Türkiye'nin önemli kalp ve damar cerrahlarından olan Prof. Dr. Gökçen Orhan ile buluştuğumuzda konumuz kalp ama sağlık söyleşisi için bir araya gelmedik. Bir süre önce Hep Kitap'tan çıkan Emanet Kalp romanı üzerine konuşacağız. Romanında genç bir kızın kalbinin bir mafya liderine takılmasıyla yaşanan bir hikaye anlatıyor Orhan. Ve bizi neler yaşadığını pek de bilmediğimiz ameliyathanenin soğuk odasına sokuyor. Sonrasında kalbe yüklenen anlamı sorguluyor. Duygularımızın merkezinin beynimiz olduğunu söylüyor. Bugüne kadar 20 bin kalbe fiziki olarak dokunmuş yüzlerce nakil gerçekleştirmiş, binlerce insan hikayesi biriktirmiş Orhan'ın söyleyecek çok şeyi var yani. Ki kalp korona sürecinde de çok gündemde... Yani kalbe dair konuşacak çok şeyimiz var.
- Emanet Kalp kitabında kalp nakli üzerinden bir hikaye anlatıyorsunuz. Kuzeninizin Eda'nın hikayesinden yola çıkmışsınız. Neden onun hikayesi ilham verdi size?.
- Aslında içimde kaldı. Tıbbın bugünkü şartlarında muhtemel Eda yaşayabilirdi. Ama olmadı. Nakil hastaları arafta kalmış hastalardır.
Bir tarafta ölüm bir tarafta yaşam vardır. Hasta ya yaşar ya ölür. Ölürsünüz, defnedilirsiniz. Ama geride kalanlar için durum çok farklı seyrediyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor ve o ateşi çok uzun süre yaşıyorlar. Ben ateşin düştüğü yeri çok iyi biliyorum. Bunun için tercih ettim. Bir diğer nedenine gelince. Kalp nakli için bir şekilde organ bağışına ihtiyaç var. Türkiye'de organ bağışı ciddi bir sosyal sorun. Nakle ihtiyaç duyulan hastaların ancak yüzde 5'ine ameliyat yapabiliyoruz. Çünkü nakledecek organ yok. Hani belki kitabı okuyan birisi bu konunun önemi kavrar ve organ nakli konusunda duyarlı hale gelir diye düşündüm.
NEŞTER EDEBİYATI YAPMAK İSTİYORUM
- Siz hastane odalarına, ameliyathaneye sokuyorsunuz okuru. Bu pek anlatılan bir şey değil edebiyatımızda.
- Aslında biraz ameliyat hikayeleri anlatmak istiyordum. Edebiyatın içine cerrahiyi sokma derdim var. Ameliyathanenin arkası çok merak edilen bir yer. Orada neler yaşanıyor, hastalar o hale nasıl geliyor... Bunların öyküsünü yazmak istiyorum. Buna yabancılar neşter edebiyatı diyor. Bu tabir hoşuma gittiği için kullanıyorum. Bilebildiğim kadarıyla bizde çok da neşter edebiyatı içine girebilecek bir hikayeler anlatılmamış. İkincisi de insanlar doktor olunca neler yaşıyor onu anlatmak istiyorum.
- Neler yaşıyor doktorlar?
- Bunca yıllık bir hekim olarak her hastama durumunu elimden geldiğince açık ve net bir şekilde anlatmaya çalışıyorum. Ama insanlar sizi anlamak yerine kendi duymak istediklerini anlıyor. Türk toplumu içerisinde doktorlara karşı şöyle bir yaklaşım var. Doktorlar işini yapar sonra evine gider, uyur. Yok böyle bir hayat. Bizim de bir çocuğumuz, annemiz, babamız var. Bizim de hayat sorunlarımız var.
Bizler duygusuz insanlar değiliz. O ameliyathane içerisinde bütün bunlara rağmen sakin kalmaya çalışıyoruz. Sonuçta size emanet edilen kalbi onarıp size geri vermeye çalışıyoruz.
KALBİMİZ DEĞİL BEYNİMİZ KİRLENDİ
- Ama doktorların bu durumunu toplum olarak tam anladığımızı söyleyebilir miyiz?
- O kapıdan içeriye girmeden önce hastaların, hasta yakınlarının şunu bilmesi gerekiyor. O hastalığı oraya biz doktorlar koymadık. Hastalığa karşı birlikte mücadele edeceğiz. Hastalığa karşı hepimiz aynı taraftayız. Son yıllarda öyle bir ortam oluştu ki sanki doktorlar bir taraf, hasta yakınları diğer taraf. Hasta da ortada futbol topu. Yok öyle bir durum. Biz aynı takımın oyuncularıyız.
- Siz hiç hasta yakını şiddetine maruz kaldınız mı hiç?
- Yok kalmadım ama bu sürekli yaşanan bir durum. Hele hele son yıllarda neler neler yaşanıyor. İnsanların nobranlaştığını, saldırganlaştığını görüyorum. Birisinin topluma kendinize gelin demesi gerekiyor.
- Nedir peki kalbimiz mi kirlendi?
- Acaba kalbimiz mi yoksa beynimiz mi kirlendi? Tarihte insanlar hep canın, ruhun kalbimizde olduğunu inanmışlar. Çünkü bir insanı kalbinden yaraladığınız zaman ölüyor. Bunun için yaşamın, duyguların kaynağı olarak hep kalp görülmüş. Oysa bugün biliyoruz ki duygularımız kaynağı beyin. Lakin bütün o duygularımızın sonuçlarını kalbimizde hissediyoruz. Aşık oluyoruz çarpıntımız artıyor, kızıyoruz yine çarpıntımız artıyor. Bunun için duygularımızın merkezinin kalbimiz olduğunu düşünüyoruz. Aslında beynimizin verdiği emirleri kalbimizde hissediyoruz, bunun için hâlâ kalp geçer akçe. Bana göre kalbimiz kirli değil. Beynimizdeki düşünce tarzımız değişti. Birbirimizi anlamaya çalışmıyoruz, barışçıl olmayı tercih etmiyoruz. Hepimiz her durumda gardımızla dolaşıyoruz. Yani bir kalp cerrahı olarak kalbi öne çıkarmayı istesem de sorunuza beynimiz, duygularımız kirledi diyerek cevap vereyim. Ama yine bunun sonuçlarını kalbimizle hissediyoruz.
KOMŞUMUZ HASTA OLUNCA GERÇEKLE YÜZLEŞİYORUZ
- Konu kalpten açılmışkın Covid-19 kalbimizi kırdı mı?
- Kırmak ne kelime paramparça etti.
- Neden?
- İnsan hep bir şeylerin geçeceğini düşünür. Bu Covid-19 hiç geçmiyor. Yolun başında üç sonra geçer gider dedik. Geçmedi. Sonra biraz kapanalım dedik.
Sıktık kendimizi yine bitmedi. Yazın biraz serbest takıldık ama sonbahar geldi baktık yine geçmediği gibi artıyor. Aşı bulunca geçer gider dedik. Aşı bulundu.
Aşı olmaya başladık yine geçmedi. Bir bıkkınlık hali yaşatıyor bize. Bıkkınlık inancımızı, savaşma gücümüzü etkiler. Böylece bir kez kalbimizi kırdı. Fakat öte yandan tüm bu süreçte mutlu olduğumuz şeylerden mahrum kalıyoruz. Sosyalleşemiyoruz, evlerdeyiz çok dikkatli yaşamaya çalışıyoruz. Bu duygularımızın sönmesine neden oluyor. Bu da insanların depresif bir hale gelmesine neden oldu. Böylece ikinci kez Covid-19 kalbimizi kırmış oluyor.
- Peki bir içe dönme kalbimize bakma sürecini de yaşatmadı mı bize?
- Herkes için bu durum geçerli değil. Savaş zamanlarında olduğu gibi birçoğumuz bencilleştik. Büyük savaşlar sonrası insanların bir çılgın dönemi vardır. Şu anda da onu yaşıyoruz. Bakın insanlar hâlâ sokaklarda.
Boşver ya Covid bana bir şey yapmaz diyenlerle dolu ortalık. Ama ne zaman gerçekle yüzleşiyoruz? Üst kattaki komşumuz korona olunca. Sonra bir duyuyoruz ki vefat etmiş.
- Peki fiziksel olarak kalbimizi nasıl etkiliyor bu Covid-19?
- Covid-19 kalp krizi geçirmemize ya da kriz geçirmeye daha yatkın hale gelmemize neden olabilir. Şimdi kalbimizi besleyen damarlarda birikmiş kolesterol plaklarımız var. Onların üzerindeki zar çok ince. Hastalık sürecinde birtakım etkenler bu zarların yırtılmasını sağlıyor.
Sonra bir bakıyorsunuz hasta kalp krizi geçiriyor. İkincisi kalbin kendisi virüsle tutulabilir. Kalbimizin etrafındaki zar iltihaplanma yapabiliyor. Bunlar olunca kalbimizin dokusu bozuluyor. Doku bozulunca da ritim sorunları başlıyor.
Yani fiziki olarak da Covid-19 kalbimizi kırdı. 10 kişiden birinin kalbini çok kötü kırdı hem de.
TÜRKİYE'NİN KADERİ ÖZAL'IN BYPASS'IYLA DEĞİŞTİ
- Peki kalbimiz bize emanet mi?
- Aslında yaşam, kalp dahil her organımız size verilmiş, bahşedilmiş bir lütuftur. Şimdi beyin ölümü gerçekleştikten sonra 72 saat içerisinde organlarımız yaşamaya devam ediyor. Bu süre içerisinde size emanet edilmiş organlarınızla bir başkasına can verebiliyorsunuz.
Yani size verilen bir emaneti bir başka insana teslim edip onun en değerli şey olan yaşam döngüsünü sürdürmesini sağlıyorsunuz. Tabii bu emaneti alanın da bunun ne kadar kıymetli olduğunu bilmesi gerekiyor. Dolayısıyla hepimizin bize verilen yaşam emanetine özenli davranması gerekiyor.
- Kitapta da var, nakil sonrası emanet kalbi alanın huyu suyu değişiyor. Bunun bir gerçekliği var mı?
- Kesinlikle var. Her türlü organ naklinde ama özellikle kalp nakillerinden sonra insanların huyları değişir. Nakil hastası arafta kalıyor demiştim. Ölüme o kadar yakınsınız ki. Sonra o araftan çıkıyorsunuz.
Kimisinde pozitif kimisinde negatif bir değişim oluyor.
Kimisi bu durumla baş edemeyip yaşayamıyor.
Buna post travmatik sendrom deniliyor.
- Nasıl değişimler oluyor?
- O güne kadar hırslı olan, işinde acımasız olan insan bir bakıyorsunuz pamuk kadar yumuşak biri olmuş. Ama bir başkası da ben ölümü gördüm daha ötesi var mı diyerek daha da saldırgan hale gelebiliyor. Bazıları içine kapanıp depresifleşiyor. Adam nakil sonrası yeni bir yaşama adım atmak istiyor, eşinden boşanıyor, çocuklarından uzaklaşıyor. Mesela Türkiye'nin kaderi Özal bypass'ında değişti. Ameliyat öncesi ve sonrası Özal'ın kararlarına, yaklaşımına bakın çok net görülür bu durum.
İNSANLARIN DOKTORLARLA GÜZEL ANILARI YOKTUR
- Bunca yılın hekimi olarak şunu sorabilir miyim, insanlar doktorlara neden mesefalidir?
- İnsanlar doktorlara sevimsiz bir nedenle, hastalanınca giderler. Hastayken doktorlar dünyanın en kral insanlarıdır. Hastalık biter, ilk unutulan kişi de doktor olur. Çünkü hastalık süreci güzel hatırlanan bir süreç değildir. Sonuç iyi de olsa doktorlar insanlara hastalığı ve o süreci hatırlatan insanlardır. Bunun için insanların doktorlarla güzel anıları yoktur. Ve hemen bu süceçte unutma eğilimi içerisine girerler. Bir de doktorlar insanlara gerçeği söyler. Gerçekle yüzleşmek kolay değil. O gerçeklerle yüzleşmemek adına suçlu arandığında hedefe yine doktorlar konulur. Neden insanlar doktorlara saldırıyor. Gerçekleri söyledikleri için. Oysa doktorlar hastalığa karşı, hasta ve hasta yakınlarıyla birlikte mücadele eden insanlardır. Ama bu pek algılanamıyor. Belki bunun için edebiyatta da sinemada da doktorlar çok doğru temsil edilemiyor
RACON KESEN BİR KABADAYI HASTAM OLDU
- Romanınızda genç bir kızın kalbini neden bir mafya liderine nakletmeyi tercih ettiniz?
- Bir hastam vardı. Bana başvurduğunda kim olduğunu bilmiyordum. Ameliyat ettim. Bir baktım odasının önünde koca koca adamlar bekliyor. Kimse yanaşamıyor. İçeri girdim "Siz kimsiniz?" dedim. O da bana kim olduğunu anlattı. Hani bugün mafya diye isimleri söylenen insanlar var ya. Onların hepsinin elini öptüğü bir adam. Eski kabadayılardan aslında, racon kesenlerden biri. Bana çok saygılı yaklaşıyordu. Zamanla dost olduk. O insan sayesinde yeraltı dünyasının figürlerini gözlemleme şansım oldu. Sonra vefat etti. Yoksa bir doktor olarak o dünyayı nereden bileyim de anlatayım (gülüyor).