Film gibi bir hikaye onunki. Babası son Osmanlı Halifesi Abdülmecit'in torunu Haydarabad Nizamı Mukarram Barakat Jah, annesi 1975 Türkiye İkinci Güzeli Manolya Onur. 1990'da evlenip, 1994'te boşanan Barakat Jah ve Manolya Onur'un kızları Nilüfer Jah bir prenses. Ama bu Nilüfer Jah, 30 yıllık ömrünün 26 yılını hak mücadelesiyle geçirmiş acemi bir prenses. Üç yıl önce annesi aniden vefat edince, Alzheimer olan babası Barakat Jah'tan imza yetkisini alan Jah'ın 1979'da boşandığı ilk eşi Esra Birgen ile hukuk mücadelesine devam ediyor. Mücadele ettiği sadece bu da değil üstelik. Hindistan'da bir prenses gibi karşılanan, Türkiye'de sıradan bir genç kadından farklı olmayan Nilüfer Jah'la, hayatını, yaşadıklarını, film gibi hikayesini konuştuk. Bir prensesle röportaj yapmak için Çırağan Palace Kempinski'den daha uygun bir yer olamayacağına karar verdikten sonra güzel bir İstanbul sabahında buluştuk...
- Annenizin ani vefatı sizi nasıl etkiledi?
- Çok etkiledi. Hayatım 24 saat içinde değişti, hayatımdaki en önemli insanı kaybettim. Bunu kabullenmek, hayata devam edebilmek çok uzun sürdü. Annemin vefatından önce de sonra da etrafımda çok insan yoktu. Çok fazla arkadaşım yoktur, çok fazla insan yoktur etrafımda. Sabit olan her zaman annemin babamdan sonra evlendiği Turgay Babam ve onun eşi Ebru. Küçük bir aileydik. İyi ki varlar, şu an onlar ailem. Selma Türkeş'i anmadan edemem o süreçteki desteği için. İnanılmaz yardımcı oldu, hep yanımdaydı. Ama sanırım, annemin bu kadar mücadele içinde yıllar geçirmesi benim insanlara güvenimi azalttı.
- Evet dile kolay 26 yıldır bir dava sürüyor ve hak peşindesiniz...
- Bu ailede hak alamayan bir tek benim! Ben hak ettiğimin 1 lira fazlasını istemedim. Babamın diğer çocukları, prens ve prenses gibi ömürlerini sürdüler, dördü sürmeye de devam ediyor hâlâ. Benim istediğim de bu. Ben de bu adamın kızıyım ve prensesim. Tek istediğim hak ettiğim bu saygıyı görmek. Babam hep bana prenses gibi davrandı... Babamın yaşayan dört çocuğu var, üç çocuk bir hayat yaşıyorsa, dördüncünün de aynı hayatı yaşaması, aynı imkanlara sahip olması gerekir. Şu anki davalar, babam sağ olduğu için, vefatla kazanılmış haklar değil. Şu anki davalar benim yaşam standartlarımın, diğer kardeşlerimle aynı olması gerektiğiyle ilgili.
- Haydarabad Nizamı'nın serveti denince çok uçuk bir durum mu gelmeli aklımıza?
- Kraliyet ailesinden söz ediyoruz. Mesela dedem İngilizlerden Rolls Royce istiyor, vermiyorlar. Dedem bunu Hindistan'a getirtiyor ve arabanın çamurluklarına süpürge taktırıp, çöp arabası olarak Haydarabad sokaklarında gezdiriyor. Bunun fotoğrafları da var.
- Babanız ne durumda şu anda?
- Babam 12 yıldır Alzheimer hastası. İstanbul'da yaşıyor. Hafızası yerinde olmadığı için bu sorunları yaşıyoruz. Babamla benim bir sorunum yok ki. O zaten haklarımı almamı istiyor. Ama zamanında ondan alınan bazı yetki belgeleri var, bu belgeleri elinde tutan kişi, babamın ilk eşi. Sıkıntım, yıllardır süren mücadelem onunla, babamla değil!
BEN BİR PRENSESİM
- İki ayrı yaşam gibi sözünü ettiğiniz... Güçlük çekiyorum anlamakta... Burada sıradan bir genç kız, orada bir prenses gibiymişsiniz...
- Annem Türkiye'de beni hiçbir zaman ön plana çıkarmak istemedi. Korunmuş bir prensestim ben. Burada her daim Hindistan'daki gibi bir hayatım olsa çok zorlanırdım. Tercihleri farkı olsaydı, annem de sürekli beni lanse edip, insanların kafasına kazıyabilirdi. 30 yaşımdayım, şu an her şeyin farkındayım. Ve kalkıp şimdi diyebiliyorum, "Ben prensesim" diye.
- Bu ikili hal sizi ruhen yormuyor mu?
- Senede dört beş kez gidiyorum. İstanbul'daki hayatım özgür, orada çok fazla sorumluluk var. Yeri geliyor halkla ilgili, oturmam kalkmamla ilgili, protokolle ilgili çok sorumluluk var... Hindistan'ı çok seviyorum. Orada bir prenses gibi yaşıyorum, burada sizden farkı yok yaşamımın. Oradayken titrimin dışında farklı bir insan gibi davranmıyorum, onlarla yer sofrasına oturup yemek de yiyorum. Bazı insanlara orada bu çok garip geliyor.
- Annenizin sizi bu kadar korunaklı yetiştirmesini, şimdi durduğunuz yerden bakınca doğru buluyor musunuz? - Beni her şeyden uzak tutması iyi oldu çünkü çok gençtim. Bir şeyleri şimdi daha iyi görebiliyorum. Olaya küçük yaşta hakim olsaydım, ben olamazdım.
Bu artık bir onur ve gurur meselesi!
- Annenizin ve şimdi sizin yürüttüğünüz ömrümüzü kaplayan dava, sizin prenses olduğunuzun ispatı değildi yani...
- Tabii ki. Benim prenses titrimle ilgili bir sıkıntı yok. Benim ömrüm boyunca sürdürdüğüm maddi bir mücadele. Ben prensesim ama diğer kardeşlerim gibi aynı özlük haklarla yaşamıyorum, bu engelleniyor! 26'ıncı senesindeyiz bu davanın...
- Bir ömrü bir davayla sürdürmek nasıl bir duygu?
- Küçük yaşlarımda neler olduğunu anlamıyordum. Annem beni uzak tuttuğu için hayatımın ortasında bir durum değildi. 18 yaşıma geldiğimde babamı göstermedikleri bir süreç yaşadım. Orada artık taşlar yerine oturdu. Annemin vefatıyla artık konunun direkt muhatabı benim.
- Annenizin ani vefatı sizi bir anda her şeyin ortasına bıraktı aslında...
- Uzak tutuyordu ama bana durumu uygun bir dille anlattı. Çünkü burada ben sıradan bir yaşam sürüyor olabilirim ama Hindistan'a gidince, oradaki röportajlarda böyle sorular geliyordu karşıma. Oradaki basının ilgisi çok fazla bana. Bu da çok yorucu oluyordu. Orada yaptığım her şey mercek altında. Şu anda kazandığım davalar var, bir üst mahkemeye gidiyor. Bu bir onur meselesi oldu artık. Yıllardır bu mücadeleyi sürdürmek zorunda kalmam artık onur ve gurur meselesi haline geldi! Bu davayı sonuna kadar götüreceğim! Şunun altını çizmek isterim. Bu ben ve babam arasında bir dava değil! Üzücü ve kırıcı tarafı bu .Bunları konuşmak beni çok üzüyor ama annem vefat edene kadar aylık bir harçlığım vardı babamdan. Annem öldüğünden beri, hakkım olan bu parayı bile vermiyorlar
Leydilik okulunda portakalı doğru şekilde soyamadım
- Dünyada kraliyet titrine sahip insanların özel eğitimlerden geçtiğini duyuyoruz. Siz böyle bir eğitim aldınız mı?
- İsviçre'de bulunan leydilik okulu Surval Mont Fleuri'e gittim. Üç yıl orada kaldım. Burada tüm adabı muaşeret ve lisan eğitimi alıyor katılanlar. Ben İngilizce ve Fransızca biliyorum. Sosyal ilişkiler üzerine de eğitim alıyorsunuz bu okulda. Çok sayılı ailelerin çocuklarının gittiği bir okul. Mavi kan diye tabir ettiğimiz topluluğun bir arada olduğu bir yer. Benim birçok arkadaşım dünyanın çok farklı yerlerinde çok önemli konumdalar.
- Okula dair anılarınız var mı?
- 16 yaşımda gittim bu okula. Herkes titrimin bir prenses olduğunu biliyor ve farklı bir tavır bekliyordu benden. Ama ben normal bir kız çocuğuydum, içten, sevgi dolu... Hademelere sarılıyordum, sevgi gösteriyordum. İlk kez bir yemek masasına oturduk. Hepimizin önüne birer portakal verdiler ve soymamızı istediler. Ben bildiğim usulde, hepimizin yaptığı gibi, bıçağı aldım, ortadan böldüm ve küçük dilimlere ayırıp yemeğe başladım. Öğretmen küçük bir şok yaşadı. "Nilüfer dışarı çık, nefes al gel" dedi bana (Gülüyor). İlk senem zorlu geçti. Ama sonrasında her şey daha kolaydı ve hayatımın en güzel zamanlarını yaşadım. Tam bir acemi prensestim. Ortadoğu'dan, İngiltere'den monarşi etkisi süren ülkelerden insanlarla arkadaş oldum.
- Prenses olmanın gerektirdiği bazı kurallar var mı? Bunlara uyuyor musunuz?
- Tabii. Hindistan'da ve Türkiye'de farklı iki insan gibiyim. Giyim tarzım, tavrım hepsi farklı olmak durumunda. Çok farklı kültürler ve hayatlardan söz ediyoruz. Burada daha özgürüm.
- Otelde kalıyorum. Sarayda da kalabilirim ama kalmayı kabul etmiyorum çünkü Esra Hanım orada yaşıyor. Senede üç kez gitmeye çalışıyorum, o dönemlerde o da orada oluyor. Ben saraya yemek yemeye, davetlere gidiyorum. Kalmayı tercih etmiyorum, benim açımdan doğru olmaz. Çünkü bir dava süregidiyor aramızda ve şu dönem zor bir süreçten geçiyoruz. Sanki ihtiyacım varmış da gidiyormuşum gibi olur, böyle bir şeye ihtiyacım yok. Ben saraya girdiğim andan itibaren oradaki insanlar benim bebekliğimi bilen insanlar. Annem Avustralya'da yaşadıkları çiftlikte beni doğurduktan sonra attan düşmüş ve altı ay yatalak kalmış. Zaten o dönemde boşanma kararı alıyorlar babamla. Ama babamın ifadesine göre eşleri arasında en çok annemi sevmiş.