Bizim topraklarımızda spor yayıncılığında İngiltere veya ABD'de olduğu gibi kapsamlı arşiv görüntüleri mevcut değil ne yazık ki... Belki diğer kıta Avrupası ülkelerine kıyasla onlar kadar başarılar çıkmadı bu topraklardan ama bu, burada hikayelerin olmadığı sonucuna götürmemeli bizi... Gel gelelim elimizdeki kitap yani Galata Sarayı Efendileri de işte tam bu savı destekler nitelikte. Aslında Galata Sarayı Efendileri yeni bir kitap değil, ilk baskısı 2004 yılında yapılmış bir kitap. Gazeteci Halil Özer'in Galatasaray'ın 2000 yılında Kopenhag'da UEFA Kupası'nı kazanması sonrası yazmaya karar verdiği ve dört yılda tamamladığı çalışması gerek yayımlandığı yılda gerekse sonrasında epeyce ilgi görmüştü. Öyle ki kitabın önsözünde Halil Özer artık kitabı merak edenlerin herhangi bir şekilde ulaşamadığına dair çokça geri dönüş aldığını belirtiyor hatta kendisinde bile yazdığı kitaptan bir tane olduğunu onu kaybederse bir ikincisinin bulunmadığını ekliyordu. Hem bu mevcut durum hem de Özer'in kitaba ek yapma isteği önümüze elimizdeki bu son baskıyı çıkarmış. Halil Özer'in Galatasaray muhabirliği yaptığı dönemlerde biriktirdiği anekdotlardan oluşan kitap özellikle 1996-2000 yılları arasında Fatih Terim önderliğinde dört sene üst üste lig şampiyonluğu kazanılan ve UEFA Kupası ile taçlandırılan döneme farklı bir ışık tutuyor.
Romen yıldızlar Kadıköy yolcusu
Hagi'nin ikinci yılında ödemelerde sıkıntılar yaşanır ve tüm oyunculara Noel izni verilirken Hagi ve vatandaşı Popescu "Paramız ödenmezse İstanbul'a dönmüyoruz" derler. Hagi daha duygusal, çabuk sinirlenen bir yapıdayken Popescu daha diplomatiktir. Bu süreç esnasında bir gün Hagi'nin Köstence'deki evinin telefonu çalar, arayan sürpriz bir isimdir, Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım! Yıldırım, Hagi'ye Galatasaray ile yaşadıkları sorunlardan haberdar olduklarını söyleyip Popescu ile birlikte transfer teklifinde bulunur ve hatta transfer meblağsını belirlemeyi de ikiliye bırakır. İkili ciddi olarak teklifi düşünür, bir ara gitmeye karar verip sonra ise vazgeçerler. Halil Özer, Aziz Yıldırım Hagi'yi değil de Popescu'yu arasa belki de bu transferin gerçekleşeceğini belirtiyor. Galatasaray'ın iki yıldızı Kadıköy'e geçse acaba sonrasında yaşanan şampiyonluklar ve UEFA Kupası gelir miydi bizim ise aklımıza bu soru geliyor...
UEFA kupasının başına gelenler
Şüphesiz Türk futbol tarihinin kulüpler bazındaki en büyük başarısıdır Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı kazanması... Gel gelelim 17 Mayıs 2000'de Kopenhag'da kazanılan kupanın başına gelmeyen kalmamış... Kısaca anlatalım: 2000 senesinde Galatasaray UEFA Kupası'nı kazanırken Şampiyonlar Ligi'ni ise Real Madrid'in kazanması üzerine iki takımın da sponsoru olan Adidas önemli bir reklam fırsatı yakaladığını düşünüp iki takımı Münih'teki bir özel turnuvaya davet ediyor... Tabii kazandıkları kupalarla... Galatasaray kupayı Almanya'ya götürürken İstanbul'da havalimanında herhangi bir sorunla karşılaşmazken dönüş yolunda Almanlar boyu 1 metreyi geçen kupayı kabine almıyorlar. Yöneticilerin ısrarı da sonuç vermeyince uçaktaki yolcu yastıklarıyla kupa sarmalanıp karton bir kutuyla "Dikkat kırılır" etiketi yapıştırılıp bagaja veriliyor. Üç saatlik yolculuğun ardından o karton paket açıldığında ise büyük bir şok yaşanıyor: Kupa kırılmış hatta ikiye bölünmüştür. Olay Başkan Faruk Süren'den gizlenip hızlıca bir çözüm bulunmaya çalışılıyor ve öne çıkan fikir kupayı yapıştırmak oluyor. UEFA Kupası büyük bir poşete konup Kapalıçarşı yollarına düşülüyor ancak dolaşılan onlarca kuyumcu bu tamiri yapamayacağını söyleyip Sarı Kırmızılı yöneticileri gümüşçülere yönlendiriyor. En sonunda ise tanıdık bir gümüşçü bulunup kupa teslim ediliyor ve üç gün içinde tamirat tamamlanıyor ve kimse kupanın kırıldığını bile anlamıyor. Öte yandan kupanın ara ara ortadan kaybolması ise bir süre sonra kanıksanıyor. Çünkü dönemin Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül kupayı kişisel gezilerine götürmesi ile özdeşiyor. Sarıgül zaman zaman Almanya'da bir dernek açılışında zaman zaman belediyenin temizlik işçileriyle yapılan bir toplantıda kupayı da yanında tutuyormuş.
Hagi'nin enerji depolama menüsü
Gazeteci Halil Özer'in kitabında verdiği en ilginç anekdotlardan birinin kahramanı ise Galatasaray'ın unutulmaz 10 numarası Gheorghe Hagi'ye ait. Maç önceleri Hagi'nin yediği yemeği görenlerin midesini kaldıracak türden olarak tarif eden Özer şöyle devam ediyor: "Hagi önce sahanda yumurta yapar. Ardından büyük tabaktaki pilavı alıp içine bu yumurtayı boca ederdi. Hepsini karıştırır ve büyük bir iştahla yerdi. Bu yemeğin amacını ise 'yüksek kalori' olarak açıklardı..." Sonraları Halil Özer de Hagi'nin yüksek kalorili menüsünü evde denemiş fakat biraz yedikten sonra doğruca çöpe dökmüş, midesi kaldırmamış.
Suat'ın bitmeyen ev taksitleri
Terim'in özellikle Florya üzerinde kurduğu otoritesini yıllardır duyarız, aşinayızdır ama bu kitapla birlikte bu durum daha da somutlaşıyor. Örneğin Fatih Terim'in Florya'da çalışan görevlilere cebinden yardım yaptığını, maddi durumu iyi olmayan altyapıdaki oyuncular ve aileleriyle arasının iyi olduğu tekstilci arkadaşları vesilesiyle kıyafet desteğinde bulunması ilk bakışta karşımıza çıkanlardan. Ancak Terim'in yardımları bunlarla da sınırlı kalmamış, takımın 'yüksek kazançlı' futbolcularının da yeri geldiğinde yardımına koşmuş, işte onlardan biri de Suat Kaya. Halil Özer, Suat Kaya'nın en büyük amacının bir ev sahibi olmak olduğunu belirtiyor. Günün birinde Kaya, Florya'da bir ev satın alıyor ancak ödemelerde zorluk çekiyor. Bunun üzerine inşaat şirketi ise Suat'ı sıkıştırmaya başlayıp ya parayı ödemesini ya da evi geri vermesini istiyor. Bunun üzerine devreye Terim giriyor, kefil olup müteahhitle de kıran kırana pazarlık yapıp Suat Kaya'nın evini kaybetmemesini sağlıyor.
Hem en sevilen hem en çok çekinilen oyuncu
Özer, Galatasaray'ın en başarılı yıllarında gerek takım içinde gerekse takım dışında en sevilen oyuncunun Ergün Penbe olduğunu belirtiyor. Bunun sebebi ise Penbe'nin uyumlu, sakin hatta sözleşme dönemlerinde sorun yaşatmayan bir karakter olması... Bununla birlikte Özer çok bilinmeyen bir durumu da bu satırlarda açıklıyor ki o da Ergün'ün sevilen bir oyuncu olmakla birlikte antrenmanlarda korkulan bir oyuncu olduğu... Bu da Ergün'ün sakin tabiatına karşın sıkı bir kavga yeteneğinin olmasıymış, futbolcular da Ergün'ün iyi kavga ettiğini bilir bu yüzden çok üzerine gitmezlermiş.