Psikiyatr-yazar, Prof. Dr. Erol Göka bugüne kadar hep psikoloji bilimiyle kadim kültürümüzün, köklerimizin kesişim noktalarını inceleyen, aralarındaki bağlara bakan çalışmalar yaptı, kitaplar yazdı... Yeni kitabı Psikoloji, Varoluş, Maneviyat'ta da bu çabasını sürdürüyor ve psikoloji ve maneviyat arasındaki ince çizgiyi takip ediyor. Göka'yla kültürümüzün, inancımızın psikolojimize yansımalarını konuştuk...
- Hocam bugüne kadar psikoloji ve kadim kültürümüz, geleneğimizle ilgili kavramlar arasında köprü kuran kitaplar yazdınız. Bu bağlamda yeni kitabınız Psikoloji, Varoluş, Maneviyat nasıl bir yerde duruyor? Hangi noktaların altını çiziyor?
- Diyebiliriz ki, önceki çalışmalarımız varoluşçu temaların ve temel varoluş çatışmalarının Müslüman kültürde doğru anlaşılmasını hedefliyorlardı. Psikoloji, Varoluş, Maneviyat, ise teorik bir inşa çabasıdır. Burada, psikolojik bilimler alanında eğitim alan gençlere hem yol gösterme hem de onların yeni taşlar koyarak geliştirebilecekleri temelleri atma girişimidir.
İTİRAZIM VAR!
- Psikoloji kavram olarak tanımlaması meşakkatli gelir hep bana. Ruhla mı ilgilenir, akılla mı, kalple mi? Siz psikolojiyi nasıl tanımlıyorsunuz?
- Bu bir "yeni kitap" sorusu... Sadece son kitabım değil, yazdığım tüm kitaplar, bu sorulara cevap bulmaya çalışıyorlar. Yani çektiğiniz meşakkat boşuna değil gerçekten de... Ben modern psikiyatri eğitimi aldım ve mesleğimi bu eğitimim sırasında öğrendiğim bilgi, tecrübe ve etik ilkelere göre sürdürüyorum. Modern psikiyatrinin insan psikolojisinin, beyninin işleyişine, psikiyatrik rahatsızlıkların ortaya çıkışına, tedavisine ve önlenmesine yönelik katkılarını asla reddetmiyorum. Mesleki uygulamalarımda hepsinden yararlanıyorum. Ancak pek doğal biçimde, birçok meslektaşım gibi benim de modern psikiyatrik bakışa ve işleyişe yönelik eleştirilerim, itirazlarım var. Temel itiraz noktam, tamamen modern bir bakışla bakarsak "ruh", "nefs", "kalp" gibi binlerce yıllık kavramlarım artık terk etmemiz, psikolojiyi ve aklı, yalnızca insanın beyin işleyişine indirgememiz gerekiyor. Bunu kabul edemem; bu kavramları terk edersek, psikolojiyi büyük ölçüde gözden kaçıracağımız gibi aklı da tam manasıyla idrak edemeyiz. Benim psikolojiye bakışım, aklı da, ruhu da, nefsi de, kalbi de kapsamaya çalışıyor.
- Maneviyat deyince ne anlamalıyız?
- Dini inancı ne olursa olsun, nasıl her insanın bir kişiliği varsa bir maneviyatı olduğunu düşünüyorum. "Maneviyat"ı, insan yaşamına amaç ve ideal katan anlam ağı demek olarak anlıyorum.
Hayatımızı anlamlı kılan her şey, maneviyat alanının içine giriyor.
- Bugünün modern insanı sizce manevi olarak boşlukta mı? Bu boşlukları nasıl doldurmaya çalışıyor ve bu çaba onu nereye götürüyor?
- Sizce değil mi? İnsan ve hayatın anlamı üzerine kafa yoran birçok düşünür, modern bilim ve teknoloji sayesinde devasa imkanlar elde ettiğimiz halde etik ve estetik bir varlık olarak insan anlayışından giderek uzaklaştığımız, duyarsızlaştığımız, merhametimizin köreldiği, kalbimizin karardığı konusunda birleşiyorlar. İnsan ömrü, haz içinde yaşamamız gereken bir zaman dilimi gibi sunuluyor.
Sorumluluk ve ödev ahlakından bahsediyoruz ama neden böyle olduğu konusunda çoğu zaman bir fikrimiz olmuyor.
Ölüm ve sonrası üzerine hiç düşünmemeyi yeğliyoruz.
İnsanın beyninin diğerlerinden daha çok gelişmiş olduğunu söylüyoruz ama hiç birimiz buna pek ikna olmuş görünmüyoruz.
Ekolojiden, diğer canlıların haklarından bahsediyoruz ama görüşlerimiz sağlam ahlaki temellere dayanmadıkları için zor durumda kaldığımızda bunların bir çırpıda kaybolup gittiğine de şahit oluyoruz.
İNSAN HER YERDE İNSANDIR
- Psikoloji bir Batı bilimi... Kültürel ve manevi değerlerimizi işin içine katmadan, psikolojinin bizim kültürümüzden bir insana ne kadar faydası olabilir? Bu bilimle kendi geleneksel yöntemlerimizi harmanlayabilir miyiz?
- Evet, kesinlikle... Belki hem bilim ile dini hem Batı ile Doğu'yu kaynaştırmak, birbirinin devamı gibi görmek lazım gibi kesin bir ifade kullanamam ama çok rahatlıkla bunların düşmanlaştırılmamaları, birbirinin karşısına koyulmamaları gerektiğini söyleyebilirim.
"Hikmet, Müslümanın yitiğidir, nerede bulursa alır" hadisini de bu bağlamda değerlendiriyorum. Diğer kültürlerden, medeniyetlerden ve inançlardan insanın, insanlığın hayrına, iyiliğine ne varsa alınmalıdır.
Ama lütfen bu söylediklerimi "Batıdan bilimi alalım Doğudan da bilgelik gelsin" gibi kolaycı bir sentez yanlısı olduğum şeklinde değerlendirmeyin.
Psikoloji, Varoluş, Maneviyat kitabım, insanın her nerede ve hangi zamanda olursa olsun aynı varoluşsal çatışmalarla yüklü olduğunu, her kültürün bu çatışmalar karşısında bir cevap oluşturabilmesi için insana bir anlam ağı yani maneviyat sunduğunu söylüyor ve Müslüman kültürün manevi ikliminden insanların psikolojik gelişimleri için alabileceklerine dikkat çekiyor.
PSİKOLOJİYE İLGI ARTIYOR
- Psikolojiye ilgi her geçen gün artıyor. Gençlerin üniversitede psikolojiyi her zamankinden daha çok tercih ettiğini duyuyoruz. Psikolojiyi temel alan dizi filmler, kitaplar artıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
- Şüphesiz psikolojiye ilgi artışının birçok nedeni var ama kendi zaviyemden baktığımda, şunu söyleyebilirim. Psikolojiye ilgi artışını, tarihe, bilim-kurguya, astrolojiye ve spiritüalizme ilgi artışıyla birlikte değerlendirmek gerekir. Neyin eksikliğini çekiyorsak dikkatimiz oraya yönelir. Maalesef bilim ve teknoloji, insandaki manevi alanı dolduramadı, anlam boşluğunu gidermek yerine iyice artırdı. İnsanlar bir biçimde hakiki ya da sahte değişik bilgilerle bu boşluğu kendilerince doldurmaya, bu hayatta nereden gelip nereye gittiklerini anlamaya çalışıyorlar. Modern psikolojik bilimlerde devasa bir bilgi birikimi var ama insanların arayışlarına yeterince cevap verebildiklerini sanmıyorum.
- Bizim maneviyat anlayışımızın psikolojimize ne gibi etkileri var? Mesela yine bir söyleşinizde intiharın doğu toplumlarında Batı'yla kıyaslanmayacak kadar az olduğunu söylüyorsunuz. Bunu sadece "dinen yasak" demek açıklıyor mu sizce?
- Hayır Hayır, öyle sanıyoruz, ders kitaplarımızda öyle yazıyor ama asla açıklamıyor bence. Kültürümüzde umudun yerini anlayamazsak öyle sanmaya devam ederiz. Müslüman kültürün Batı kültüründen en büyük farklarından birisi "umut" kavramının burada temel bir yere sahip olmasıdır. Müslüman kültürde insan korkuyla umut arasındadır; ruh bedende kaldıkça Allah'tan ümit kesilmez. Yaşam var oldukça, umut var olacaktır. Her geceden sonra gündüz, her zorluktan sonra bir kolaylık vardır.
Kulun Allah'a yönelmesi ve O'ndan yardım istemesi, sıkıntı ve problemlerin çözümünün başlangıç noktasını teşkil eder. Yüce Yaratıcı, umulmayan, beklenmeyen yer ve yönlerden kolaylıklar ihsan eder. Çünkü O'nun her şeye gücü yeter. O'na dayanan da güç kazanır...
Yalnızlık ve Umut kitabımda ayrıntılı olarak bu konu üzerinde durdum. Umut üzerine çalışmamızı, bilimsel araştırmalarda intiharlarda en önemli hususlardan birinin umutsuzluk olduğu saptamasıyla birleştirerek umudu destekleyen bir inanç sisteminde ve kültür ortamında yaşamanın en az intihar yasağı kadar etkili olduğunu söyledim. Batılı araştırmacıları bu gerçeği görmeye, Müslüman kültürde niye intiharların az olduğunu düşünmeye çağırdım.
ESKİDEN KAYGI, VAROLUŞUN BİR PARÇASIYDI
- Bizim kadim kültürümüzde vaktiyle, yani Batı'nın psikoloji bilimi bize gelemeden hangi yöntemler uygulanmış? Onları bugünün psikolojisyle kıyasladığınızda neler görüyorsunuz?
- Geleneksel dünyanın alimleri de tabipleri de erdemli yani mutlu bir insan olmak için neler yapılması, nasıl yaşanılması gerektiğini dert ediniyorlardı. Onlar, psikolojiye ve sorunlara "ahlak" merkezli bakıyorlardı ve anahtar kavramları "kalp" idi. Biz modernler ise bugün "birey" ve "doyum" merkezli bakıyoruz ve anahtar kavramlarımız "beyin" veya "bilinçdışı"... Onlar, doğrudan doğruya erdemli bir hayatla manevi kalbin marazlarını gidermeye çalışıyorlardı, kaygıyı insan varoluşunun bir parçası olarak görüyorlardı. Bugün biz modernler ise kaygının her haliyle ortadan kalkması ve dürtülerin doyumu için uğraşıyoruz.