Her şey bir arkadaşımın beni arayıp , "Arzu Kaprol, Milli Reasürans Çarşısı'nın içinde yeni bir mağaza açıyor" demesiyle başladı.
Hatırlar mısınız bir dönem İstanbul'un en şık caddelerinde ve alışveriş merkezlerinde Arzu Kaprol'ün ismini taşıyan ve tasarımlarına ulaşabileceğiniz mağazalar vardı. Sonra değişen moda atmosferiyle birlikte bu mağazalar kapandı, onlar yerine Kaprol tasarımlarına Beymen ve Gizia Gate gibi büyük mağaza zincirlerinde ulaşmaya başladık. Arzu Kaprol, 2018 yılında Nişantaşı'nda Arzyu isimli bir show-room kurdu ve bu show-room'a bağlı ilk mağaza bu hafta modaseverlere kapılarını açtı.
Bu yılın başından beri Bilişim Vadisi Giyilebilir Teknolojiler Koordinatörü olarak çalışmalar yapmaya başlayan Kaprol ile yeni mağazası, mağazası içinde farklı disiplinlerden tasarımcıların işlerine yer vermesiyle başladı sohbetimiz.
Ve tabii ki hepimizin son bir yılını şekillendiren pandemi ve pandemiyle birlikte değişen hayatımız, sohbetin ana konusu oldu.
- Son beş yıldır tasarımcı olarak birçok farklı noktadan baktınız ve dokundunuz hayatımıza. Son olarak bu mağaza geldi... Bir de sizden dinleyelim bu mağazanın açılış hikayesini.
- Tasarım ve giyimle olan ilişkimiz tamamen değişti. Özellikle de son bir senede. Tüketici olma halimizden rahatsızlık duymaya başladık. Tekstil dünyası başta olmak üzere tüm alanlar ve dev endüstriler alarm verdi. Ben de bir moda tasarımcı olarak ürettiğim, insan bedenini saran kıyafetlerin doğru bir sistemin parçası olması konusuna daha da yoğunlaştım.
Ve yaşadığım bu sürecin sonunda yaklaşık üç yıl önce Nişantaşı'nda show-room olarak başladığımız proje, ilk mağazasını açtı. Bu mağazada hem benim tasarımlarım, hem farklı disiplinlerden çalışmalarını beğendiğim tasarımcıların seçilmiş ürünleri hem de Assouline'in seyahat ağırlıklı kitapları bulunuyor.
SEYAHAT ETMEYİ ÖZLEDİK
- Bu mağazadaki ürünleri seçerken odak noktanız neydi?
- Seyahat etmeyi çok özledik. Pandemiyle birlikte içinde bulunduğumuz bu kavuşamama hali de seyahati kendi içimizde yaşamamıza neden oldu. Her birimiz daha limitli seyahat etme olasılıklarıyla artık kendi alanlarımızı, kendi hayatlarımızı, bulunduğumuz yeri daha renkli bir hale getirmek istiyoruz. Belki de bu nedenle bugüne kadar hiç yapmadığım kadar renkli bir koleksiyon hazırladım. Mağazayı seyahatlerde giyebileceğiniz, şehirde giymekten ya da kullanmaktan keyif alacağınız renkli ve seyahati hatırlatan doğaya saygılı tasarımlarla donattık. Hepimizin bu zorlu sürecin ardından renge ihtiyacı var. Mutlu olmaya ihtiyacımız var. Ve daha da özünü söylemek gerekirse yaşadığımızı göstermeye ihtiyacımız var. Ben varım, beni gör ve beni sev... Mağazanın kendimizi ve hayatı sevmeye ve kutlamaya davet eden bir duyguda olmasını hayal ettik.
- Renklerle beraber, beyazlar da göze çarpıyor tasarımlarınızda ve seçkinizde...
- Beyaz temizlik ve hijyen demek.
Temizlik duygusuna ve berraklığa ihtiyacımız var. Tasarımlarda kollar da hacimli mesela.
Tamamen hem görülmek hem de kendimizi korumak için ihtiyacımız olan mesafeyi yaratmak için...
- Bir yandan da bizim topraklarımızdan öyle güzel detaylar var ki sizin mağazadaki tasarımınızda...
- Koleksiyonun ismi Nefes... Doğal olarak sahip olduğumuz ve ancak kaybettiğimizde, kaybetme ihtimalimiz olduğunda kıymetini anladığımız şey nefes. Birçoğumuzun sevdiği birine dokundu bu hastalık. Derin derin nefes almaya, doya doya yaşamaya dair bir koleksiyon hazırladık. Bu pandemi beni hem aileme hem kendi köklerime yakınlaştırdı. Türkiye gezileri yaptım. Farklı şehirleri gezdim. Bir kez daha ne kadar etkileyici bir coğrafyada yaşadığımızı fark ettik.
VOLVOX'TAN AYRILDIM ÖZLEM TEKİN GRUBA GİRDİ
- Herkes çok fazla bilmiyor ancak tasarım dışında müzik konusunda da oldukça iddialı bir geçmişiniz var... Türkiye'nin kadınlardan oluşan ilk rock grubu Volvox'un kurucularındansınız...
- Evet, 1988 yılında Şebnem Ferah ile hard rock grubu Volvox'un kurucu kadrosundaydım. Biz Şebnem ile okul arkadaşıyız.
O benim yan sınıfımdaydı. 12-13 yaşındaydık grubu kurduğumuz zaman. Bursa'da o zaman rock üzerine muazzam bir iklim vardı. Çok iyi bir stüdyo kurulmuştu. O stüdyoda müzik çalışırdık. Pentagram grubu bizimle aynı dönemde kuruldu.
Aynı stüdyodan çıkan iki gruptur Volvox ve Pentagram... Ben de ortaokul ve lise yıllarımda grupta klavye çaldım.
- Neden peki sürmedi müzik çalışmalarınız?
- Benim müziğe ilgim vardı ancak tutkum tasarımdı. 1992 yılında Mimar Sinan Üniversitesi'ni kazandım ve İstanbul'a taşındım. Yollarımız böylece ayrılmış oldu. Grubun diğer üyeleri Ankara'da üniversite kazandı ve hep birlikte müzik çalışmalarına devam ettiler. Ben klavyeyi bırakınca yerime Özlem Tekin girdi grubun kadrosuna.
- Çok fazla konuşmayı tercih de etmiyorsunuz bu müzik konusunda?
- Öyle değil aslında. Şu anda bu konuda konuşuyor olmamızın esas nedeni Şebnem Ferah'ın muazzam yeteneğidir.
O olmasaydı biz şu anda "Benim de lisede klavye çaldım, bir müzik grubumuz vardı" der ve geçerdik konuyu. Grubun başlangıcında o duruma şahitlik etmiş, o keyfi yaşamış ve o anı paylaşmış insanlardan biriyim sadece.
- Peki ne olursa olsun, siz o yoldan devam etmemeyi seçseniz de geçmişinizde böyle bir müzik hatırası ve hatta rock müzik var. Şu an karşımda oturan Arzu Kaprol'ün tüm bu moda başarısında o rockçı genç kızın beğenileri, izleri var mıdır?
- Mutlaka vardır. Bu kadar deri sevmemin sebebi, bu kadar net ve keskin çizgiler sevmemin nedenidir rock.
ABİM, ANNEM VE BABAM FARKLI HASTANELERDEYDİ
- Kaybetmekten bahsettiniz. Aileniz için çok zor bir dönem yaşadınız pandemiyle. Siz İstanbul'da pandemiyle karşı karşıya kaldınız, aileniz Bursa'da...
- Abim, annem ve babam üç farklı hastanede tedavi görüyordu. Ben evde karantinadaydım abimin eşi evde karantinadaydı. Kimse kimseyi ziyaret edemiyordu. Yoğun bakım servisinde yer bulabilmek için çırpındık. İnsanın anne ve babası hastanedeyken aklında artık her an evlat olmayabilirim düşüncesi oluyor. O düşünce iliklerinize kadar işliyor. Belki söylerken ya da duyduğunuzda aynı etkiyi yaratmıyor bu cümle ama bir anda birinin evladı olmayabileceğiniz gerçeğiyle yüzleşmek çok zor... Bu düşünceleri yaşarken ben de hastayım bir yandan.
Ve karantina dönemim oldukça uzun sürdü. Abim üç hafta, annem beş hafta hastanede kaldı.
- Babanız?
- İlk iyi haber babamdan gelmişti aslında. "Covid-19'u atlattı. Yarın taburcu edebiliriz" dediler hastaneden. Ama kalbi durdu ve kaybettik onu.
- Çok şoke edici, çok üzücü bir ölüm. Tüm aileniz ve siz çok hırpalanmış ve üzülmüşsünüzdür tüm bu yaşanalar nedeniyle. Peki tüm bu kayıp, korku, acı, üzüntü ve pandemiyle birlikte ne öğretti size?
- Bundan sonraki her anı biricik ve kıymetli şekilde yaşamamız gerektiğini öğrendim.