Yıllar sonra ibadete açılan Ayasofya Camii'nin hemen giriş kapısında yer alan tabelada caminin ismi Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak yer alıyor. En üstte geleneksel sanatlarımızın göz bebeği hatla yazılmış, mübarek mekanın resmi adı olan "Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi" yazıyor... Bu sözlerin altında 2020'nin hicri karşılığı olan 1441 ibaresi bulunuyor. Hat yazısının hemen yanında ise, "Mehmed" diye çok dikkatli bakanın görebileceği küçük bir imza...
İşte Türkiye ve İslam dünyasının yıllardır özlemle beklediği Ayasofya'nın yeniden cami kimliğiyle ibadete açılmasını, resmen ve sanatıyla belgeleyen büyük hat ustalarımızdan Mehmed Özçay'ın imzası bu... Kendisi daha öne eserleri Kabe'yi süsleyen ilk Türk hattat... Pek çok uluslararası yarışma ve sergide eserleriyle yer almış, İslam aleminin en önemli hattatları arasında gösterilen bir sanatçı... Trabzon doğumlu Özçay. Aslında güzel yazıya lise yıllarında tutuluyor. Hatla tanışması ise Erzurum İslami İlimler Akademisi'nde okuduğu yılarda büyük hattatlarımızdan Fuat Başar'la tanışmasıyla gerçekleşiyor. Öğrencisi oluyor, birlikte meşk ediyorlar... Uğur Derman hoca ile tanışması ise Özçay'a sanat hayatında yepyeni ufuklar açıyor.
KENDiM iÇiN YAZMIŞTIM
Ayasofya Camii'nin hat levhasını yazmak ise öyle planlı programlı bir iş olmamış Özçay için: "Ben Ayasofya'nın açılacağı haberlerini duyunca büyük bir heyecan duydum, etkilendim tabii. Biz Ayasofya'nın hasretiyle büyümüş bir neslin çocuklarıyız. Ben de bir hattat olarak tarihe bir not düşmeliyim dedim. Tarihe bir not düşmek için hemen Ayasofya Camii'nin adını yazmak adına ilk tasarımımı yaptım. Hatta sosyal medyada dostlarımla da paylaştım. Çok güzel dönüşler oldu." İlk denemelerini dostlarıyla paylaşan Özçay, bu heyecanla bu işe dört elle sarılmaya devam ediyor. Üstelik amacı çalışmasının camide yer alması da değil.
Onun içinden geliyor bu: "O heyecanla Ayasofya'nın isimlerine baktım... Birkaç alternatif var çünkü isimlerde. Sadece Ayasofya Camii diyebilirsiniz, Ayasofya-i Kebir Camii diyebilirsiniz. İkinci alternatifi de çalıştım Ayasofya-i Kebir Camii diye. Ortaya güzel bir kompozisyon çıktı. Onu da yine sosyal medyada paylaştım. Yine çok güzel dönüşler oldu. Bu arada gönderdiğim dostlarımdan biri vasıtasıyla Cumhurbaşkanımızın özel kalemine gidiyor benim çalışmam, Hasan Bey Doğan Bey'e. Hasan Bey de Cumhurbaşkanımıza gösteriyor ve onun beğenisine nail oluyor. Ama diyor ki, 'Tapuda geçen şekliyle olsun isim.' Onun üzerine bir çalışma yaptım. 'Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'... Kayıt böyle... Onun üzerine ben o isme, o kalıba yoğunlaştım. Yaklaşık bir ay zamanımı aldı. Gece gündüz çalıştım o heyecanla. Klasik celi sülüs tarzında. Tarihe de bir not düşmüş olmanın mutluluğunu, heyecanını yaşıyorum. Rabbime ne kadar şükretsem az."
SANATÇI HER ZAMAN DAHA GÜZELİNİ GÖRÜR
Batı sanatlarında mesela bencillik ön planda. Onların farklı, öyle. Ama bizim sanatlarımızın ahlakı farklı. Bizim sanatlarımızda gurura kibre yer yoktur. Gurur ve kibir maalesef gerilemesine muvaffak olmamasına sebep olur kişinin. Bizim sanatlarımız bir terbiye, seyr-u süluk... İnsana sabrı öğretiyor, terbiye ediyor. Bir insan 'oldum' derse, 'tamam artık benim yaptığım mükemmel oldu, bitti' derse artık daha iyisini göremiyor demektir. Daha iyisini göremezse nasıl geliştirir insan kendisini? Mümkün değil. Ama gerçek bir sanatkar -bunu bütün samimiyetimle söylüyorum- hiçbir zaman eserlerinden tam olarak mutmain olmaz. Neden, çünkü daha güzelini görür o her zaman. Güzeli görme yeteneği mühürlenmemiştir.