Filmleri aratmayacak bir hikaye anlatacağım size. Bereket tanrıçası Kibele'nin hikayesini... M.S. 3. yüzyıla uzanıyor hikaye ama ben Kibele heykelinin bu yüzyılda yaşanan kaçırılma, yurt dışına yasadışı yollarla çıkarılma ve bir ekibin soluk soluğa mücadelesiyle Türkiye'ye dönüş öyküsünü aktaracağım...
Geçen pazar İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde Kibele heykelinin halka tanıtımı vardı. Bu küçük heykelin arkasında yatan hikayeyi duyunca, hemen müzeye koşup onu görmek isteyeceksiniz.
Kibele, bundan 60 yıl önce ülkemizden kaçırıldı.
İsrail'de yıllarca bir evde tutulduktan sonra Amerika'da bir müzayedede satılmak üzereyken Kültür Bakanlığı Kaçakçılıkla Mücadele Daire Başkanlığı tarafından duruma el kondu. Yıllar süren ve adeta dedektiflik hikayelerini andıran mücadele sonunda, 10 bin kilometre dolaştıktan sonra Kibele heykeli ait olduğu yere, Türkiye'ye geri döndü.
Bu hikaye, Turizm ve Kültür Bakanı Mehmet Ersoy'un kaçakçılıkla mücadele şubesini, bir daire yapmasıyla başlıyor. Dairenin başına da Zeynep Boz'u getiriyor. O tam bir idealist. Gözünü yurt dışına kaçırılmış eserlerimize dikmiş, hırslı bir arkeolog. Onunla Kibele heykelinin önünde bu soluk soluğa hikayeyi konuştuk:
- Kibele heykeli arkeolojik açıdan neden önemli?
- Kibele, M.S. 3. yüzyıla ait bir arkeolojik eser. Bu, Anadolu'da Hıristiyanlığın yayıldığı bir dönem. Pagan kültürünün hâlâ devam ettiğini göstermesi açından ilginç bir örnek. Kibele'nin bu heykelinde bir elinde kase, diğerinde bir davul var. Bu bir adak heykeli ve adak için çeşitli törenler yapılıyor. Bu kase ve davul adak yapılırken düzenlenen ayinin birer parçası. Yanındaki iki aslan çok önemli. Aslan doğadaki en güçlü canlı.
Ona bile hakim Kibele. Bunu ifade ediyor. Kibele bereket tanrıçasıdır, ana tanrıçadır. Ana tanrıça inancı Çatalhöyük buluntularından itibaren var.
Bu anlamda ana tanrıça inancının o dönemden beri kopmadan sürmesi, yazıtında 12 tanrının anası olarak ana tanrıça inancının baskınlığını göstermesi açısından Kibele heykeli bir kadın olarak beni çok gururlandırıyor.
- O zaman hikayenin başına dönelim. Ne zaman çıkarılmış, İsrail'e ve Amerika'ya yolu nasıl düşmüş ya da düşürülmüş?
- 1964 yılında Afyon Karahisar civarında bulunan Kovalık ve Çavdarlı köyleri arasında bir yol çalışması yapılıyor. Bu çalışma sırasında birtakım eserler bulunuyor. Biz Kibele'nin bu eserlerle doğrudan bağlantısını kurduk. Çünkü o sırada çıkarılan eserlerin arasında bulunamıyor.
KAÇAK KAZIDA BULUNUYOR
- Neden?
- Yol çalışması esnasında mı, bir kaçak kazıda mı çıktı tam tespit edemedik. Ülkemizde kaçak kazı diye bir gerçek var. Kibele, 1960'larda o bölgedeki yerel kişiler tarafından yapılan bir kaçak kazıda bulunuyor. O dönem bölgeden eser toplayan, Konya'da yaşayan bir kişi, çıkarılan eserleri bölgedeki halktan topluyor. Kaçakçılık ağı böyledir.
Yerel halk bu eserleri bulur, bir toplayıcı olur, o kişi ara ara bölgeyi gezerek "Elinizde bir şey var mı?" diye sorar ve satın alır. Konya'daki bu kişi tarafından alındığı düşünülen Kibele'nin, 1970 yılında İsrail'de bir müzayedede satıldığını biliyoruz. Aradaki dönem belirsiz. Zaten onu bilsek, bu durumdan devletin haberi olur ve yurt dışına çıkışı engellenirdi. Yasal olmayan yollarla İsrail'e götürülen ve bir müzayedede satılan Kibele'yi elinde bulunduran İsrail vatandaşı bir kişi 2016 yılında İsrail makamlarına başvuruda bulunuyor.
- Kaçak kazıyla elde edilen ve yasal olmayan yollarla yurt dışına çıkarıldığı için devletin de bu heykelden haberi yok değil mi?
- Tabii. Bu kişi İsrail makamlarına başvurusunda, bu heykeli Amerika'ya götürüp, satmak istediğini söyleyerek ihracat belgesi istiyor. İsrail makamları da bu İsrailli vatandaşın doldurduğu formda eserin Anadolu kökenli olduğunu görünce, Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine haber veriyor.
- Bravo… Haber vermeleri de ilginç...
- Bizim ülkemizde kültür varlıklarını bulmak, yasadışı olarak kazı yapmak, bunları elinizde habersizce bulundurmak, yurt dışına çıkarmak yasak. Ama farklı ülkelerde farklı prosedürler olabiliyor. İsrail makamları bizi haberdar etti çünkü Türkiye'nin başarısı söz konusu. Türkiye son yıllarda uluslararası kurumlar nezdinde çok aktif çalışan bir ülke. UNESCO toplantılarında, "Türkiye söz alacak mı, ne diyecek?" diye gözümüzün içine bakıyorlar artık. Stratejiyi belirleyen, lider bir ülkeyiz. Türkiye kökenli olup, yurt dışına götürülmüş bir şeyin yasal olma ihtimali yoktur savını sonuna kadar savunuyoruz. Bunun bir sonucuydu İsrail makamlarının tavrı.
- Bu haber geldikten sonra ne yaptınız?
- Eserin fotoğraflarını akademisyenlerimiz ve müze uzmanlarıyla paylaştık. Hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde bu eserin Anadolu kökenli olduğu tespit edildi. Hatta nokta atışı bu eserin Afyonkarahisar'da yol çalışması sırasında çıkarılanlarla benzerlik gösterdiği bulundu. Bu büyük bir ipucuydu. Nokta atışıyla nereden çıktığı belirlendi.
Ancak bu esnada İsrail makamları eserin Amerika'ya gidişine izin vermişti. Eser uçaktayken, biz Amerikan birimleriyle irtibata geçtik. Onlar da eser iner inmez satışını durdurdular. Eserin sahibi olan kişi, eseri vermedi ve Türkiye'ye dava açtı. Mülkiyetin kendine ait olduğunun tespitini istedi. Türkiye taraf oldu, bir avukat firmasıyla anlaşıldı ve mücadeleye başladık.
GİZLİ GÖREV
- ABD'de hukuk mücadelesi sürerken, siz Türkiye'de delil toplama peşine mi düştünüz?
- Aynen öyle oldu. Biz Afyonkarahisar'a gittik, orada bu eserin çıkarıldığı tarihte yaşamış olan yaşlı kişilerle görüştük. Bu görüşmeleri tek tek kayıt aldık, iz sürdük. Bunlar anlatıldığı kadar kolay şeyler değil. Düşünün şubat ayında kar altında bir amcanın kümesinde ondan bilgi almaya çalışıyorduk.
O göreve Amerikan iç güvenlik birimi ve kendi kolluk kuvvetlerimizle gittik.
Gizli bir görevdi. Afyon Jandarma ve Afyon Müze Müdürlüğü biz oraya gitmeden önce bu kişileri tespit etmişti.
Yanımızda götürdüğümüz çeşitli fotoğrafları gösterdik, biri Kibele'yi tespit etti. Bu çok önemli bir şahitlikti.
Afyon Müzesi'nin eski müdürlerinden Hasan Tahsin Uçankuş, Türk arkeolojisine çok önem vermiş isimsiz bir kahramandır.
Onun o dönemki notlarına ulaştık. Çünkü olayın olduğu zamanlar Afyon Müzesi müdürü o. Onun notlarını iki üç gün boyunca inceledik. O sırada kaçak eserleri toplayan kişinin izini bulduk.
Bu kanıtlar direkt olmasa da, Kibele'nin dolaylı yoldan bize ait olduğunun kanıtlarıydı. Bu çabalar sonucunda yani dört yılın sonunda, İsrailli vatandaş pes etti ve eserimizi bize iade etti.
- Bu sırada eser nerede tutuluyor?
- Satılması planlanan müzayede evinin deposunda.
Kapalı, kilitli vaziyette. Ve sonunda eserimizi ülkemize getirdik.
KİBELE'NİN GELDİĞİNİ DÜŞÜNÜNCE BİLE TÜYLERİM DİKEN DİKEN OLUYOR
- Tam bir dedektiflik hikayesi.
Ne kadar önemli bir ekipsiniz… Yaptığınız iş çok önemli… - Kütür varlığı kaçakçılığıyla mücadele, bu ülkede çok yeni bir şey değil. Ama çok küçük bir ekiple yürüyordu. Üç dört kişiden oluşuyorduk.
Sayın Bakanımız Mehmet Ersoy geldikten sonra Çingene Kızı mozaiklerinin iadesini sağlamıştık. O sırada bizim konularımızla çok ilgilendi. Ve bu kadar kişiyle bu işin yapılamayacağını, kapasite artırılarak bu işle mücadele edilebileceğini öngörüp, şube müdürlüğümüzü daire başkanlığı yaptı. Bir anda 20 kişi çalışmaya başladık. Bu kemik kadroydu, müzecilerimiz, akademisyenler elimiz kolumuz uzandı.
Bu bizim önümüzü açtı. Bakanımıza minnettarım. Kibele'nin her aşamasında konuya hakimdi, takip etti.
- Bu kadar yılın ardından Kibele'nin iade haberi gelince neler hissettiniz?
- Siz sorunca bile tüylerim diken diken oluyor. Allah herkese sonucunu görebileceği işler nasip etsin. Çok mutlu oldum. Milli duyguları coşuyor insanın içi içine sığmıyor. ABD müşavirimiz getirdi eseri, THY çok destek oldu, her zaman oluyorlar, en özenli biçimde, ücretsiz taşıdılar. Biz de burada karşıladık Kibele'yi. Ve halkımıza şimdilik İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde arz edildi. Bu çok özel ve keyifli bir duygu. Biz hiç teslim olmuyoruz, olmayacağız da. Her eserimizin arkasındayız, peşindeyiz.
Boğazköy Sfenksi'ni 98 yılda müzenin duvarından söküp getirdik
- Şu anda gündeminizde hangi eserler var?
- Yüzlerce şey var. Bizim işimizde hangi konunun ilerleyeceğini öngöremiyorsunuz.
Karşınızdaki ülkeyle irtibatınız, o ülkedeki kontak kişinin yaklaşımı, eseri elinde bulunduran kişinin tavrı, bir dosyayı 98 yıl da uzatabiliyor, dokuz ay da.
Fransa Louvre Müzesi'nde bulunan İkinci Selim Türbesi'nden yağmalanmış çinilerimiz ve İkinci Mahmut Kütüphanesi var mesela. Özellikle çinilerimiz konusunda sabrımız kalmadı. Yağmalandıkları çok açık. Fransa ile bunu çözebilecekmişiz gibi durmuyor, hiç yanaşmıyorlar. Ama UNESCO'nun altında bulunan, yerlerinden edilmiş kültür varlıklarının iadesinin teşviki için hükümetler arası komite var. Konuyu oraya taşımayı planlıyoruz.
Almanya'da bulunanlar var. Bir müzeye hepsini ver diyemiyorsun, ben utanmam onlar utansın. Ancak bu doğru bir strateji değil. Şu an için, 1970'lerden beri açılmış görüşmeler var, onları sonuçlandırmaya çalışıyoruz. İhtiyar Balıkçı Heykeli, Hacı İbrahim Veli Sandukası gibi… Fransa, Almanya hedefimizde. Köklü müzelerden eser iadesi almak çok güç oluyor çünkü sundukları eserlerin hiçbiri onlara ait değil. Bir kapı açarlarsa, sonunun gelmeyeceğinden korkuyorlar. Ama bunu aşacağımızdan şüphem yok. Boğazköy Sfenksi'ni 98 yıl sonra, Pergamon Müzesi'nin duvarından söküp Türkiye'ye getirdik. Asla teslim olmayacağız!
- Hırslı birisiniz sanırım… - Tüm ekibimiz öyle. Kendinden çok fedakarlık eden, saat mefhumu gözetmeyen, her zaman ortada olan bir ekibimiz var. Çok şanslıyım.