Fatih Sultan Mehmet, 26 Nisan 1481 günü sefere çıkmak üzere yola çıktı ama kronik hastalığı gut (Kral ya da mareşal hastalığı olarak da bilinen gut; şiddetli bir romatizma hastalığıdır, eklemlerde iltihaba ve yoğun ağrıya neden olur) nüksetti. Gebze'ye götürüldü. Sancıları dayanılmaz boyuta gelen, tedaviye de cevap vermeyen Fatih, 3 Mayıs Perşembe günü saat 16.00 sularında ruhunu teslim etti.
BİTKİSEL İLAÇ KULLANILDI
O dönem tutulan yerli ve yabancı pek çok belgeye göre Fatih'in ölüm nedeni kayıtlara gut hastalığı olarak geçti. Ne var ki Osmanlı tarihi konusunda çalışmalarıyla ünlü Alman tarihçi Franz Babinger, yabancı arşivlerde bulduğu bazı belgelere dayanarak Fatih'in zehirlenmiş olduğu iddiasını ortaya attı. Aynı belgelerde Fatih için düşmanları tarafından 12 ile 15 kez suikast girişimi düzenlendiği ve son girişimde de Fatih'e bitkisel bir ilacın verildiği ve bu ilacın padişahın bağırsaklarını tıkadığını belirtiyordu. Bu arada Fatih'i öldürmek için yapılan planlara dair belgelerde katil olarak Fatih'in hekimi (aslen Venedikli Yahudi dönmesi olan) sarayın baş doktoru Yakup Paşa işaret ediliyordu. Fatih'i öldürmesi karşılığında Yakup Paşa'ya yüklü miktarda ödeme yapıldığı söyleniyordu… Bu iddialar epey taraftar buldu. Yerli tarihçiler de bu tezin göz ardı edilemeyeceğini söyleyince büyük bir tartışma başladı. Tarihçi Ahmet Almaz, 'Fatih Sultan Mehmet Nasıl Öldürüldü?' adlı kitabında Fatih'e verilen zehrin formülünü "Fatih'i zehirleyen şurubun içeriğinde üç farklı bitkiyle (isimlerini de vermiştir) ve kargabüken ağacının tohumlarından elde edilen maddeyle üç tane etkili alkoloid kullanılmıştır" diyerek açıkladı.
BU İHTİMAL GÖZ ARDI EDİLMEMELİ
Türk tarihini en iyi bilen isimlerden biri olan ve bu konuda otorite kabul edilen Prof. Halil İnalcık, kesin deliller olmadığı için zehirlenme tezinin ancak bir ihtimal olarak ileri sürülebileceğini; ancak yok da sayılamayacağını belirtti. Bu açıklama üzerine araştırmalar derinleştirildi, ölümle ilgili tezler ve antitezler arka arkaya sıralandı.
BATI KAYNAKLARI NE DİYOR?
Bu konuda en derin araştırmalardan birine Şehabeddin Tekindağ imza attı. Tekindağ, 'Fatih'in Ölüm Meselesi' başlıklı araştırmasında iddiaları tek tek sıraladı ve iddialarla diğer belgeleri mukayese etti. Tekindağ'a göre iddia tutarsızdı. Ünlü araştırmacı finalde şu hükmü veriyordu: "Doğu kaynaklarında Fatih'in zehirlendiğine dair bir ibareye rastlanmaz ve 'Eceliyle öldü' denir. Batı kaynaklarına gelince, Türkler'e esir düşen ve Osmanlı sarayında bulunan daha sonra kaleme aldığı eserinde padişahın iç hayatından bahseden Vicenzalı Gian-Maria Angiolello, yine İstanbul sarayında bulunan İtalyan müellif Theo; Fatih'in ölüm nedeni olarak ağır bir hastalığa tutulmasından bahsetmiş, zehirlenme hadisesinden asla söz etmemişlerdir. Öte yandan İstanbul'da bulunan Venedik Sefiri A. Grittinin raporlarında da zehirlenmeden hiç bahsedilmez." Şehabeddin Tekindağ'ın bu araştırmasını referans olarak kabul eden pek çok Türk tarihçi de bu yönde fikir beyan etti. Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil de 'Fatih Sultan Mehmet Han Zehinlendi mi' başlıklı yazısında zehirlenme iddiasına şiddetle karşı çıktı.
MEZAR AÇMA TEKLİFİ REDDEDİLDİ
Bitip tükenmeyen zehirlenme iddialarıyla ilgili 1964 yılında ilginç bir olay yaşandı. Topkapı Müzesi eski müdür muavini Elif Naci, Fatih Sultan Mehmet ve Genç Osman'ın mezarlarının açılarak, inceleme yapılmasını istedi. Elif Naci, bu amaçla Milli Eğitim Bakanlığı'na başvurdu. Bakanlık dilekçeyi Topkapı Müzesi Müdürlüğü'ne havale edip bir sakınca bulunup bulunmadığını sordu. Müze Müdürlüğü sakınca görmedi, hatta dönemin İstanbul Valisi Niyazi Akı da bu girişimi destekledi. Ancak o dönem Anıtlar Yüksek Kurulu, "Mezarların açılmasına zaruret yoktur" kararı verdi.
FATİH'İN MEZARI 2. ABDÜLHAMİD DÖNEMINDE AÇILDI
Tarihçi Murat Bardakçı, Fatih Sultan Mehmet'in mezarının başka bir Osmanlı Sultanı, ll. Abdülhamid tarafından açtırıldığını şöyle nakletmiştir: "Nisan yağmurları İstanbul'a 1800'lerin sonunda her zamankinden fazla yağmış, şehri seller götürmüş, Fatih tarafları göle dönmüş ve her tarafı su basmıştı. Selin hemen ertesi günü, Fatih semtinin sakinleri arasında bir dedikodu çıkar: Fatih Sultan Mehmed gece halkın rüyasına girmiş, 'Boğuluyorum, beni kurtarın' demiştir. Bunun üzerine Abdülhamid, iki paşayı görevlendirir. Paşalar, türbeye giderek mezarı açıp cenazeyi kontrol edecek, halkın gördüğü rüyanın doğru olup olmadığını araştıracak ve saraya dönüp rapor vereceklerdir… Mehmed ve Şerif Paşalar, Fatih Camii'nin yanı başındaki türbeye gider ve sandukayı kaldırıp mezarı kazarlar… Derken, önlerine demir bir kapak çıkar. Kapağı açtıklarında taş bir merdiven görürler. Ellerinde lambalarıyla merdivenden iner ve daha derine uzanan bir dehlizle karşılaşırlar. Dehlize dalar, metrelerce yürür ve ufak bir salonu andıran başka bir mekâna gelirler. Ortada musalla taşına benzeyen bir mermer, mermerin üzerinde de bir işlemeli ağaçtan bir tabut vardır. Bir hayli zorlanarak tabutu açar ve içinde bozulmamış bir mumya bulurlar: Fatih'in mumyasını. Yüzü aynen, yaşadığı devirde çizilmiş resimlerindeki gibidir. Mumyanın başında dua eden paşalar tabutu kapatıp saraya döner, durumu Abdülhamid'e anlatırlar. Padişah sellerin Fatih'in cenazesine zarar vermemiş olmasından memnuniyet duyar."
CENAZESİ GÜN 19 SONRA FATİH CAMİİ'NE DEFNEDİLDİ
Fatih Sultan Mehmet'in ölümün ardından da ilginç olaylar yaşanmıştır. Tarihçi Prof. Dr. Erhan Afyoncu, Truva'nın İntikamı adlı kitabında olayı şöyle anlatmıştır: "Fatih'in hayatta iki oğlu vardı. 34 yaşındaki büyük oğlu Amasya'da, 23 yaşındaki küçük oğlu Konya'da vali idi. Veziriazam derhal iki şehzadeye de ulaklar göndererek babalarının vefat ettiğini ve acele İstanbul'a gelmeleri gerektiğini haber verdi. İstanbul'a erken gelen şehzade tahta çıkacaktı. Fatih'in cesedi vakit kaybettirilmeden Gebze'den İstanbul'a, Topkapı Sarayı'nda getirildi. Evlatları taht için birbirlerini yerken, Fatih'in cesedi adeta çürümeye terk edilmişti. Ceset tamamen çürümeden Baltacılar Kethüdası Kasım ve iki hekim elbiseleri soyduktan sonra iç organlarını çıkarttılar ve daha sonra cesedi ilaçlayarak kefenleyip, defnettiler. Şehzade Bayezid, padişah ilan edildikten hemen sonra, yani Fatih'in ölümünden 19 gün sonra, cenazeyi Fatih Sultan Mehmet kendi adına yaptırdığı camiinin avlusuna defnetti."