Özel bir müzisyen Büşra Kayıkçı. Parmakları piyanonun tuşları üzerinde özgürce gezinmeye başladığı andan itibaren bunu anlayabiliyorsunuz. Onu ilk kez geçen hafta Zorlu PSM'nin Instagram hesabı üzerinden verdiği konser sırasında canlı dinledim. Ruhuyla sesi arasındaki uyuma tanık oldum. Büşra Kayıkçı'nın küçük yaşlardan itibaren sanatla iç içe geçmiş bir yaşam hikayesi var. Bale, piyano, resim, tiyatro… Dokuz yaşından itibaren birçok sanat dalında eğitim gören, üniversitede iç mimarlık okuyan Kayıkçı, şu sıralar ağırlıklı olarak resim ve müzikle ilgileniyor. Kuzguncuk'ta açtığı Sulu Fikirler Atölyesi'nde eskisi kadar ağırlıklı olmasa da yeni sanatçılar yetiştirmek için de çalışıyor. 20 yıldır piyano çalan Kayıkçı'nın eğitimi Klasik Batı Müziği teknikleri ve solfej üzerine inşa edilmiş olsa da son dönemde neoklasik ve ambient alanında çalışmalarına devam ediyor. Bu dönemin ilk meyvesi Doğum'du. Kayıkçı yoluna yeni çalışması Tuna ile devam ediyor.
- Tuna'yı eşsiz bir deneyim olarak tanımlıyorsunuz. Bize hikayesinden bahsedebilir misiniz?
- Tuna bir sanatçı işbirliği projesi. İlk ayağı arkadaşım şair ve yazar Furkan Çalışkan'ın 2015 yılında Budapeşte'de yazdığı metin olan Tuna Kısmet. Biz bir ortak proje yapmayı planlarken beste yapmak için bu metni seçmeye karar verdim. Birkaç ay sonra Macaristan'da alternatif piyanolar üreten bir atölyeyi ziyaret etme fırsatım oldu. Sahibi ve üreticisi David Klavins'in una corda ismini verdiği piyanoları, Alman besteci Nils Frahm ile ortak çalışması. Frahm da yıllardır ilham ve örnek aldığım piyanistlerden biri. Tuna'yı oraya gidince una corda piyano üzerinde kaydettim. Özetle Furkan'ın Tuna Kısmet'i başka bir formda doğduğu topraklara geri dönmüş oldu.
FARKLI AKIMLAR İLHAM VERDİ
- Müzikte ne yapmak istediğinizi ilk günden itibaren biliyor muydunuz?
- Hayır. Uzun süre sadece klasik repertuvar çalıştım. Mimarlık fakültesindeyken sanatta ve mimarideki farklı akımları ve stilleri incelemek çok ilham verdi. O döneme dek açıkçası müzik alanında üretim yapmak gibi bir fikrim yoktu. Klasik müzik çalmak ve performe etmek çok stresli bir iştir. Hataya yer yok. Şu an çalışma yaptığım alanda (neoklasik, ambient) kendimi daha rahat ifade ediyorum, daha özgürüm.
- Sese zaafınız olduğunu okumuştum. Sadece melodilere de değil. Şu sıralar dinlemeyi çok sevdiğiniz bir ses var mı?
- Evet doğru, sese zaafım var. Melodik olmasına gerek yok. Üniversitedeyken kütüphaneye gider en çok sayfa karıştıran, yazı yazan öğrencinin masasına otururdum ve hiçbir şey yapmadan çalışmasını dinlerdim. Bu iki sesin birleşimi bana huzur veriyor. Bunun gibi dinlediğim birçok ses kütüphanesi var. Karantina döneminde hiç olmadığı kadar yeşile ve doğaya olan açlığımı fark ettim. O yüzden orman ve deniz sesleri dinlemeyi seviyorum. - Elleriniz, kalbinizle mi yoksa aklınızla mı hareket ediyor?
- Her ikisi. Yeni bir işe başlarken çok sezgisel geliyor melodi fakat sonrasında ince bir matematik istiyor o besteyi tamamlamak. İşte o zaman kitaplara, teorik bilgime dönüyorum.
- Farklı sanat dallarında üretiminize devam ederken bir misyonunuz olduğunu düşünüyor musunuz?
- Sanatı ve üretmeyi seviyorum sadece, bu bir yaşam biçimi benim için artık ve daha ötesinde bir planım yok aslında.
- Kızınızın müzikle ve resimle arası nasıl? - Kızım benim yaptığım her şeyi denemek ve aynı seviyede yapmak istiyor. Bizim aramızda sanatın getirdiği güzelliklerle birlikte çok kuvvetli bir bağ oluştu. Okulunda, arkadaş çevresinde annesinden ve annesinin yaptıklarından bahsetmekten çok keyif alıyor. Karantina dönemi de hakikaten onun açısından eğlenceli oldu. Bol bol resim çiziyor, müzik teorisi çalışmak istiyor. Ben de destek oluyorum.
- Bu dönemde evde kalmak sizi nasıl etkiledi?
- Aslında müzik yaparken içe kapanık dönemler geçirmeyi tercih ediyorum. Dışarıda vakit geçirsem bile uzun yürüyüşler sadece zihnimi açıyor sürece katkı sağlıyor. Şu anda da üçüncü albüm için çalışmaları sürdürürken evde olmak, diğer işlerin yükünden bir vesileyle sıyrılabilmek iyi geldi.
KUZGUNCUK'UN ŞİİRSEL DOKUSU
- Resim çalışmalarınız da var. Kuzguncuk'u, sokaklarını resmettiğiniz çalışmalar dikkat çekiyor. Bu semti özel kılan nedir? - Bu semte istediğim ölçekte ve karakterde bir ofis bulmam vesilesiyle yerleştim aslında. Daha sonra mahalle kültürü beni sardı. Kuzguncuk çok özel bir Boğaziçi köyü. Şiirsel bir dokusu var, korunaklı nostaljik yapıları ve samimiyeti ile vazgeçilmez oldu benim için. Suluboyanın karakteri de böyledir. Soyut ifadelere çok açıktır ki bu benim müzikte de tasarımda da üzerine düştüğüm aradığım bir şey. Müzikle alakalı tıkandığım ve karıştığım noktalarda zihnimi boşaltmak, rahatlamak için sık sık elime suluboyalarımı alıyorum. Bir nevi terapi diyebiliriz. Fakat o seviyede kalmadı. Şu anda bir çocuk kitabı resimliyorum.
SAĞ EL, 42 TUŞEYE HİÇ BASMIYOR
Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), geçen şubat ayının son gününde Darphane-i Amire'de 28 Şubat döneminde yaşanan insan hakları ihlallerini anlatan bir sergi açmıştı. Salgın nedeniyle şu an ziyarete açık olmayan sergi Böyle Daha Güzelsin adını taşıyordu. Sergide Büşra Kayıkçı'nın da eseri buluyor. Kayıkçı eserini şöyle anlatıyor: "Sergi için bir minimalist beste çalışması yaptım. Eserin ismi madde 42. Beste iki boyuttan oluşuyor, işitsel ve görsel. İlk defa bir esere tonunu, formunu veya temposunu kurgulayarak değil, ellerimin nasıl hareket edeceğine karar vererek başladım. Kurguladığım hareketin bana verdiği armoni ile de melodiyi oluşturdum. Bu çalışmada sağ elim eser boyu çeşitli aralıklarda tekrar eden motifler uyguluyor, sol elim ise onun etrafında dönüyor. Sağ el bir metafor olarak devrin fikri sabit otoritesini ve statükosunu sol el ise bir şeyler yapmak çözüm bulmak için çabalayan çırpınan kadınları temsil ediyor. İsmini ise piyano tuşlarının numarasından aldı. Sağ elim bestenin ilk yarısında (burada agresif, ısrarcı ve azimli armoniler hakim) 39-43 numaralı tuşeler arasında sürekli aynı motifi tekrar ediyor fakat 42 numaraya hiç basmıyor, sol elin de basmasına izin vermiyor fakat sol el zorluyor bu tuşeye ulaşmak için. Nihayetinde sol el kısa bir süreliğine bunu başarıyor. Bu kısım bana okullara perukla, şapkayla giren kızları hatırlatıyor. Bir şekilde elde edilmiş bir hak gibi gözüksede buruk bir tercih/çözüm. Dinlerken eserin bu kısmında melodinin inceldiğini, çırpınmaktan yorgun düştüğünü duyacaksınız. Kapanışta ise her şey tekrar baştaki seyrine geri dönüyor. TC Anayasası'nda 42'nin karşılığı şu: Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.''