Osmanlı'da ramazan hazırlıkları haftalar önce başlardı. Vatandaşlar çarşı, pazara hücum eder, her yer imparatorluğun çeşitli köşelerinden gelen taze sebze, meyve, baharat ve çerez tezgahlarıyla dolar taşardı. Herkes bütçesi ölçüsünde eksiklerini tamamlar, kilerlerini ağzına kadar doldurmaya çabalardı. Devlet, ihtiyaç sahiplerine yiyecek, içeceğin yanı sıra diğer eksikleri için de yardım ederdi. Sokaklar, evler, dükkanlar, caddeler temizlenir, bu kutsal ay için herkes el birliğiyle hazırlık yapardı.
GAYRİMÜSLİMLER RAHATSIZ EDİLMESİN
Ayın huzurlu ve sıkıntısız geçmesi için devlet katında her türlü önlem alınırdı. Padişah, sadrazam ve diğer devlet erkânı, tembihnameler yayınlardı. Bu tenbihnameler; camilerde imam tarafından, mahallelerde bekçiler tarafından, hanlarda ise mülk sahipleri tarafından ilan edilirdi. Hatırlatmalarda genellikle yemeklerin israf edilmemesi, mesai saatlerinin yeniden düzenlenmesi, kimsenin mağdur edilmemesi, namazların camide cemaatle kılınması, gündüz vakti açık alanlarda yemek yenmemesi, su ve tütün içilmemesi, gayrimüslim tebaanın rahatsız edilmemesi, yaşadıkları köylerde davul çalınmaması, işlek caddelerde sandalyeyle yolun kapatılması gibi konularda uyarılar yapılırdı.
'DOĞAL VE NAZİK DAVRANIN'
Ramazanda çarşı ve pazarda denetimler artar, esnaftan zam yapmamaları istenir, her şey sıkı şekilde kontrol edilirdi. Bu ayda padişah halkın arasına gizlice karışır, esnafı gözetler, fiyatları, ekmek gramajlarını kontrol eder, camilere gider genel durumu öğrenirdi. Bu yüzden vatandaşlar, ramazan öncesi şöyle uyarılırdı: "Camide, yolda, pazarda padişahımızı görüp tanıyan olursa etrafını sarmasın, onu rahatsız edecek bir harekette bulunmasın, kendisine karşı son derece doğal ve nezaketli davranılsın." İhtiyaçların görülmesi ve rahat hayır yapılabilmesi için devlet memurlarına ramazanda çifte maaş verilirdi. Orucun ilk günü bütün devlet daireleri tatil edilir, sonraki günler çalışma düzeni esnetilirdi. Gündüzleri erkekler kıraathanede toplanıp burada okunan kitapları dinleyerek, kadınlar ise mahallelerde kendi aralarında oluşturdukları gruplarla cüz okuyarak Kuran-ı Kerim'i hatmederek vakit geçirirdi.
İFTAR İKİYE BÖLÜNÜRDÜ
Gelelim iftar sofralarına… Osmanlı'da oruç, zemzem suyuyla açılırdı. Ardından hurma, zeytin, pide, peynir, sucuk ve pastırmadan oluşan iftariyeliklerle ilk fasıl tamamlanırdı. Akşam namazı kılınır, ardından asıl ziyafet başlardı. Kelle, paça ya da et suyundan çorba en sevilen başlangıçlardı. Et yemeği, börek, pilav, sebze yemekleriyle devam edilir sonra sıra tatlıya gelirdi. Güllaç, ramazanda çok tercih edilen tatlı olurdu ama masada baklava, kadayıf, helva gibi tatlıların bulunmasına da özen gösterilirdi. Komposto, hoşaf ve şerbetlerle de sıvı ihtiyacı giderilmeye çalışılırdı." Ramazanı güzelleştiren şeylerden biri de mahyalardı. İki minareli camilerde asılan mahyalar, ilk olarak Fatih Camii ve Beyazıt Camii'nde yapıldı. Bu gelenek ilerleyen yıllarda tüm Anadolu'ya yayıldı. Bugünkü gibi elektrik olmadığından mahyacılık çok zahmetli bir işti. Kandillerin aydınlattığı mahyalar, sadece iftar ile sahur arasında yanar ve herkes bu kısa süren görsel şöleni kaçırmamaya gayret ederdi. İftardan sonra Sultanahmet Meydanı'nda eğlence başlardı. Orta oyunu, Hacivat-Karagöz gösterisi kahkahalar eşliğinde izlenirdi. Cambazlık en dikkat çeken gösterilerin başında gelirdi. Bu eğlenceler, sahura kadar sürerdi.
SARAYIN KAPISI HERKESE AÇILIRDI
Sarayda da ramazan ayı için hazırlıklar günler öncesinden başlardı. Şuruplar, şerbetler hazırlanır, her yer tepeden tırnağa temizlenirdi. Ramazanın ilk günü sarayda seccadeler serilir, güzel sesli iki müezzin ilahiler okur, ardından namazlar kılınırdı. Sarayda da top atılmadan kimse yatmazdı. Harem dairesi, ay boyunca mescide çevrilir, öğle vakti imam gelir kadınlara vaaz verir, Kur'an okunur, herkes bu ayı ibadetle geçirirdi. Sarayda asıl coşku iftar saati başlardı. Topla birlikte herkes orucunu açar, yaz günleri buzlu limonatalar, serinletici şerbetler büyük ilgi görürdü. Her akşam bir tabur asker saraya gelir, iftar açar, namaz kılar sonra da "Padişahım çok yaşa!" diye üç kez bağırarak kışlalarına dönerdi. Sarayın kapısı herkese açık olur, kurulan sofralarda muhtaçlara iftar ve hediyeler verilir, kimsenin eli boş gönderilmezdi. Ramazanın 15'inde Hırka-i Saadet Dairesi ziyaret edilirdi. O gün saray erkanı erkenden kalkar, herkes en güzel elbiselerini giyer Topkapı Sarayı'na giderdi. Hırka-i Saadet Dairesi, gül sularıyla tepeden tırnağa temizlenir, saray erkanı da temizliğe yardım ederdi. Ramazanın en coşkulu anları Kadir Gecesi olurdu. Padişah, namaz için Beşiktaş civarındaki bir camiyi tercih ederdi. Herkes arabalarla camiye gider, fener alayları sokakları aydınlatırdı. Caddeler geçit törenini andırırdı. Padişah, paşalar ve vezirler camiye tören kıyafetleriyle giderdi. Namaz sonrası görevli askerlere peynirli, etli leziz pideler ve şerbetler ikram edilirdi. Ardından da havai fişek gösterisi yapılırdı. Halk, havai fişek gösterilerini coşkuyla izlerdi.
HUZUR DERSLERİ VE DİŞ KİRASI
Ramazan ayında padişahların da katılımıyla huzur dersleri olurdu. III. Mustafa döneminde bu derslerde Kuran-ı Kerim'den ayetler okunur, dini meseleler tartışılırdı. Bu dersler sayesinde manevi bir haz yakalanırdı. Huzur dersleri, ramazanın ilk günü başlar ve sekinci günü sona ererdi. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethetmesiyle İstanbul'a getirilen kutsal emanetler, ramazan ayında sergilenir, halkın görmesi sağlanırdı. Özellikle Hırka-i Şerif, teravih namazlarında halkın yoğun ilgisiyle karşılaşırdı. Osmanlı'da ramazanda diş kirası verilirdi. Yemekler yenir, şerbetler, kahveler içilir ardından da ev sahibi misafirine diş kirası adı altında para, saat ya da küçük hediyeler takdim ederek evlerini bereketlendirdikleri için teşekkür ederdi.