Sultan, üç gündür yorgunluktan şikayetçiydi. 9 Şubat gecesi rahatsızlığı iyice arttı. Gelen doktor, zatürre başlangıcı teşhisi koydu ama "Hakanın hastalığı, kendisi kadar büyüktür" diye de ekledi. Saraya davet edilen ikinci doktor da benzer görüş bildirdi. Abdülhamid Han, geceyi keyifsiz geçirdi.
Şafak sökerken banyosunun hazırlanmasını istedi. Ailesi, "Yapmayınız efendimiz" dese de, o ısrarcıydı. Güçlükle banyosunu yaptı... Halsizdi... Kollarının altına yastık koydurarak oturduğu yerden sabah namazını kıldı.
Durmadan terliyordu, eşi ise endişeyle onu izliyordu. Gelen doktor heyeti, bu kez kan alıp tahlile gönderdi. Ama durumu gittikçe kötüye doğru seyrediyordu. Durumu gören saray görevlileri, padişahın çocuklarına "Hakanımızın durumu pek iyi değil, gelsinler, kendisini görsünler!" diyerek haber saldı.
Saatler geçtikçe daha da ağırlaşan Sultan, bir ara kahve istedi ancak ikinci yudumu içecek mecali bile kalmamıştı. Yanı başında bekleyen eşinin eline uzanarak "Hakkını helal et!" dedi. Ayak ucunda duran kızına da "Evladım, Allah senden de razı olsun" diye seslendi. Sonra Sultan'ın ağzından usulca "Allah!" nidası duyuldu, ardından da başı hafifçe düştü... Takvimler 1918'in 10 Şubat'ını, saatler ise 15.00'i gösteriyordu...
DEDESİNİN YANINA DEFNEDİLDİ
Odanın kapısında bekleyen Şöhreddin Ağa'nın acı feryadı duyuldu: "Ah efendimiz gitti!" Bu çığlık, sessiz bir zindana dönen sarayın duvarlarında yankılandı. Haber, önce fısıltı halinde sokaklara, oradan tüm imparatorluğa yayıldı: "Sultan Abdülhamid Han ebediyete intikal etmiş!"
Ertesi sabaha kadar kimse uyumadı. Odalardan dua sesleri ve hıçkırıklar yükseldi. Padişahın cenazesi, sabah ezanında ruhunu teslim ettiği Beylerbeyi Sarayı'ndan alındı. Deniz yoluyla Sarayburnu'na, oradan da Topkapı Sarayı'na nakledildi. Naaş burada yıkanıp sarı ipek işlemeli havlularla kurulandı. Vasiyeti gereği göğsüne Ahidname duası, yüzüne ise Hırka-i Saadet bezi ve Kâbe örtüsü konuldu. Helallik alındı, cenaze namazı kılındı. Kelime-i tevhidler, tekbirler eşliğinde Babüsselam Kapısı'ndan çıkarılan naaşa; süvari bölükleri, inzibat ve bahriye askerleri, Piyade ve Topçu Mektebi, itfaiye alayı, saray erkanı, şehzadeler, Ayan ve Meclis- i Mebusan Reisleri, milletvekilleri, yabancı devlet elçileri ve hanedan mensupları eşlik etti.
Naaşın geçtiği cadde hınca hınç doluydu. Pencerelerden, çatılardan, ağaç tepelerinden ağlama sesleri ve haykırışlar yükseliyordu. Herkes kendince Sultan'ına veda ediyordu. II. Abdülhamid'in cenazesi, toprağa verileceği Divanyolu üzerindeki türbeye tekbirler eşliğinde getirildi, dedesi II. Mahmud ile amcası Sultan Abdülaziz'in yanına defnedildi. Osmanlı'nın 34'üncü sultanı, böylece ailesiyle yan yana ebedi yolculuğuna uğurlandı.
KEDİSİNİN İSMİ AĞA EFENDİ'YDİ
Gece yatak odasında kitap okuturdu. Ayak ucundaki bir paravanın ardında Esvapçıbaşı İsmet Bey, kitap okurdu. "Bu bana, çocukken dadımın ninnileri gibi gelir. Bu sayede kafamı meşgul eden düşüncelerden uzaklaşır, kolayca dalarım. Bu da benim uyku ilacım" derdi... Hakiki bir Türk terbiyesi ve sağlam dini itikat ile büyüttüğü evlatlarının müzikle meşgul olmasından da memnuniyet duyardı. Huzurunda bazen çocukları piyano çalardı. "Alaturkayı severim ama gam veriyor. Alafranga daha neşeli" derdi.
Resim ve marangozluk konusunda yetenekliydi. Karakalem resim çizer, bazen yağlı boya tablolara imza atardı. Yaptığı sedefli, oymalı eşyalar ise Yıldız Sarayı'nı süslerdi. Yeni çıkan teknolojik aletlere meraklıydı, Avrupa'dan bunları getirtir, kullanırdı. Spora düşkündü. İyi bir yüzücüydü, at binme konusunda hünerliydi, araba kullanabilir, kürek çeker, yelkene biner, atıcılıkla uğraşır ve kılıç talimi yapardı. Abdülhamid'in gayet iri tekir bir kedisi vardı. Çok sevdiği kedisine Ağa Efendi ismini vermişti. Sultan, polisiye romanlara da çok meraklıydı.
Kahveye düşkündü, koyu gri rengi severdi
SADE GİYİNİR, ABARTIDAN HOŞLANMAZDI
Sultan Abdülhamid, hakkında en fazla kitap yazılan, araştırma yapılan padişahlardan biri. Ancak onunla ilgili gerçekler konusunda iki eser öne çıkıyor. Bunlardan biri, kendisine Yıldız Sarayı'ndan Selanik'e sürgün edilişi sırasında refakat eden Fethi Okyar'ın hatıralarını anlattığı Sultan II. Abdülhamid Han'la 113 Gün adlı eser, diğeri ise kızı Ayşe Osmanoğlu tarafından kaleme alınan Babam Sultan Abdülhamid adlı kitaptır. Ayrıca İsmet Bozdağ da Sultan Abdülhamit'in Hatıra Defteri isimli bir eser yayınlamıştır. Bu kitaplar ışığında Abdülhamid'e dair özel bilgiler şunlardır...
Abdülhamid Han'ın yeşil ve mavi arası, ela gözleri vardı. Sesi kalın ve gürdü. Fevkalade nezaketli bir kişiliğe sahipti. Kalfalara kadar herkese 'Siz' diye hitap eder, paşalarına da 'Paşa Hazretleri' derdi. Daima sade giyinir, abartıdan hoşlanmazdı. En sevdiği renk; koyu griydi. Özel kabullerde üniforma giyerdi. Marangozhanede çalışırken ise kadife pantolonu tercih ederdi. Erken yatar, güneş doğmadan kalkardı.
Hastalığı nedeniyle güne; yarısı süt, yarısı maden suyu olan bir bardak karışımla başlardı. Hemen ardından ilk kahvesini isterdi. Kahveyi çok düşkündü. Her yemekten sonra ve aralarla da sık sık sade kahve içerdi. Kahvecibaşı, beyaz eldiven giyerek kahveyi pişirir, beyaz porselende ikram ederdi.
Sabah erkenden çalışma odasına geçer, saat 11.00'e kadar resmi işlerle ilgilenirdi. Öğle yemeğinin ardından 15-20 dakika dinlenir, tekrar çalışmaya başlardı.
Saray adetleri gereği öğle yemeği 11.00'de, akşam yemeği ise 17.00'de yenirdi. Sultan Abdülhamid, öğleyin rafadan veya tereyağında pişmiş yumurta, et yahut balık, bazen de börek yerdi. Tatlılardan kaymaklı kadayıf, sütlaç ve muhallebiyi severdi. Akşam yemeklerini hafif tutardı. Çorba, et suyu ve meyveyle yetinirdi. Meyvelerden çilek, kavun, karpuz ve şeftaliyi tercih ederdi.
ONU YIKAN İKİ DAYANILMAZ ACI
Sultan Abdülhamid'in 8'i erkek, 9'u kız olmak üzere toplam 17 çocuğu dünyaya geldi. Bunların dördü küçük yaşlarda öldü. Ancak bir tanesinin geçirdiği hazin kaza, Sultan'ı resmen yıktı. İlk çocuğu olan Ulviye Sultan, bir gün masanın üstünde bulduğu o günün yeni icatlarından olan şemalı kibritle oynarken kibrit ateş aldı. Çıkan kıvılcım bir anda penceredeki tüllere, oradan da zavallı yavrucağın saçlarına sıçradı. Feryadı duyan annesi, kızının imdadına koştu ama çabası nafileydi. Abdülhamid; kara gözlü, uzun kirpikli, beyaz tenli, pembe yanaklı minik kızının vedasıyla büyük bir sarsıntı yaşadı. Bu acı, son nefesine kadar onu yalnız bırakmadı. Küçük Ulviye'sini hatırladığı zamanlar hep müteessir biri olurdu.
Abdülhamid'in diğer kızı Hatice Sultan ise sekiz aylıkken hastalandı ve doktorlar bir türlü derdine derman bulamadı. İkinci kez evlat acısıyla sarsılan Sultan, onun adına Hamidiye Etfal Hastanesi'ni (Şişli Çocuk Hastanesi) yaptırdı. Etrafına da, "Benim çocuğum kurtulamadı. Kim bilir fakir fukaranın yavrularına nasıl bakılıyor. Bir hastane yaptıralım da, benim gibi başka babaların yüreği yanmasın" dedi.
60 KİŞİLİK ORKESTRA KURDURDU
Abdülhamid Han, sanatın tüm dallarına çok düşkündü. Sarayda tiyatro oynanır, sinema gösterimleri yapılır, konserler düzenlenirdi. Abdürezzak Efendi ortaoyunu, Ahmet Mithat Efendi ise tiyatro piyesleri ve operetler sergilerdi. Sultan; Muzıka-ı Hümayun'u zenginleştirmek için çabalamıştır. Kadroya flütçü, kemancı, viyolonsel sanatçıları alınmış ve 60 kişilik mükemmel bir orkestra kurulmuştur. Yabancı elçilikler, İstanbul'a gösteriye gelen tiyatro topluluğu ya da sanatçılarla ilgili saraya bilgi verir, Sultan'a izlemesi için tavsiyede bulunurdu. Mızıka-ı Hümayun'a, İtalyan ve Fransız sanatçılar da katılmıştır. Rusya İmparatoru da zaman zaman Rus sanatçıları saraya gönderir, konserler verdirirdi. Bazı akşamlar oda orkestrası bahçede müzik yapardı. Abdülhamid'in yüzlerce musiki ve alafranga esere ait nota koleksiyonu vardı. Bunlar Tiyatro Dairesi'nde saklanırdı.
'TABELALAR TÜRKÇE OLSUN' MÜCADELESİ
Abdülhamid Han, Türkçe için yoğun çaba harcadı. 25 Temmuz 1894 tarihinde yayınlanan genelge, Sultan'ın bu konudaki titizliğini gösterir. Abdülhamid Han, bu genelgeyle Türkiye'de eğitim veren yabancı okullar ve misyonerlik çalışmalarına dikkat çekip Türkçe dersi zorunluluğu getirdi. Türkçe dersi vermeyen yabancı okulların kapatılması talimatını verdi. Otellerin yabancı isim kullanmasına da karşıydı. O dönem hizmet veren Summer Palas ve Pera Palas otellerinin palas yerine Türkçe karşılığı olan saray kelimesini kullanmasını tavsiye etti. İstanbul Rıhtım Şirketi tarafından asılan bayrağın ortasındaki Fransızca ibareyi kaldırtıp Osmanlı Rıhtım Şirketi yazdırdı. Arapça ve Farsça kelimeler yerine arı Türkçe'nin yaygın kullanımını teşvik etti. Resmi yazışmalardaki ağdalı dil yerine, temiz bir Türkçenin kullanılması için de mücadele verdi.
10 BİN FRANG PARA YARDIMI
Sultan Abdülhamid Han, Fransız yazar Victor Hugo'nun eserlerini severdi. Başta Sefiller olmak üzere bazı eserlerini Türkçeye çevirtmiştir. Victor Hugo'nun ölümünün ardından da ailesine, taziye telgrafı göndermiştir. Abdülhamid, teknoloji, edebiyat kadar tıbba da meraklıydı. Kuduz aşısını bulan Fransız mikrobiyolog ve kimyager Pasteur'e destek olmuştur. Sultan; Zoiros Paşa ile Veteriner Hüseyin Hulki Bey'i Paris'e göndererek Pasteur Enstitüsü'nde eğitim aldırdı. Paris'e giden heyet, Pasteur'e, Sultan Abdülhamid'in hediyesi olan 10 bin frang para yardımını verip bir de nişan takdim etti. Bu iki tıp insanı, orada aldıkları eğitimin ardından İstanbul'da kurulan Kuduz Hastanesi'nde hizmet verdi.