- Pandemide bir süre evde kaldık. Hareketli bir yaşamı olanlar için zor bir süreçti. Bu proje o sürecin ardından size iyi geldi mi?
- Ulviye Karaca: Bu dizi herkese iyi geldi. İster istemez evlere tıkıldık. Böyle bir teklif geldiğinde ilaç gibi geldi. İnsanların da gülmeye ihtiyacı vardı. Biz o ihtiyacı gidermek üzere yola koyulduk.
- Levent Ülgen: İş yapma ve çalışma ihtiyacının ardından bu proje çok iyi geldi. Ben boş kalmayı seven biri değilim. İki ay pandemi süreci de güzel geçti aslında, birikmiş kitaplarım vardı, izlemem gereken filmler vardı. Bunlara vakit ayırdım. Uzun bir aradan sonra çalışmaya başlamak ve anlaştığım insanlarla sette olmak ise çok keyifli geldi.
- Cengiz Bey, karantina günleri sizin açınızdan nasıl geçti?
- Cengiz Bozkurt: 29 yaşında, 7 yaşında ve 3.5 yaşında üç kızım var. Londra'daki büyük kızım Covid geçirdi. Evde atlattı. Zaten orada çok ateşli hastaları bile eve gönderdiler, yoğun bakım sorunu var, sağlık sisteminde tıkanma var. Oranın sağlık sistemini çok iyi bilen biri olarak, Türkiye'de olduğum için şanslıydım. İki arkadaşımı kaybettim Covid'den. Görüntülü konuştuğum yüksek ateşli arkadaşlarım vardı, nefes alamaz haldelerdi, evde geçirdiler.
- Peki tekrar setlere dönmek nasıl hissettirdi, sette önlemler ne durumda?
- C.B: Biz bu işe başladığımızda hala insanlar karantinadaydı... İyi kontrolle, bir sıkıntı yaşamadan bu zamana kadar çekimlerimizi yaptık, sette her tür önlem alınmış durumda. Geçen hafta tüm set Covid taramasından geçirildi, sonuçlarımız da negatif. O kadar zaman hiçbir şey yapmadan evde durmak çok zor, çalışmak iyi geldi. Tüm dünyada olduğu gibi biz de maddi manevi sıkıntılar yaşadık.
- Sıcak ve samimi bir aile komedisindesiniz, bu mahalle atmosferi sizin için tanıdık mı?
- Günay Karacaoğlu: Evet, bu dizi kendi dertleri olan, ufak dünyalarında mutluluklar örmeye çalışan bir aile komedisi. Aşkıyla, geçim derdiyle, ilişkileriyle kendi halinde kavrulan bir aile komedisi. Mahalle işlerini severim, seyrederim de. Çünkü artık unuttuğumuz kavramlar bunlar. Ben mahalle kültürünü bilen ve özleyen biriyim. Bakkalı, kasabı, manavı bilirim, ne kadar şanslıymışız.
- L.Ü: Dizideki mahalle benim için tanıdık. Ankara Dikmen'de büyüdüm. Tam bir mahalledeydi. Yaz tatillerim Konya'da geçti. Mahalle kültürüyle büyüdüm. Alışveriş merkezinde birine anahtar teslim edemezsin ama mahallendeki yorgancıya edebilirsin. Esnaf veresiye yazar.
DİZİDE GÜÇLÜ KADINLAR VAR
- Dizide kadınlar baskın karakter. Kadınların son dönemde yaşadıkları düşünülürse, bu anlamda da farklı bir proje... -
U.K: Türkiye erkek egemen toplum gibi görünse de, kadın egemen bir toplumdur aslında. Burada da Nuriye karakteri dükkanı, evi çekip çeviriyor, hayatın yükünü almış.
- Aslında tüm Türk kadınları gibi değil mi?
- U.K: Kesinlikle! Türkiye'nin genelinde de, köyünden şehrine kadar, kadınlarımız erkeğin, çoluğun çocuğun, hayatın yükünü alıyor. Bir jest yaparak başladığın hayat, görevin haline geliyor. Nuriye'de onlardan biri, bunalmış, sıkılmış, patlama noktasında. Seyirci ilk etapta, bu niye bu kadar çok bağırıyor, niye bu kadar sinirli diye düşünebilir ama zaten bu durumun içinde olan insanlar Nuriye'yi çok iyi tanıyor. Organizasyon yeteneği kuvvetli, iş bilen kadınlar genelde sağındakine solundakine karşı tahammül edemez. Bu da öyle bir karakter. Bu işi kadını güçlü gösterdiği için sevdim. - C.B: Evet kadınlar baskın! İkinci bölümde sokağa atıldık. Dört bölümümüz eve dönmeye çalışarak geçti. Dizimizde kadın karakterler çok güçlü bir yerde. Erkeğe sert tavır koyan, 'Hayır' diyebilen kadınlar. Özellikle son dönemde yaşadığımız kadın cinayetlerini düşünürsek, böyle bir yerde durmamız çok doğru. Ben çok mıy mıy, gıy gıy, kılıbık bir adam değilim. İki tarafın da sözünün geçtiği yerler oluyor. Bu iş karşılıklı.
- Günay Hanım siz nasıl görüyorsunuz canlandırdığınız Hacer karakterini?
- G.K: Hacer klasik bir Türk kadını. Ekonomik yolculuğunu tamamlamış, psikolojik yolculuğunda yer yer eksikler olan, bunu ekonomisiyle örten bir karakter. Çünkü tüm ekonomik kararlar onun elinde, dükkan ve mahalledeki birçok ev onun. Sabahtan akşama kadar çalışan bir kadın. Güçlü! Hepimiz böyleyiz aslında. Anneyiz, eşiz, çalışan kadınız.
- Canlandırdığınız karakterler üzerinize cuk diye oturuyor. Çok iyi gözlem yapan biri misiniz?
- C.B: Ben çok iyi gözlem yapan biriyim, çocukluğumdan beri böyleydi. Bir kaza olduğunda insanlar kazaya bakardı, ben insanların tepkilerini gözlemlerdim. Nevşehir Gülşehir'de küçücük yaşta sırf merak ettiğim için camiden çıkan bir grubun peşine takılıp mezarlığa gitmişliğim varmış. Annem bana, 'Yarım saat konuşmazsan sana çikolata vereceğim' derdi. Meraklı bir çocuktum. Sonra dünyayı, başka kültürleri merak etmeye başladım.
- Evet hatta bu doğrultuda yolunuz Londra'ya da düşmüş...
- C.B: Doğru, orada uzun yıllar yaşadım, tiytro yaptım. Çocukken babama, ilerde yabacı bir kadınla evleneceğim ve yurt dışında yaşayacağım demişim. Yaptım da. Bir tesadüf olabilir ama çocukken aslında nasıl bir yetişkin olacağımız belli oluyor. O yüzden canlandırdığım karakteri hep geçmişten gözlemiştim. Çocukken aslında kumaşın belli oluyor.
- L.Ü: Ben canlandırdığım karakter gibi biri değilim. Dediği dedik biriyim, zorla yaptırmam ama yapıldı mı hoşuma gider. Bakmayın komedi oynadığıma, aslında gergin bir adamımdır. İlk defa saf bir karakter oynuyorum. Hep sahtekar, cin adamları oynadım, bu benim için de değişik oluyor. O rolü Cengiz'e kaptırdım.
- Dizide bir kebapçısınız. Mutfakla, kebap kültürüyle aranız nasıl?
- C.B: Mutfakla aram iyi değil, yemeyi seviyorum. Kalabalık sofraları seviyorum, insan ağırlamayı seviyorum ama yemeği ben yapmayayım. Londra'da kebap yapmak bir ata sporu. Biz doğuştan kebapçılarız. İngilizler bizimle tanıştı kebapla. Çok iyi Türk kebaplarını, hatta Türkiye'de tadamayacağınız kadar lezzetlilerinin olduğu adreslerde ağırlarım sizi Londra'da. Çok çok başarılı kebapçılarımız var. Hatta orada İngiliz kadınlardan biri benim tiyatrocu olduğumu öğrenince, 'Siz niye kebapçı açmadınız' diye şaşırdı durumuma. Bir ara Türklerden "Kebapman" diye bahsederlerdi.
CENGİZ BOZKURT EŞİME SAYGIM ÇOK YÜKSEK
- Kadınların baskın olduğu bir proje bu. Sizin eşiniz nasıl biri?
- Eşime saygım çok yüksek, çok seviyorum eşimi. 15 yıllık bir birlikteliğimiz var. Özellikle özel gereksinimli çocuğumuzun durumundan sonra ona hayranlığım daha da arttı. O anaç tavrın, annenin kutsallığını onda gördüm. Ben çıkıyorum işe geliyorum, sosyalleşiyorum, onun hayatı sadece çocuktan ibaret. Onu hep dışarı çıkarıp, rahatlatmak istiyorum. Sorunlarımızın üstesinden o geldi, o benden güçlü çıktı bu süreçte.
- Neyi var çocuğunuzun?
- Küçük kızımınızın ağır bir hastalığı var, yürüyemiyor, konuşamıyor. Eşimin fedakarlığı o kadar takdire şayan ki. Travma tedavisi gördük, eşimin pozitif duygusu ve umudu hiç kırılmadı. Benim umudumun kırıldığı, diplere vurduğum zamanlar oldu. O gideceği yeri bildi, beni sakinleştirdi. O yüzden hayranlığım katbekat arttı. Kadınlar anneliğin verdiği güdüyle bu tür durumları daha az hasarla atlatabiliyorlar, erkekler genelde böyle durumda kaçan oluyor.
GÜNAY KARACAOĞLU HAYAT KURTARMIYORUZ, EZBER YAPIYORUZ
"Eğlenerek çalışıyoruz. Ben zaten eğlenmeden çalışamam. Herkesin normal yaşamında sıkıntıları var. Eğlenmeden yaptığınız hiçbir şeyden zevk alamazsınız. Bunun yansıması çok net olur. Bizim işimizi eğlenerek, keyif alarak yapmazsanız ait olamazsınız. Bazılarına göre çok zor, bazılarına göre çok kolay bir iş yapıyoruz. Aslında ortalama bir iş yapıyoruz. Çok da atla deve değil. dünyada çok zor meslekler var. Fazla da büyütmemek lazım yaptığımız işi. Abim sabah yedide evden çıkıp, akşam sekizde eve geliyor. Kimse önüne yemeğini getirmiyor, kahve içer misiniz diye sorulmuyor. Aldığı ücret kısıtlı. O kendi içinde mutlu olurken, biz bu sektördeki insanların bulundukları duruma şükredip, çok mutlu olmaları gerekiyor. Mutlu olmak kişinin kendine bağlı. Ne pozisyona, ne paraya... Bizim sektörde yaptığımız işi çok önemsememek gerekiyor, ciddiye almak şart ama kendinizi çok önemsememek gerekiyor. Bir teori üretmiyoruz, bir bilim adamı değiliz, hayat kurtarmıyoruz. Ezber yapıyoruz"