İkinci Bahar, Keman Öğretmeni, Baharda Kuşlar Gibi, Gurbet, kendi caz yorumuyla Uzun İnce Bir Yoldayım… Ve daha niceleri… Türkiye'nin en kıdemli ve nevi şahsına münhasır müzisyenlerinden Özdemir Erdoğan 60 yıllık sanat yolculuğuna öyle güzel eserler sığdırdı ki, her biri milyonların hafızasına ve gönül defterine altın harflerle kazındılar. Türk müziği nameleri ve makamlarıyla bezediği caz altyapılı şarkılar pek çoklarının hayatının fon müziği oldu. Her kuşak onun şarkılarını tekrar tekrar keşfetti, keşfediyor. Bugün sadece Türkiye'de değil ABD'de bile 70'lerde yaptığı Türk müziği ve caz harmanı şarkıları dinleniyor. Plakları sadece Türkiye'de değil ABD'de de yayınlandı.
Erdoğan'ın bu yıl, müzik dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü alacağı açıklandı. Hâl böyle olunca, kapısını çalıp hem müziğe adanmış ömrünün satır aralarını hem de her fırsatta gerçek bir vatansever olduğunu vurguladığı için bugünün Türkiye'sini kendisiyle konuşmak kaçınılmazdı…
- Öncelikle tebrik ediyorum Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü alacağınız açıklandı. Bu ödülün sizin anlam dünyanızdaki yeri nedir?
- Öncelikle sayın Cumhurbaşkanımızın şahsında, devletime, milletime ve bu ödül için beni tavsiye eden seçici kurulun üyelerine çok çok teşekkür ediyorum. Biliyorsunuz eski bir atasözümüz var "Marifet iltifata tabidir" diye. Bu açıdan iltifata nail olmak benim için büyük bir şeref. Ama benim için bu ödülün anlamı bambaşka. Benim hayatımda devlet her zaman kutsal olmuştur. Ben bu ülkenin vatansever bir insanıyım, ülkemi çok severim. Bu ülke için şehitler verildi, veriliyor. Gazilerimiz oldu, oluyor. Biz de birey olarak bu ülkede yaşamanın diyetini ödemek zorundayız. Dünyada kimseyi bedavadan yaşatmazlar, bir borcumuz var devlete. Bunu hep düşündüm. Hayatım boyunca çeşitli hükümetler geldi. Benim sanat hayatım 60 senedir devam ediyor. 60 senede çok şey gördüm. Bir devlet adamımızın dediği gibi bu memleketin kahramanları çok fakat maalesef ihanet de çoktur bu ülkede… Devletin bir sanatçıya ödül verip iltifat etmesini bile başka türlü yorumlayanlar, "Onun konserine gitmeyin, artık dinlemeyin" diyenler olabiliyor. Yakın dönemlerde Mazhar Alanson'un başına geldiği gibi… Yine aynı kesim, Batı'da böyle hareketler gördüğünde "Bakın orada nasıl devlet sanatçıya sahip çıkıyor der" oysa…
- Bunu neye bağlıyorsunuz?
- Bu bir mankurtlaşmanın sonucudur. 1930'larda başlayan bir akım bu. Modernleşmeyi, çağdaşlaşmayı yanlış anlamak… Kendi değerlerinden, kendi devletinden, kendi milletinden ve kültüründen ne kadar uzak olursan, o kadar Batılı ve modern olacağı inancı. Batı, baktığınız zaman Afrikalının Güney Amerikalının, siyahi insanların kanları canları üzerinde kurulmuş bir medeniyet. Oradan referansla haktan, hukuktan, adaletten bahsetmek ne kadar doğrudur! Mankurtluk tam da budur zaten. Bir tür öz benliğine yabancılaşma, köleleşme. Dedim ya, devlet sanatçısını hatırlıyor ve ödül veriyor. Ben özünde mayasını bu coğrafyanın kültüründen, makamlarından, ruh ve sözel dünyasından almış bir caz müzisyeniyim. Devlet bana iltifat ediyor. Bu pek çok genç müzisyenin de önünü açıyor aslında… Cesaret ve ilham veriyor. Bunu görmek istemiyorlar. Çünkü aslında bu devleti, bu milleti ve değerlerini sevmiyorlar, sevemiyorlar.
- Bir insanı fikriyle belki sanatıyla eleştirmek, saygı çerçevesinde normal ama devlet kendisine bir ödül verdi diye linç etmek nasıl bir durum?
- İşte dedim ya, bu mankurtlaşmadır. Bugün "Ben antiemperyalistim" diyen ve kendini muhalif olarak tanıtan pek çok kişi "Türkiye'deki iktidarı devirmek için ülkedeki bütün muhalif unsurlara destek vereceğiz" diyen Biden ABD başkanlığını kazananınca bizdeki muhalifler pek bir sevindi, ağızlarını açıp bir laf etmediler. Senin ülkene birisi, ABD'den müdahele ediyor, açık açık "Size karışacağım" diyor ama sen tek laf etmiyorsun. Biliyor musunuz takip ediyorum… Bugünlerde Biden geldi diye, pek çok muhalif kanalın, muhalif programlarında Amerikan pop grupları çalıyorlar, Amerika'ya övgüler düzüyorlar. Kafaları öyle karışık ki, neye karşı olduklarını, vatanseverliğin ne olduğunu da unutmuşlar. Nefret gözleri kör ediyor bazen böyle.
- Siz özünü bu coğrafyanın makamlarından, müziğinden alan bir caz müzisyesiniz… Bu açıdan orkestra ruhu sizin için önemli. Aynı ülkede birlikte yaşamak da bir orkestra üyesi olmaya benziyor mu sizce?
- Kesinlikle katılıyorum. Orkestra uyum demektir, birbirini dinlemek demektir. Orkestrama yeni bir müzisyen katıldığı zaman "Ne zaman, nerede çalayım?" diyor mesela. "Önce dinle" diyorum. Dinleyerek başlıyor her şey. Orkestra arkadaşını dinlersen onun ruhunu anlarsın, hatasını kapatmaya çalışırsın. Önce çıkıp onu ezmezsin. Birlikte yaşamak da orkestra kuralları gibidir.
BİRBİRİMİZİ ANLAŞMADAN DA SEVEBİLİRİZ
- Türkiye doğal gaz buluyor, kendi deniz sahasında çalışmalar yapıyor ve korumaya çalışıyor… Batı bundan rahatsız. Ama işin ilginci kendi içimizdeki büyükçe bir kesim de bundan rahatsız… Ülkeye ait bir başarının, hepimizin başarısı olduğunu anlamak bu kadar mı zor sizce?
- Bir şey söyleyeyim mi, ben bir kere sadece 2016'da İstanbul Caz Festivali'nde sahne aldım. Oysa yıllardır dünyanın çeşitli yerlerinde ABD'de bile turnelere çıktım, festivallere konuk oldum. Hatta 1973'te ilk defa İngilizce bir caz plağı yayınladım. Ve ABD caz otoriteleri çok beğendiler. Radyolarında çaldılar. Plak olarak oralarda basıldı ve sattı. Türkiye'de makam müziği ve cazı bir araya getiren ilk müzisyenim. Ama Türkiye'de büyük festivallerin arkasında hep yine mankurt, Batı hayranı bir kitle var. Onlar vatansever, ülkenin başarılarına sevinen ve bunları dile getiren adamı sevmiyorlar. Mesela çıkın Batı medyasında Türkiye'yi kötüleyin, Batı'nın bilmek ve görmek istediği gibi "Biz bir üçüncü dünya ülkesiyiz, her şeyimiz çok kötü, çok baskı var" deyin sizi göklere çıkarırlar… Ben ülkemin başarılarıyla gurur duyuyorum. Elbette ki hatalarımız vardır. Kimse kusursuz değildir… Ama destek olarak, ortak başarılarda mutluluklarda birleşerek güçlü olabiliriz. Birbirimizi anlaşmadan da sevebiliriz. "Sevgi anlaşmak değildir" dediğimde yıllar önce söylediğim buydu.
ERTUĞRUL ÖZKÖK'E BİR ÇİFT SÖZÜM VAR
"Ben Amerikan cazından çok şey öğrendim. Fransız şansonlarından, İtalyan müziğinden de. Batı'nın kültürel, sanatsal çok katkısı oldu bana. Ama onları hep çiçekçideki bir çiçek gibi düşündüm. Oradan aldığım… Ama kültürümdeki, vatanımdaki değerlere, kendi toprağımda yetişen her haliyle doğal bir çiçek gibi baktım. Özümsedim, küçümsemedim. Beni ben kıldığını bildim. Ama ne yazık ki kendi değerlerinden, ülkesinden, örfünden, dininden ve hatta dininden uzaklaştıkça, hor gördükçe kendini çağdaş sayan bir zihniyet var. Ta 30'lardan beri hem de. Mesela Ertuğrul Özkök bir röportajımdan yola çıkarak benim için 'Aleyna Tilki'yi niye eleştiriyorsun ki. Bak Tom Bennet Lady Gaga'yla düet yaptı. Eleştireceğine sen de yap!' diyebiliyor. ABD'de yapıldı ya bu, bunların saati de oraya ayarlı. Orada yapıldıysa doğrudur. Oysa ben Aleyna Tilki'nin rol model olarak gösterilmesindeki sakatlığı ortaya koymuştum. Özkök gibi isimler yüzlerce dolarlık şarap markalarını anlatıyor köşelerinde. Ben yıllardan beri Mecidiyeköy'deki evimde mütevazı hayatımı sürdürüyorum.
Elimde pazar çantamla bütün esnaf tanıyor beni. Akşam ucuzladığı için pazara gidenleri bilmiyor, kendi Batılı yaşam tarzı her şeyin üstünde… Geçenlerde Özkök için bir tweet attım. 'Hâlâ pahalı şarap markalarını anlatıp duruyorsun. Hürriyet de yönetim değişti. Tek derdin bu. Hâlâ oradaysan demek ki arkan epey sağlam' diye… Yazın bunu!"
BİZ BİN YILDIR CAZ YAPIYORUZ
"Cumhurbaşkanlığı Yedi Tepe Konserleri'nde ben de beş kişilik mütevazı orkestramla sahne aldım. Türk müziği sazlarından birini çalan arkadaşım, bir şarkının başında bir taksim yaptı. Taksim bitti, dedim ki 'Bakın işte caz diyoruz ya, bu taksim de bir tür caz, doğaçlama, o anki ruh haliyle çalınan bir şey…' Batı'da cazın tarihi 80 yıl… Ama bizim müziğimizin doğaçlama tarihi neredeyse bin yıl. O yüzden ben cazı popüler Türk müziğine taşırken bir şeyi bir şeye eklemlemedim. Kendi sevdiğim bir türdü caz… Kendi müziğimiz, kendi ruhumuz bu müziğe kendiliğinden ve süssüz bir şekilde giriverdi…"