan gök medeniyetinin çocukları. Ne zaman birbirimizi anlayacak, birbirimize yaklaşacak ve aynı ilhamın bahar sıcaklığındaki doğurucu soluğunu omzumuzda duyacağız?"
NURULLAH GENÇ (ŞAİR)
Karakoç denince aklıma Peygamber sevdası gelir
"İnsanın ufku mümindir. Müminin ufku peygamber" demişti. Müşahhas dünya adına, bir mümin için gösterilebilecek tek ve tartışmasız ufku işaret etmişti. Kuran'ın nasıl yaşanması gerektiğini bize hayatıyla öğreten Peygamberimizi ufuklarından silerek Allah'a ulaşabileceklerini sanan gafil ruhların anlayabileceği bir düşünce değildi bu. Ruhumuzu saran Peygamber sevdasını en etkili konumlandırma haliydi. Bu yüzdendir ki çocukluğumuzda kalbimize işlenen o ebedi sevda, üstat Sezai Karakoç ve diğer peygamber aşıklarının fırça darbeleriyle olgunlaşmış ve Rahman olan Rabbimizin ihsanıyla, bir daha kaybolup gitmeyecek nakışlara dönmüştü. "Peygamber nasıl insanın ufkuysa, naat da şiirin ufkudur" demişti. "Şiirini naat ile süsleyemeyen şair tam anlamıyla adam olamamıştır" diyerek Müslüman şairin olgunlaşmasına işaret eden halk şairi Rıza amcamı hatırlatmıştı bana. Yağmur'un çilesinin çekildiği ve yazıldığı 10 yılı aşkın zaman içinde bu iki tespit defalarca yakalamıştı beni. Naat yazma isteğimi kamçılamıştı ikisi de. "Uzatma dünya sürgünümü benim" mısraını ömrümce kaç kez tekrarladığımı hatırlamıyorum. "Başarı Bedel İster" adlı kişisel gelişim konferanslarımda başarıyı, onun şiirinden iktibas ettiğim bir mısraıyla tanımlıyordum genellikle. Akılda kalıcı ve etkileyiciydi. Şiirle tanışmamış pek çok insan o sebeple şiirle tanışmış ve bazıları okumaya başlamıştı. Çünkü başarı açısından hedeflerin ötesini gösteriyor ve "Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız" diyordu. Yeryüzü koşusu bitti. O hâlâ koşmaya devam ediyor. Mekânı cennet olsun.
NECİP TOSUN (YAZAR-EDEBİYAT ELEŞTİRMENİ
Çağımızın putlarını reddetti
Sezai Karakoç, tüm eserlerinde inandığı kültür ve medeniyet davasını insanlara aktarmak peşinde olmuştur. Bütün bunları da tarihi ve sosyolojik bir görüş olarak "diriliş" düşüncesi etrafında şekillendirmiştir. Materyalizmi çağın üstüne çöken en büyük kâbus olarak gören Karakoç, inkâra, redde, maddeciliğe karşı her alanda yeniden dirilişi savunur. Düşüncede diriliş, inanışta diriliş, edebiyat ve sanatta diriliş, ruhta diriliş. Hiçbir ışıltıya, üne, alkışa aldanmamış, inancına uymayan döneminin gözde akımlarına uzak durmuş, televizyonların, gazetelerin tüketim malzemesi olmamış, özenle kendi kozasını örmeyi sürdürmüştür. Hayatını diriliş davasına adamış, yaşadığı yoksullukları ve çileleri, iftira ve yok saymaları aşarak çağının putu olan paranın, maddi olan her şeyin nasıl reddedilebileceğini ispat etmiştir.
MUSTAFA AKAR (ŞAİR-YAZAR)
Sezai Karakoç Türkiye'dir
Sezai Karakoç üstadın cenazesindeyiz. Önümde bebek arabasıyla camiye giren bir çift görüyorum. Gayriihtiyari gözüm takılıyor. Acaba onlar da mı cenazeye geldiler, diyorum içimden. Kulak misafiri oluyorum. Eşine bir şeyler söyledikten sonra, arabadaki bebeği kucağına alıp üstat için tekbirler getiren kalabalığın arasına giriyor adam. Tam o an gözlerim yaşarıyor. Sanırım üstadın nasıl da yediden yetmişe seslendiğinin en bariz görüntüsü bu. İSezai Karakoç Türkiye'dir. Anadolu insanının kendine olan güvenini yeniden kazanmasıdır Karakoç. Evleri balkonsuz yapan mimarları sevmektir Karakoç. Hakikat, adalet ve fazilettir. İmanlı bir yürektir. Hızır'la kırk saat geçirmektir, Taha'nın dizinin dibine oturmaktır. Kudüs şehrinin gökte yapılıp yere indirildiğinin farkına varmaktır Karakoç. Son sözü alınyazısının söyleyeceğini bilmektir. Türkiye'dir Sezai Karakoç.
SADIK YALSIZUÇANLAR (YAZAR)
Toprak gibi sade bir insandı
Sezai Karakoç, Türkçe'nin son büyük şairidir. Ahmed Yesevî-Yunus Emre'yle yaygınlaşan Türk dilinde bilgece şiirin çağımızdaki seçkin temsilcisidir. Karakoç, kadîm irfana bugünden sağlam bağlar atmıştır. O, sadece şair olarak değil, düşünme hayatımız bakımından da Türkiye'yi beslemiş, birkaç kuşağı emzirmiştir. Toprak gibi sadedir. Bir bilim adamı, yıllar önce O'nunla ilgili yazısına şöyle bir başlık atmıştı: "Her türden iktidarı dışlayan, her türden iktidarın dışladığı bir şair." Öyledir, Sezai Bey, radyo, televizyon, dergi ve gazeteye; sonraki dönemlerde her türden elektronik iletişim ortamına girmedi, kendi köşesinde, kendi özgür ve özgün iletişim ortamını oluşturdu, inandığı gibi yaşadı ve yazdı. Yoksul ve dervişti. Türkiye'nin, Müslamanların ve insanlığın birliği düşüncesi, "Diriliş"in temelini oluşturuyordu.
MONNA ROSA ŞİİRİNİN SIRRI
Ünlü Monna Rosa şiirinin üniversite aşık olduğu bir hanıma yazıldığı sürekli söylense de Karakoç şiirini şu şekilde açıklamıştır: "Monna Rosa'nın her şiir gibi bir doğuşu vardır. Ama şiire bakıp bir takım senar yolar uydurulduğu söyleniyor ki bunların çoğu asıl ve esastan mahrumdur şüphesiz. Şiire bakıp tümünü hayatın bir fotoğrafı gibi düşünmek, şiiri hiç anlamamak demektir. Dante'nin İlahi Komedya'sında geçen Beatris'in gerçekten var olup olmadığı tartışılmış ve bir takım yakıştırmalardan öte kimlik bağlantısı kurulamamıştır."