O hep bambaşkaydı... Sahnede özel koreografilerle dans ederek şarkı söyleyen ilk şarkıcıydı. Üstelik konserlerinde bile, söze, nefese halel getirmeden. Nefes nefese kalmadan... Şarkının hakkını vererek. "Sahneye bir leopar düştü" diye yazıyordu gazeteler, sadece çok sevdiği leopar desenli kıyafetlerinden yola çıkarak değil, müthiş sahne enerjisini de işin içine katıp. Elbette Seyyal Taner'den bahsediyoruz. Enerjisi hiçbir zaman tükenmeyen, Türkiye'nin rock kraliçesinden... Her zaman ilkleri denemekten çekinmeyen, asi ruhunun içinde müthiş bir insan ve doğa sevgisi barındıran o 'çiçek kız'dan... Seyyal Taner uzunca bir süredir, Barış Manço'dan yadigar efsane grup Kurtalan Ekspres'le sahne alıyor, birbirinden güzel, 70'lerin rock enerjisiyle dolu konserler veriyordu... Yaklaşık iki yıldır üzerinde çalıştıkları da bir albüm vardı... Nihayet o albüm yayımlandı. Hem de yine 70'lerin ruhuna uygun bir şekilde, plak olarak... Öyle bir albüm ki bu, günümüzün "hızlıca piyasaya bir şey salalım, akıllara takılsın, tekerleme tadında olsun" kıvamında değil... Ki mevzu Kurtalan Ekspres ve Seyyal Taner olunca zaten kimse böyle bir şey beklemez...
HAYAT AĞACI
Ama bu kez gerçekten iş farklı. Bir senfonik rock albümü düşünün, başı, sonu, kurgusu olan. Bir masalı size bölüm bölüm anlatan. Aşıklar/Bir Dede Korkut Masalı adındaki albüm, Mevlana'dan Yunus Emre'ye, Pir Sultan Adbal'dan Karacoğlan'a, hatta ve hatta Barış Manço'dan Fikret Kızılok'a bu coğrafyanın düşünürlerinin, ozanlarının sözleriyle, düşünceleriyle bezenmiş bir rock şiiri... Plağın kapağında bile bir hayat ağacı var. Anadolu ozanlarının ilmek ilmek ördüğü bir kültürü sembolize ediyor. Anadolu kültüründe önemli bir yeri olan aşıklık geleneğine rock dolaylarından bir selam çakıyor albüm. Biz de Seyyal Taner'in kapısını çaldık... Hem albümü, hem Anadolu bilgeliğinin bize neler fısıldadığını konuştuk...
- Aşıklar, alışık olduğumuz albümlerden değil. Kurgusu, konsepti, kapağıyla başlı başına bir sanat eseri çıkmış ortaya... Nedir hikayesi?
- Kurtalan Ekspres'le neredeyse beş yıldır birlikte sahne alıyoruz. "Barış Manço'nun efsane grubu bir kadın solistle çalışsa bu kim olur" diye düşünülünce Seyyal Taner gelmiş olacak ki akla, bir araya geldik. Bu benim için çok gurur verici. Zaten gruptan Ahmet Güvenç benim kadim dostlarımdan... Çok eski bir hukukumuz var. Aramızda tıpkı 70'lerdeki gibi bir enerji oluştu, sahne de aldığımız için. Ve bunu bir sinerjiye dönüştürmeye çalıştık. İnanın bu albüm için çok uzun süre pek çok kişi emek verdi. Kurgu oluşturuldu. Aşık geleneği, Anadolu'nun bilgeleri.... Düşünün Mevlana'dan Pir Sultan Abdal'a oradan Barış Manço'ya, Fikret Kızılok'a kadar geliyor iş... Ağırlığı ve sorumluluğu büyük. İki sene sürdü albüm çalışması. Bir de araya pandemi girdi... Ama ben her işte bir hayır olduğuna inanıyorum. Albümün bu döneme denk gelmesinde de bir hayır var bence.
- Albümün pandemi dönemine denk gelmesindeki hikmet nedir sizce?
- Dedim ya, her işte bir hayır vardır... Bu dönem herkesin kendi iç alemine daldığı, bir şekilde kendiyle yüzleştiği bir dönem oldu. Biz de aşktan, aşıklardan bahsediyoruz. Yani bize ışık tutan, bu topraklarda ve dahi dünya üzerinde nasıl birlik içinde, bir arada yaşayacağımızın rotasını çizen ozanlardan. Belki onların sözlerini çok daha derinden anlayacağımız bir dönemdir bu dönem. Öyle düşünüyorum.
- Neleri kavradık sizce bu dönemde?
- Pek çok insan bu dönemde talihinin birbirine, doğaya bağlı olduğunu gördü. Kainat müthiş bir birlik içinde. Albümde adı geçen büyük ozanlar aslında pirlerimiz. Bize hep birliği anlatmaya çalışmışlar. Ama bazen olguların algıya dönüşmesi için zaman gerekir. O zaman bu zamandır diye düşünüyorum ben. Bir kelebek etkisiyle insan olarak kaderimizin iç içe olduğunu anladık bu dönem. İnsana, doğaya şefkati, merhameti öğrendik... Plak kapağımızda bir hayat ağacı figürü var. İçinde ozanlarımız var. Hayat ağacının uğuruna inanıyorum... Hayat bir ağaçla başlıyor zaten. Bir topraktan küçücük bir tohum. Büyüyor büyüyor meyve veriyor ve büyük bir gölge oluyor, büyük bir hayat oluyor ve sen onun altında yaşayabiliyorsun. Su, toprak, ağaç, hava ve güneş olmadan hiçbir şey olmaz.
Annem Hacı Bektaş-ı Veli soyundan
Annemin baba tarafı Urfalı, toprak ağası; anne tarafı Gaziantepli, Hacı Bektaş-ı Veli'nin soyundan. Babam Kuleli Askeri Lisesi'ni bitirip, yüzbaşıyken Gaziantep'e tayini çıkıyor. Çok iyi Türkçe konuşan, çok iyi dans eden, herkesin hayran olduğu bir adammış. Vali ve kaymakam aracılığıyla dedem İsa Ağa'nın evinde bir davete katılmış ve annemi görüp âşık olmuş. Ağa kızını kolay kolay vermemişler tabii ama bir şekilde annemle evlenmeyi başarmış. Ben Fırat'ın, Mezopotamya'nın çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Hep bu zengin tarihi olan, mistik bölgenin bereketi ve tılsımını taşıdığımı hissederim. 15 günlükken İstanbul'a gelmişiz. Annemin ailesi musikiyle çok ilgiliydi. Altı yaşında klasik baleye başladım. Ortaokulda Şerif Yüzbaşıoğlu'ndan müzik dersleri aldım. Çok erken atıldım aslında sanatın ve müziğin içine. Ve hiç bırakmadım...
Bir olanı görmeliyiz
Hayat bir ağaçla başlıyor. Bir toprakta küçücük bir tohum büyüyor, meyve veriyor, gölge oluyor
- Anadolu bilgeleri, ozanları aslında bize miras olarak birliği, birlikte yaşama kültürünü bırakmışlar... Şifreleri sözlerinde...
- Kesinlikle öyle. Ve bu birlik sırrı aslında DNA'mızda sırlanmış. Bunu unutsak da bazen bu bizde var. Mevlana'nın anlattığı bir sahne vardır. Karanlık bir odaya bir fili koyuyorlar ve insanları içeri alıyorlar. Biri filin kulağını tutup "Bu bir yelpaze" diyor, biri bacağını tutup "Bu bir sütun" diyor, biri sırtına dokunup "Bu bir taht" diyor. İşte bahsettiğim olgudan algıya geçmek bu. Bütüne bakıp bir olanı görmenin sırlarını veriyor bize bu büyük pirler. İş ki, o şifreleri okuyabilelim.
Leopar deseninden vazgeçemedim
Biliyorsunuz ezeden beri sahneye leopar deseniyle çıkmayı sevmişimdir. Hatta ilk dönemlerimde Haldun Dormen "Sahnelere bir leopar düştü" demişti. Sonra onu bütün gazeteler manşet yaptı. O deseni daha müzisyenliğimden önce, genç kızlığımda da çok sevmişimdir. Hem enerjik hem de doğayı çağrıştırıyor bende. Hâlâ günlük kıyafetlerimde bile kıyafetimin bir detayında muhakkak olur leopar deseni...
Bütün turneyi bir keçiyle geçirdim
70'lerde bizim Anadolu turnelerimiz müthişti. Turne otobüsleriyle Anadolu'yu gezerdik. Günde iki-üç konsere çıktığımız olurdu. O dönemler bizim için aslında Anadolu'yu ve ülkemizin insanını tanımak için de fırsattı. Sadece sahneye çık, in ve geri dön değildi olay. Şimdiki müzisyenler için öyle oluyor maalesef. Otel odasından sahneye, sonra geriye... Ben genelde sahneye hep sürpriz bir şekilde çıkardım. Ya izleyicinin arasından sahneye fırlardım, ya bir anda sahne gerisinden. Bir Anadolu turnesinde hiç unutmuyorum, koşarak sahneye çıktım ve izleyicilerin arasına girdim. Ben koşuyorum insanlar da peşime takılıp benimle koşuyor. Ciddi ciddi bir konvoy olduk. (Gülüyor) Peşimde dünya kadar insan. Sonra durdum bir baktım, herkes sıraya girmiş. Sarılıyorlar, öpüyorlar. Sırada biri vardı. Genç bir çoban. Kucağında küçük bir keçiyle gelmiş. "Sizi çok seviyorum. Aslında size müthiş hediyeler vermek isterdim ama elimden bu geliyor" dedi ve keçiyi bana hediye etti. Ben bütün turneyi o keçiyle geçirdim. Baktım ona turne boyunca. Hatta sahneye bile keçiyle çıktım.