Bir müze ve üç hikaye
Şehit Mehmet Çavuş, hemşire Safiye Hüseyin Elbi, gazi Hüseyin Kaçmaz... Üçünün de ortak özelliği 105 yıl önce aynı zamanlarda Çanakkale Savaşları'nda bulunmaları... Mehmet Çavuş Safranboluluydu, Safiye Hüseyin İstanbul, Hüseyin Kaçmaz ise Zonguldaklıydı. Savaş başlayınca hepsi vatan savunması için Çanakkale'ye gittiler. 105 yıl önce onlar hiç karşılaştılar mı bilmiyoruz. Bildiğimiz Çanakkale geçilmez sözünü tarihe yazdıran binlerce vatan evladından sadece üçü oldukları... Kiminin hikayesi unutuldu, kimininki hiç anlatılmadı. Ama onların hikayesi yıllar sonra Kızılay Ağadere Mecruhin Hastanesi Müzesi'nde kesişti. Bir müze, üç hikaye ve bir vatan mücadelesi...
SAFİYE HÜSEYİN ELBİ
Bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım
Hemşire deyince aklımıza Florence Nightingale gelir ama bir de Safiye Hüseyin Elbi vardır. İlk Türk hemşire olan Elbi aynı zamanda savaş alanında görev yapan ilk hemşiremizdir. Büyükbabası Miralay Şükrü Bey, Kırım Savaşı sırasında Florence Nightingale'i Kırım'a götüren geminin süvarisidir. Bunun için Safiye Hüseyin Elbi'nin çocukluğu hep Florence Nightingale'in hikayelerini dinleyerek geçer. Elbi bazen evlerinde asılı olan Nightingale'in fotoğrafına bakıp onun gibi bir kadın olmak ister. Olur da...
Hilal-i Ahmer Cemiyeti'nin 1911 yılında açtığı altı aylık gönüllü hasta bakıcı kursuna katılır. Balkan Savaşları başlayınca, kadınlar yaralı askerlere bakmak için göreve çağırıldığında hemen başvurur. Çanakkale Savaşları başlayınca cepheden İstanbul'a yaralıları taşımak için birçok vapur hastaneye dönüştürülür. Safiye Hüseyin Elbi de Reşit Paşa Hastane Gemisi'nde görev alır. Yıllar sonra o günleri "Peşinen şunu söyleyeyim ki hayatımda hiçbir zaman ölümden korkmuş değilim. Reşit Paşa'ya bindik. Çanakkale'ye geldik. Hastaları, yaralıları toplamaya başladık. Ne yaralılar, ne yaralılar. Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım. Kaç delikanlının..." diye anlatacaktır.
İki çocuğunu bırakıp cepheye giden, Safiye Hüseyin Elbi'ye Çanakkale Savaşı'ndaki hizmetlerinden dolayı kırmızı şeritli harp madalyası verilir. 1925'te Kızılay Hemşire Okulu'nun idare heyeti ve eğitim kadrosunda görev alır. Pek çok hemşirenin yetişmesini sağlar. Türk Hemşireler Derneği'ni kurar. 6 Temmuz 1964'te yaşamını yitirdiğinde alanında öncü bir kadın olarak anılır. Lakin onun kıymeti nesilden nesile aktarılamaz.
Yıllar sonra açılan Ağadere Mecruhin Hastanesi Müzesi'nde Safiye Hüseyin Elbi'ye özel bir bölüm ayrıldı. Müzenin duvarına kocaman bir fotoğrafı asıldı. Fedakarlıklarla dolu hikayesi anlatıldı. Ve yıllar sonra Safiye Hüseyin Elbi'nin hikayesi yeniden hatırlandı.
MEHMET ÇAVUŞ
105 yıl sonra ailesine kavuştu
1. Dünya Savaşı başlayınca Safranbolulu Mehmet Çavuş da birçok arkadaşıyla birlikte askere yazılır. Görev yeri Çanakkale çıkar. 42. Alay'ın 2. Tabur'unda görevlendirilir. 28 yaşında Çanakkale'ye geldiğinde henüz kara savaşları başlamamıştır. Ama deniz savaşlarında mağlup olan İtilaf Devletleri'nin, karadan Çanakkale'yi zaptetmek için çıkarma yapması beklenmektedir. 42. Alay, İtilaf Devletleri'nin Saros kıyısından yapacağı olası çıkarmaya karşı gözlem ve kıyı savunması görevini üstlenir.
24 Nisan'da Seddülbahir civarına çıkarma yapılıp kara savaşları başlayınca, 42. Alay, Seddülbahir Cephesi'ne kaydırılır. Kerevizdere'de Fransızlara karşı mücadele eder. Mehmet Çavuş burada yapılan savaşta yaralanır. Hemen Ağadere Vadisi'nde kurulan Ağadere Kızılay Mecruhin Hastanesi'ne getirilir. Ama 7 Ağustos 1915'te şehit olur. Naaşı hastanenin yakınına defnedilir. Mezarının başına bir taş dikilir. Mezar taşına "İhvana (Kardeşlerime)/ Bakıp sanmayın ki ben öldüm/ Değil, ancak askerin son rütbesin buldum/ Din ve vatanımız yaşaması için Türk'ün/ Bilin ki kardeşler en şereflidir bu ölüm./ 42.Alay'ın 2.Taburu'ndan/ Zağferanbolu'lu (Safranbolu) Kalıpçı Ali Usta Mahdumu Mehmet Çavuş" yazılır.
Mehmet Çavuş, Çanakkale'de şehit olduğu günlerde Safranbolu'daki karısı Fatma, eşinin öldüğünü bile öğrenemeden bir hastalık sonucu vefat eder. Ve bir yaşındaki kızları Havva, hem öksüz hem de yetim kalır. Havva, anneanne ve babaannesi tarafından büyütülür sonra onu amcası himayesine alır. Havva, babasını ve annesini hiç hatırlamaz. Aile büyüklerinin anlatımıyla onları tanır, bilir. Fakat ne zaman Safranbolu'dan Çanakkale'ye biri gidecek olsa ona "Evladım babam Çanakkale'ye gitti bir daha da gelmedi. Muhtemel şehit oldu. Oradaki şehitlerin isimlerine bakar mısın belki babamın da ismi vardır" diye ricada bulunur. Fakat Mehmet Çavuş ile ilgili ne bir bilgi ne bir kayıt bulunur.
Mehmet Çavuş'un şehit olmasının üzerinden 102 yıl geçtikten sonra Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı'nın Ağadere Vadisi'nde yaptığı yüzey temizliği sırasında çalıların arasında kalan bir mezar tespit edilir. Büyük bir keşiftir bu. Çünkü bugüne kadar Çanakkale Savaşları'nda şehit olan bir erin bilinen müstakil bir mezarı yoktur. Mehmet Çavuş'un mezarı bu anlamda ilk mezardır. Ve üzerindeki şiir de çok anlamlıdır.
Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın dikkatini çeker bu mezar taşındaki şiir. Oturur bir yazı yazar. İşte bu yazı sayesinde Mehmet Çavuş'un torunları dedelerinin akıbetini öğrenir. Mehmet Çavuş'un kızı Havva'nın torunu İsmail Nakipoğlu "Babaannem Çanakkale konusunda hassastı. Babasının şehit olduğunu düşünüyordu ve hep onun akıbetini merak ediyordu. Dolayısıyla ailede Çanakkale meselesi hep konuşulurdu. Biz böyle büyüdük. Ben de sosyal medyada İlber Hoca'nın yazısına denk geldim. Yazıyı okuyunca mezarın dedem Mehmet Çavuş'a ait olabileceğini düşündüm. Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı ile iletişime geçtik. Meğer onlar da bizi arıyormuş. Böylece dedemin Çanakkale'de şehit olduğunu ve müstakil bir mezarının olduğunu öğrendik" diyor.
Mehmet Çavuş ile ilgili bilgiler çok az. İsmail Bey "Aile büyüklerinin babaanneme anlattıklarına göre mert, cesur, etrafında sevilen birisiymiş. Dedemi tek başına kim defnetti, bu mezar taşını kim dikti, bu şiiri kim yazdı bilemiyoruz. Ama babaannemin bir bildiği varmış. Sürekli babasının akıbetini boşuna merak etmiyormuş" diyor.
GAZİ HÜSEYİN KAÇMAZ
Gazi babanın mücadelesine adanan bir ömür
Çanakkale Savaşları sırasında yaralı birçok askerin son nefesini verdiği, yüzlercesinin tedavi edildiği Ağadere Mecruhin Hastanesi savaşın üzerinden 105 yıl geçtikten sonra müzeye dönüştürüldü. Turgut Kaçmaz müzenin açılışına, Çanakkale Savaşları sırasında Türk askerinin giydiği kamuflajla katılmıştı. Burası onun için önemli bir yerdi. Çünkü Çanakkale Savaşları'na katılan gazi babası Hüseyin Kaçmaz, savaşta yaralanınca onun burada tedavi edildiğini düşünüyordu. 1994'te 110 yaşında en yaşlı Çanakkale Savaşları gazisi unvanıyla vefat eden Hüseyin Kaçmaz, Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'na katılan ve toplam 14 yıl boyunca hayatı cephelerde geçmiş bir vatan evladıydı.
1912 yılında Balkan Savaşları başlayınca yaşadığı Zonguldak Ereğli askerlik şubesine gidip gönüllü olmuştu. Sonra da Çanakkale'de savaşmıştı. Savaşta yaralanıp bir süre cephe gerisinde tedavi görmüş sonra hastane vapurlarından biriyle İstanbul'a getirilmişti. Savaşlar sonrası her cuma cephelerde ölen asker arkadaşları için Kuran okur ve çocuklarına savaşta neler yaşadığını anlatırdı.
Turgut Kaçmaz "Babam bu savaşların nasıl fedakarlıklarla verildiğini ve asker arkadaşlarının nasıl şehit olduğunu anlatırdı bize. Anlatırken adeta o günleri tekrar yaşar bize de yaşatırdı. Onun anılarıyla büyüdük. Yıllar geçti gazi olarak İngiltere'ye gitti, Yeni Zelanda'ya gitti. Nasıl vatanlarını savunduklarını anlattı. O yaşamını yitirince ben, hem onun hem de şehit arkadaşlarının anısını yaşatmak ve bu vatanın nasıl kurtarıldığını anlatmak için Ereğli'de bir müze açtım. Sonra okullarda, anmalarda konferanslar vermeye başladım. Babam Çanakkale'de yaralanınca bir hastanede tedavi gördüğünü anlatırdı. Burada tedavi edildiğini düşünüyorum. Bunun için açılışa geldim ve onun giydiği askeri kıyafetleri giydim" diyor.
Turgut Kaçmaz bir öğretmen. Emekli olduktan sonra ağırlık vermiş, babasının anısı yaşatmaya. Kaçmaz "Aslında her şey babamın bir sözüyle başladı. Babam bir gün bana 'Oğlum Çanakkale'yi kaybetseydik sen doğardın ama adın Turgut değil Niko veya başka bir isim olurdu' dedi. Haklıydı. İşte bu basit gerçeği anlatmak için uğraşıyorum yıllardan beri" diyor.