Gece yarısı Paris'in ara sokaklarındaki otelin resepsiyonunun telefonu çaldı. Görevli telefonu açtı. Karşıdaki kişi, "Acaba kim olduğumu söyleyebilir misiniz?" diye sordu. Resepsiyonist, şaşkınlık içindeydi. Arayan müşterinin ya aklından zoru vardı ya da garip bir espri anlayışı... Görevli, "Efendim bu saat için uygun bir soru değil bu!" cevabını verip telefonu kapattı. Soruyu yönelten kişi, ünlü ressam Fikret Mualla'ydı. Amacı ise espri yapmak değildi, gerçekten kim olduğunu hatırlamıyordu. Fikret Mualla, Moda'da bir konakta doğdu. 67 yıllık ömrünü Fransa'da Mane Düşkünler Evi'nde noktaladı. Tüm hayatı boyunca yaşadığı yalnızlığa uygun şekilde, kimsesizler mezarlığına defnedildi. Peki nasıl olmuştu da Türk resim sanatının bu eşsiz ustası, kimsesizler mezarlığına defnedilmişti ya da bunu hak edecek ne yapmıştı? Gelin filmi başa saralım, bu ilginç yaşam hikayesini baştan anlatalım...
ANNESİNİN KIZ ÇOCUK TAKINTISI VARDI
Fikret Mualla'nın hayatını en çok etkileyen kişi annesiydi. Oğlunun yaşamına damgasını vurdu. Emine Hanım, hamile kaldığını öğrenince, kendisini kız bebek doğurmaya odakladı. Saplantılı şekilde tüm hazırlığını da buna göre yaptı. Rengarenk elbiseler diktirdi, kızına isim olarak da Mualla'yı seçti. Ancak dünyaya bir erkek bebek getirince tüm hayalleri yerle bir oldu. Oğluna yine de Mualla ismini verdi, sadece başına Fikret'i ekledi. O günden sonra da Fikret'i bir kız çocuğu gibi yetiştirdi. Onun saçlarını uzattı, hatta etek giydirmekten bile kaçınmadı. Bu durum Fikret Mualla'nın ruh dünyasında derin izler bıraktı, ilerleyen yıllarda da kadınlarla hep travmatik ilişkiler yaşamasına sebep oldu. Fikret Mualla'nın annesiyle ilgili ikinci yıkıcı olaya gelince... Fikret, 1. Dünya Savaşı yıllarında okuduğu yatılı okuldan İspanyol Gribi kaptı. Sonra da bu hastalığı eve taşıdı. Virüsü kapan annesi, bir süre sonra hayatını kaybedince Fikret, büyük bir suçluluk duygusuna kapıldı. Bu durum, onu öylesine yıprattı ki, suçluluk duygusu tüm hayatı boyuncu ruhunu bir kurt gibi kemirip durdu. Fikret bir daha iflah olmadı. Fikret Mualla, annesinin ölümünden sonra bu kez babası Ekrem Bey'le sorunlar yaşadı. Babası, eşinin ölümünden çok kısa bir süre sonra eve bir kadın getirdi. Bu olay, ıstırap dolu kalbine dökülen benzin etkisi yarattı. Fikret, yıllar sonra o olayı şöyle anlattı: "Babam, anamın eti toprakta çürümeden geceleri eve uygunsuz bir kadın almaya başlamış! Bunu duyunca, bir gece mektepten kaçtım. Ölümünün acısı henüz kalbimde küllenmemiş olan anamın yatağında bir yabancı kadını görmek değil, hayal bile etmekten ürperiyordum. Babamın bu davranışı kalbimi hançerledi. Evde bu yabancı kadını bulunca, bir yumrukta kulağını patlattım. İşte babamla aramdaki ilk uçurum böyle başladı..."
Fikret Mualla 1967 yılında öldü
BENDEN MÜHENDİS OLMAZ
Bu kadın yüzünden babasıyla didişen Fikret bir gün yine kendini tutamadı. Babasını bir yumrukta yere serdi. Davranışlarıyla etrafını bezdiren Fikret, yakınlarının da onayıyla Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne yatırıldı. Bu onun akıl hastanesiyle ilk tanışmasıydı ama son olmayacaktı. Kendisine dönemin ünlü hekimi, Doktor Mazhar Osman teşhis koydu. Daha 12 yaşındayken topal kalan Fikret'in kırık kalbi arka arkaya yaşadığı dramlara dayanamamış, ruhunda onulmaz yaralar açılmıştı. Doktoru "Hemen çevresinden uzaklaşmalı" tavsiyesinde buldu. Babası onu İsviçre Zürih'e, mühendislik eğitimi almaya gönderdi. Ama Fikret, yaralarını, çalışıp didinmek yerine alkolle iyileştirme yoluna gitti. Bir süre sonra "Benden mühendis olmaz" dedi ve rotasını güzel sanatlar akademisi okumak için Almanya'ya çevirdi. Berlin Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim eğitimi aldı. Tam o sırada ekonomik durumu kötüleşen babası yardım musluğunu kesince Fikret kendini tamamen alkole verdi. Fikret Mualla, çalkantılı hayatı boyunca kimi zaman karakollarda kimi zaman akıl hastanelerinde günlerini geçirdi. Rotası olmayan bir gemi gibiydi, bazen Türkiye'ye bazen de Paris'e savruldu. Ama o, tüm bu yoksulluğuna, kimsesizliğine, hayat ağrılarına rağmen o kadar iç açıcı, coşku dolu tablolar çizdi ki... Bir gün onu resim yaparken gören Picasso bu garip adama hayran kaldı. Üstelik bir tablosunu da satın aldı. Ancak tüm dehasına, eşsiz eserlerine rağmen Fikret Mualla, sefillik içinde ölüp gitti. Vasiyetini yerine getirmek ise Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e düştü. Korutürk, eşine bir zamanlar resim dersleri veren bu özel adam için harekete geçti ve 1974 yılında Fikret Mualla'nın yorgun kemiklerini Türkiye'ye getirilip Karaca Ahmet Mezarlığı'na defnettirdi.
Mualla, Picasso ile ahbaplık etmişti.
FRANSIZ POLİSİNİ YUMRUKLADI HASTANEYE YATIRILDI
Fikret Mualla, bir gün sarhoş haldeyken Paris'te bir polisi yumrukladı.
Ancak ruh sağlığı yerinde olmadığı gerekçesiyle akıl hastanesine yatırıldı. Arkadaşının ortadan kaybolduğunu öğrenen Abidin Dino, tüm köprü altlarını ve karakolları dolaşıp onu aradı. Sonunda onu akıl hastanesinde buldu.
Fikret Mualla, bir gün Paris'te lüks bir restorana gitti. Cebinde hiç parası olmadığı halde en güzel yemekleri sipariş edip yedi. Hesap gelince de kıyafetlerini bırakıp restorandan çırılçıplak ayrıldı.
1915 yılında futbol oynarken ayak bileğini kırdı, sonraki hayatı boyunca hep aksayarak yürüdü.
Paris'te geçinemeyince bir dönem yurda döndü. Ancak öğretmenlikle geçinemeyince öğretmenlik yaptığı Galatasaray Lisesi'nin yönetimine "Bu maaşa çalışacak başka enayi bulun" diye mektup yazıp istifa etti.
Sadece İstanbul ve Paris'te değil, alkol ve beraberinde getirdiği sorunlar nedeniyle Berlin'de de tedavi gördü.
1936 yılında yabancı bir ressamın yaptığı Atatürk portresi için sert açıklamalar yapınca karakola düştü. Oradan Bakırköy Akıl Hastanesi'ne sevk edildi ve buradan rapor alarak cezadan kurtuldu.
1939 yılında New York'ta İstanbul resimlerinden oluşan 30 tablosu sergilendi.
Bir dönem Ses dergisi için çizdiği resimler müstehcen bulunduğu için yargılandı.
Hayatı boyunca alkol sorunu ve polis korkusuyla yaşadı.
1939 yılında babasından kalan 5 bin lira miras ile tekrar Paris'e gitti. Aralarında Picasso gibi birçok ünlü ile ahbaplık etti ama parası bitince yine sefil bir hayat sürmek zorunda kaldı.
1940 yılında beyin kanaması geçirdi, o günden sonra da sol ayağı tutmadı.
Fikret Mualla, mektup yazmaya ve okumaya bayılırdı. Bazen öyle yalnızlık çekerdi ki, kendi kendine mektuplar yazardı.
Onları açıp okurken sevinçten deliye döner, mektupların üzerindeki pulları da özel bir yerde saklardı.