Uzun yıllardır Almanya'da yaşayan, müzik otoritelerinin "Yeni Fazıl Say" diye bahsettiği İzmirli piyanist Can Çakmur bu yıl, "Klasik müziğin Oscar'ı" olarak anılan uluslararası ICMA ödüllerinde (Classic Mucic Awards/Klasik Müzik Ödülleri) Yılın Genç Sanatçısı seçildi. Geçen yıl yayınladığı solo albümüyle de aynı organizasyonda albüm ödülü almıştı. 24 yaşındaki genç piyanistle ödülden yola çıkarak, müziğini ve hayata bakışını konuştuk.
- ICMA ödülü almanız hepimizi gururlandırdı, tebrik ederim. Sizin için ICMA Yılın Genç Sanatçısı ödülü ne ifade ediyor?
- Çok teşekkürler. Çevremden ve sosyal medyadan gördüğüm bu destek, beni çok duygulandırdı. Sanatta ödüller bence asla bir amaç haline gelmemeli. Bir CD kayıdı veya bir konserin yapılma amacı takdir görmek değil; orada sahnede bulunan kişiden çok daha yüce bir gerçeklik olan, müziği canlı tutma çabası olmalı. Müzik sonuçta seslendirildikçe var olan bir sanat dalı. Bu açıdan, böyle bir takdir görmek "İyi bir yolda gidiyorsun" diyen, yüreklendirici bir güç kesinlikle.
- Nerede, nasıl bir ailede büyüdünüz? Özetle müziğe gelene kadarki hikayenizi özetleyebilir misiniz?
- Ankara'da müziğin her türüne; ancak özellikle klasik müziğe meraklı bir ailede büyüdüm. Üniversite çağına kadar ODTÜ Geliştirme Vakfı Lisesi'nde okudum. Bebekliğimden beri ilgiyle ve dikkatle müzik dinlermişim, bir süre sonra da enstrüman çalma isteğim ailemi evimize yakın bir müzik kursuna başvurmaya yönlendirmiş. Leyla Bekensir ve onun yanı sıra, kısa süre sonra Ayşe Kaptan ile piyanoya başladım. Ortaokul sırasında yavaş yavaş müziği meslek edinme istediğimi fark ettim. Bu sırada Emre Şen ile çalışmaya başladım. Aynı yıllarda yurt dışında ustalık sınıflarına katılmaya başladım. Liseye paralel olarak, Paris'te Schola Cantorum konservatuarında Marcella Crudeli gözetiminde virtüözite diploması sınavlarını verdim. - Almanya maceranız nasıl başladı? Kaç yıldır oradasınız?
- 2014 yılında, yani henüz hâlâ lisedeyken, o yazın büyük çoğunluğunu ve sonbaharın bir kısmını Almanya'da geçirdim. Farklı okullardan profesörler ile tanışıp yaşıtım müzisyenlerin tecrübelerini öğrenmekti amacım. O yaz, şu anda halen sınıfında okuduğum Grigory Gruzman ile tanıştım. Yaptığımız ikinci dersten sonra, kesinlikle onun sınıfında okumak istediğime emindim. Yıl boyunca, dönem dönem gelişimimi takip etti. Ertesi yaz Weimar'daki Franz Liszt Üniversitesi'nin sınavlarına başvurdum. Geçtiğimiz altı yıl içinde Weimar ve buradaki üniversite evim haline geldi.
- Almanya'da neler yapıyorsunuz. Oradaki hayatınızdan bahseder misiniz?
- Almanya'da ilk iki yıl yoğun bir çalışma dönemiydi. Bu süreçte çok az konser verdim ve içinde bulunduğum yeni ortama uyum sağlamaya çalıştım. Weimar özel bir şehir. Bach, Schiller, Goethe, Liszt, Nietzsche, Gropius ve daha niceleri burada yaşamış ve çalışmışlar. 1850'lerden beri hiç değişmemiş kent merkezi, o günlerin havasından birçok şey korumuş kesinlikle. Sadece üniversiteden değil, burada yaşamaktan ve insanlarla kurduğum iletişimden de çok şey öğrendim. Tabi ki 2017 yılından itibaren yoğun turne hayatının başlamasıyla, zamanımın büyük çoğunluğunu otellerde geçirmeye başladım; ancak Weimar'a dönmek, yaşamak ve buradaki müzisyenlerle beraber müzik yapmak ilham verici.
UYUM VE DUYARLILIK
- Tarzınızı nasıl anlatırsınız? Sizi besleyen (klasik müzik içi ve dışından) müzisyenler, türler neler oldu?
- Yorumcular, çaldıkları eserin diline ve tarzına karşı duyarlı ve uyumlu olmalıdırlar. Sahnede, ideal koşullar altında, müzisyen tekil bir kişi olarak değildir; müziğin vücut bulmuş hali olarak bulunmalıdırlar. Gerçek ilham işte tam bu yitip gitme hissi bence. En büyük ilham kaynağım, muhtemelen büyük bariton Dietrich Fischer-Dieskau'dur. Onun haricinde Anner Bylsma, Masaaki Suzuki, Sergiu Celibidache gibi müzisyenler; ETA Hoffmann, Goethe, Adorno gibi düşünürler beslendiğim diğer kaynaklar.
- Türkiye'deki müzik otoriteleri sizi en az Fazıl Say kadar başarılı buluyor hatta sizin için "Yeni Fazıl Say" diyorlar. Hatta tekniğinizin ondan daha kuvvetli olduğunu söyleyenler de var. Bu konuda ve Fazıl Say hakkında neler söylersiniz?
- Müziğin en güzel yanlarından biri, karşılaştırmaya çok açık olmaması. Çaldığımız eserlerin tek bir ideal yorumu olmadığı için, her yorumcu eserleri tekrar canladırabiliyor. Fazıl Say, ilham aldığım, müziğini heyecan ve merakla takip ettiğim bir müzisyen; benim ve diğer pek çok sanatçı için değerli bir yol gösterici. Bu nedenle "ikinci bir Fazıl Say" veya "ikinci bir X müzisyeni" olmak için üzerimde asla baskı hissetmedim. İyi ki böylesi müzisyenler, onların sanatı var. İnsanlığın ak yüzü müziğimiz ve sanatsal yaratımızdır.
Mayısta ezgilerimize eğileceğim
- Türk kültürüne, Türk müziğine ilginiz nasıl? Bu konuda, klasik müzikle harmanlayarak bizim kültürümüze ait bir şeyler üretme projeleriniz, fikirleriniz var mı?
- Kesinlikle "Halk müziği, klasik batı müziği çalgıları ile çalınmamalıdır" çizgisinde bir düşüncenin savunucusu değilim. Fakat böyle bir çalışma yapıldığında, her nota ve akord sisteminin, enstrümanların ses renklerinin, müziğin sosyo-kültürel geçmişinin büyük bir özenle incelenmesi gerektiğini savunuyorum. Jordí Savall'ın bu yöndeki çalışmalarının büyük bir hayranıyım; ancak bir piyanist olarak, günümüzdeki formuna 1880'lerde ulaşmış ve ancak belirli bir tip müzik için yaratılmış bu enstrümanda benzer bir çalışma yapılabileceğini de pek düşünmüyorum. Bizim ortak geçmişimizde, piyano için yazılmış, çok farklı kaynaklardan beslenen pek çok yapıt var; bunların kayıtlarının yapılmasını, tekrar tekrar çalınmasını çok önemli buluyorum. İlk CD kaydımda Fazıl Say'ın Kara Toprak eserini kaydettim. Mayıs ayında özellikle bu coğrafyanın müziğine eğileceğim bir CD kaydı yapacağım.
Almanya'da Türk insanının samimiyetini özlüyorum
- Piyano sizin için ne ifade ediyor? Tınısı, sesi, ona dokunmak... Hayatınızda nasıl bir karşılığı var?
- Piyano, en nihayetinde mekanik bir cihazdır. Enstrümanın kendisine bu nedenle çok daha büyük bir duygusal anlam yüklemiyorum. Ancak piyano vasıtasıyla, ifade gücüm üstüne çalışmak, hem teknik olarak hem de müzikal ifade olarak, günümün büyük çoğunluğunu kaplıyor. Tabii ki piyano çalmanın bir de fiziksel yönü var. Rahat bir çalış tekniğine ulaşmak için çalışmak da bence keyifli bir süreç.
- Türkiye'den en çok neleri özlüyorsunuz?
- Türkiye'de insanların iletişime ve duygularını ifade etmeye açıklıklarını, dostlarımı, ailemi ve özellikle şu karanlık kış günlerinde güneşini özlüyorum.