Muğla'nın Marmaris ilçesinde 29 Temmuz günü başlayan ve halen Köyceğiz'de devam eden orman yangınlarının Saffet Azak ve Mikail Zeybek ile yakın tanığı olduk. Sadece biz mi? Tabii ki hayır. Yangınlar başlar başlamaz hızlı bir refleks göstererek Azak ve Zeybek ve ben Marmaris, İlker Turak, Murat Şengül, Zeynel Yaman, Erdoğan Öztürk, Çağrı Oğuz, Vural Karakaş, Muhammed Uzun ve Koray Taşdemir ise Antalya'da tehlikeli noktalarda görev yaptılar. Bölgelerde herkes çok zorlandı tabii ki, ama Marmaris'te ve Köyceğiz'de yaşadıklarımızı bir de biz anlatalım istedik. Turizm cenneti ve dünyanın incisi olarak adlandırılan Marmaris, tarihinin en büyük yangınıyla çepeçevre sarılıyken, olayların başladığı günün akşamı Saffet Azak ile birlikte Marmaris'e gittik. Daha önce böyle bir olayı gözlemlememiş iki gazeteci ve insan olarak Marmaris'e girmeden hemen önce dağların üzerinde çizgi şeklinde yükselen alevlerin geceyi kızıl renge boyadığını gördük. Hemen sağda bulunan ve Marmaris'i tepeden gören bir noktaya arabayı park ettim. Saffet elindeki fotoğraf makinesiyle bir fotoğraf çekti ve o kare içimizi parçaladı. Gökyüzü tamamen alevlerin kızıllığına boyanmıştı ve bu durum yayılarak devam ediyordu.
TOPRAK SOĞUMUYORDU
Hızla yangının ilk çıkış noktası olan Siteler mevkiine doğru gittik ve orada bizi bölgeyi iyi bilen gazeteci arkadaşımız Mikail Zeybek karşıladı. Saat 00.00-01.00 gibi alevlerin ne kadar hızlı ilerlediğini görmek için Armutalan Tepesi'ne gittik ve 100 metre önümüzde alevlerin yavaş yavaş yukarı doğru tırmandığını gördük. Yaklaşık 15 dakika bulunduğum noktadan ayrıldım ve arabaya kadar gittim. Döndüğümde rüzgarın etkisiyle alevlerin dibimize kadar geldiğini ve hızlı bir şekilde ilerlediğini gördüm. Bölgede yaşayanlar, yangının ileriye sıçramaması için hızlı bir şekilde ağaçları kesmeye çalışıyordu. Görevliler güvenlik gerekçesiyle o noktayı terk etmemizi istediler, ayrıldık. Sabah saat 07.00'de tekrardan bir gece önce yanan noktaya geçtik. Ancak gördüklerimize inanamadık. Yaklaşık üç-dört saat önce bulunduğumuz nokta yeşilden griye dönmüştü. Yanan yerlere girdiğimizde ayakkabılarımızın altının eridiğini fark ettik. Alevler toprağı ısıtmış ve yapılan soğutma çalışmaları dahi toprağı soğutamamıştı. Bu alanda üç tane arazöz gördüm, halen çalışıyorlardı. Alevlerin tepeye ulaşmaması için büyük çaba sarf edip ellerinden geleni yapmış, yangının ilerlemesinin önüne geçmişlerdi. Bu mücadele Marmaris'te sekiz gün boyunca sürdü.
CEHENNEM NEDİR GÖRDÜK
Mikail ve Saffet ile birlikte yangının en etkili olduğu noktalardan olan Marmaris'e bağlı Osmaniye Mahallesi'ne doğru yola çıktık. Marmaris'ten İçmeler'e giderken sağ tarafımızda bulunan Kızıl Çam ağaçlarının bulunduğu ormanın baştan sona yandığını gördük. Bu yol boyunca yaklaşık 30 kilometrelik bir alan sağlı sollu küle dönmüştü. O an hatırladım, geçtiğimiz yollar ilk gün fotoğrafını çektiğimiz yerlerdi. Yolu takip ettiğimizde Osmaniye tabelasını gördük. Osmaniye'ye vardığımızda, dört tarafı dağlarla çevrili yerleşimin etrafının komple yanıp küle döndüğüne şahit olduk. Arabadan indiğimde gördüğüm manzarayı daha önce görmemiştim. Ahırda bulunan 50 keçiden 40'ı yanarak telef olmuştu. Barış Aydın, annesine ait olan ve yangında telef olan hayvanlarını izliyordu. "Annem bunları çocukları gibi severdi. Sırf görmesin, yıkılır diye getirmedik" ifadeleriyle, yaşadıkları psikolojik tramvayı anlatıyordu. Biraz sonra anne Fatma Aydın geldi. Yaklaşık 10 dakika boyunca gözleri dolu, yanmış hayvanlarına baktı ve "Yavrularım, kuzularım, bir tanelerim, benim çocuklarım yanmış, kül olan benim ben" diye ağladı. Fatma Teyze, köy tahliye edilirken köyden çıkmamış, "Alevler ahıra kadar gelmez" diyerek hayvanlarını ahıra bırakmış.
Komşuları yangından kaçmış ama kendisi bırakmamış evini. "Cehennem nedir gördük oğlum" dedi, tutamadım kendimi sordum, "Niye çıkmadın anne o zaman köyden?" Önce hayvanlarına baktı, sonra bana döndü ve "Onlar benim evladım, emeğim, her şeyim. Nasıl bırakıp kaçardım? Evimi nasıl bırakırdım ki? Burası bizim vatanımız" cevabını verdi. Biraz sohbet ettikten sonra hemen karşıda bulunan evdeki vatandaşların da alevler köyü sardığında evlerini terk etmediğini öğrendik. Oraya doğru gittiğimizde Beşgül (Aydın) Teyze bizi karşıladı. Aslında "Kahraman Beşgül Teyze" desem yeridir. Çünkü, alevler köyün etrafını sardığında aksayan bacağına rağmen evini terk etmeyen Beşgül Teyze, 50 metre ötede bulunan kuyudan taşıdığı sularla alevlerin evine yaklaşmasının önüne geçmiş. "Niye terk etmedin köyü" diye sorduğumda ise, "İnsan 30 yıllık emeğini bırakır mı? Beni çıkarmaya çalıştılar buradan ama ben çıkmadım. Alevler evimi sardı ama yakmadı. Eğer yaksaydı evimle beraber bende yanardım" dedi. Güçlü kalabilmenin sırrı inanmışlıkta gizliydi. Hikayeleri içlerimizi parçalayan Beşgül ve Fatma Teyze emek kelimesinin karşılığında canlarını hiçe sayarak alevlere savaş açmışlardı.
HİSARÖNÜ'NDE CAN PAZARI
Ertesi sabah Hisarönü'ne geldiğimizde durum çok farklıydı. Bir önceki gece yanan yerler yeniden tütüyordu ve alevler bu sefer yerleşim yerine çok yakındı. Arabayı bırakıp Saffet ve Mikail ile köy merkezine doğru ilerlerken dumanlardan dolayı görüş mesafesinin 50-60 metrelere kadar düştüğünü gördük. Biz ilerledikçe insanlar bizim geldiğimiz yöne doğru koşuyorlardı. Bu sırada bir ses duyduk, "Allah rızası için yardım edin." Hemen koşarak ahır gibi bir yere girdik. İçeride yaklaşık 10 tane büyükbaş hayvan vardı. Hayvanlar arasından en büyüklerini Mikail ile birlikte çözdükten sonra köyün dışına, sahil kenarına götürüp bırakmak için ipleri göğüsledik. Yaklaşık 20 dakikalık zorlu bir mücadeleyle hayvanları tehlikeli bölgeden çıkarıp sahil kenarına bağladık. Bu sırada Saffet'in içeride kaldığını fark ederek yeniden içeri girdik. İçeriye tekrar girdiğimizde görüş mesafesinin iyicene kısıtlı hale geldiğini, alevlerin, rüzgarın da etkisiyle evlerin bulunduğu noktaya vardığını gördük. Biz telaşlı bir şekilde Saffet'i ararken, Saffet'in itfaiye ekiplerinin yetişemediği bir evi sahibiyle beraber söndürmeye çalıştığını gördük. Koşarak onların yanına gittiğimizde hemen arkadan bir itfaiye arabası geldi ve alevlere müdahale etti. Alevlerle aramızdaki mesafe 20-30 metrelere kadar düştüğünde, mücadelenin sıfır noktasında yaşanan her şeye bir yandan yardım edip bir yandan şahit olduk. Etrafı dağlarla çevrili güzel Hisarönü'nün yerleşim yerleri kurtulmuş ancak ormanları kül olmuştu. Mahalleli, "Zaman lazım yaralarımızı sarmak için" diyerek girdikleri şoku atlatmaya çalışıyorlardı.