1990'lı yıllar... Bir teftiş kurulu raporu geçiyor bir gazetecinin eline... İddialar müthiş! Raporda ismi geçen şahsın adı SSK Bilgi İşlem Dairesi Başkanı F.A. Rapora göre, SSK, 1990 yılında bir anlaşma yapmış ancak söz konusu firma işi yarım bırakmış. Buna karşılık işi yapmış gibi parayı cebine indirmiş!
Suçlamalar şöyle: Firmaya menfaat sağlamak, yapılmayan işler için firmaya 1 milyar 696 milyon lira fuzuli ödeme yapmak ve 4 milyon 536 lira tutarındaki gecikme cezasını firmadan talep etmeyip SSK'yı zarara uğratmak... Suçlamalar 1991-1995 yıllarına aitti. Ama 1997'ye kadar bu suçlamalarla ilgili hiçbir işlem yapılmamıştı. Ama yine de Türk Ceza Kanunu devreye sokuldu ve kişi hakkında iddianame düzenlendi. Memurluktan atılmadı ama başka bir yerde görevlendirildi. Ama SSK'da birden yönetim değişti ve Kemal Kılıçdaroğlu genel müdür koltuğuna oturdu. Ve F.A. tekrar Bilgi İşlem Müdürü Daire Başkanlığı'na getirildi.
Gazeteci olayın peşini bırakmadı. Defalarca SSK Genel Müdürlüğünü aradı. Sonunda bir gün Kemal Kılıçdaroğlu'ndan telefon geldi. Durumu kendisine sordu. Kılıçdaroğlu, kendinden emin bir şekilde "F.A. zaten yakında beraat edecek" cevabını verdi sadece. SSK Genel Müdürü'nün yargı kararından önceden haberdar olmasını hiç unutmadı gazeteci... O gazeteci Emin Pazarcı'ydı.
Pazarcı, 40 yıllık mesleki birikiminde, bilinen ama yazılamayan, siyaset ve medyanın kirli ilişkilerine dair bir kitap yazdı. Adı Kara Kutu. Sahi Kitap yayımladı. Bu anı, okuyanı hayrete düşürecek olaylardan sadece biri. Daha neler neler var? Biz de Pazarcı'yla kitapta yer alan konuların üzerinden geçtik, ilginç açıklamalarını dinledik.
İki gazeteci Mesut Yılmaz'a MİT Müsteşarı seçtirdi
"O gün akşam saatlerinde Kırıkkale Milletvekili ve Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu eski başkanı Sadık Avundukluoğlu ile gazetede buluşacaktık. Geldi. 'Mesut Yılmaz konuta çağırdı, yanına gitmek zorunda kaldım. Kusura bakma, sana da haber veremedim. Biliyor musun? MİT Müsteşarlığı'na kimin atanacağı belli oldu' dedi. 'Kim?' diye sorunca, 'Şenkal Atasagun' cevabını verdi. 'Abi senin MİT'le işin ve bağlantın ne? Başbakan sana niye söz verdi?' mealinde sorular sormam üzerine de şu açıklamayı yapmak zorunda kaldı: 'Yok, yok, öyle değil. Konuta gittiğimde içeride gazeteciler de vardı. Mesut Bey, konuyu onlarla değerlendirdi. Şenkal Atasagun ismini onlar önerdi. Sanırım sırf bu atama için konuta gelmişlerdi. Çünkü başka bir konu konuşmadılar. Tek gündem maddesi buydu. Bastırdılar, Mesut Bey de dinledikten sonra onlara, 'Tamam,' dedi."
Kim miydi o gazeteciler? Biri o dönemin yıldız isimleri arasındaydı. TRT'de yaptığı programlarla adını duyurmuş, ün bulmuş; daha sonra Doğan Medya'ya transfer olmuştu. Ses getiren haftalık televizyon programları yapıyordu. Diğeri ise henüz adı duyulmayan bir isimdi. Gazetesi tarafından kısa bir süre ANAP muhabiri olarak görevlendirilmiş, pek de başarılı olamamıştı. Daha sonra televizyona geçti, siyasete bulaştı, uzun süre cezaevinde yattı. Bugün de bir siyasi partide üst düzey yönetici. Aradan birkaç gün geçti. Sadık Avundukluoğlu haklı çıktı. Şenkal Atasagun MİT Müsteşarlığı'na atandı. Gazeteciler Başbakan'a bastırmış, MİT'e müsteşar tayin etmişlerdi. Bugün bile çok sık karşılaşıyorsunuz bu iki isimle. İzliyoruz onları... Etik değerlerden bahsediyorlar, iş lafa geldiğinde mangalda kül bırakmıyorlar. Nasıl olsa o gün yaşananları, devletin istihbarat kurumu MİT'i babalarının çiftliği gibi kullandıklarını kimse bilmiyor."
Ecevit ve Özkan'ın 'yandaş' gazeteci vekilleri vardı
"Yandaş' nasıl olur, 'yandaşlar' nasıl üretilir, sonra o 'yandaşlar' nerelere sıçrar, örnekler vererek anlatmak lazım. En çarpıcı örnekler, Ecevit'in DSP'sinde yaşanmıştır. Bazı gazeteciler, önce DSP ve Ecevit'e yakın durup, kendisiyle sıkı ilişkiler kurmuşlardır. Ecevit de 1995 ve 1999 seçimleri ile sonrasında gereğini yapmıştır. Milletvekili listelerini gazetecilerle doldurmuştur. Mesela, gazeteci Hakan Tartan'ı önce milletvekili seçtirmiş, ardından Çalışma Bakanlığı'na getirmiştir. Cumhuriyet gazetesinin Ankara temsilcisi Ahmet Tan, önce meclise taşınmış, ardından Turizm Bakanlığı koltuğuna oturtulmuştur. Gazeteci Erol Al da Ecevit tarafından TBMM'ye taşınan isimlerdendir.
Bu kadarla kalmamış, DSP döneminde gazetecilere yönelik tercihler, RTÜK üyeliği seçimlerinde de kendini göstermiştir. Ecevit'e yakın ve Ecevit tarafından sevilen Nuri Kayış ve Tülay Çetingüleç, DSP kontenjanından RTÜK üyeliği ile ödüllendirilmişlerdir. 'Ödüllendirildiler' ifadesini özellikle kullandım. Çünkü, 1999 seçimlerinin ardından bizzat kulaklarımla duydum. Ecevit Ailesi'nin en yakınındaki isim olan ve 57. Hükümet'te Başbakan Yardımcısı olarak görev yapan Hüsamettin Özkan, TBMM kulisinde gazeteci Baha Ülgen'in koluna girerek, 'Bak arkadaşların milletvekili oldu' dedi: 'Söyledim sana, gel bize' diye. Milletvekilliği ise milletvekilliği, RTÜK üyeliği ise RTÜK üyeliği; verirdik. Gelmedin ve gördün işte.' Baha Ülgen de, 'Ben gazeteciyim, öyle bir talebim yok. Ben işimi yapıyorum," cevabını verdi."
Babam Milliyet'i satmaya mecburdu
"1979'daki Abdi İpekçi cinayeti Türk basını açısından bir dönüm noktasıdır. Cinayetin ardından Milliyet gazetesi satılmıştır. Gazeteyi Ercüment Karacan'dan satın alan Aydın Doğan girmiştir medya dünyasına. O tarihe kadar otomobil bayiliği, nakliyecilik, ecza depoculuğu ve inşaat makineleri tüccarlığı yapan Aydın Doğan, Türk basınının en etkili ismi haline gelmiştir. Geçen zaman içinde Hürriyet'i de satın alarak büyük bir kartel ve medya imparatorluğu oluşturmuştur.
Peki, Ercüment Karacan niçin satmıştır Milliyet 'i Aydın Doğan'a? Bu sorunun cevabını oğlu Ömer Karacan'dan dinleyelim. 2007 yılında SABAH gazetesine yaptığı açıklamada, 'Babam Milliyet'i satmaya mecburdu' demiştir Ömer Karacan: 'Abdi Amca öldürülmüştü. O, hayattaki en yakın arkadaşıydı. Çok kırıldı ve küstü. Devamlı 'kaçırılacağız, öldürüleceğiz' endişesi ile yaşıyordu. Bizim üzerimize çok titredi. Babamın Milliyet'i satmasındaki en büyük neden ölüm korkusudur. Babam, ailesini korumak istedi. Kim ölmek ister Bab-ı Ali sokaklarında?' Bunlar, üzerinde durulması ve araştırılması gereken çok önemli sözlerdi. Kim öldürecekti Ercüment Karacan'ı? Niye öldürecekti? Kim, neyin önünde engel olarak görüyordu kendisini? Yok bu soruların cevabı. Hiçbir zaman araştırılmadı ve bugüne kadar da verilmedi. Türk basınında el değiştirmeler ve siyasi müdahaleler başlamıştı artık..."