Yıllar yıllar önce rahmetli Kenan Onuk, futbol dünyasının iki otoritesi Erman Toroğlu ile Hıncal Uluç'u bir araya getiriyor. Pazartesi akşamları atv'de yayınlanan programda ikili, haftanın maçlarını değerlendiriyor... Ama sadece bununla sınırlı kalmıyorlar. Samimi bir üslupla, kimi zaman fikirleri çatışsa da futbolun kuralları konuşuluyor, kimi zaman Türk futbolunun sorunları eşeleniyor. O dönemin en popüler programlarından biri olan Kale Arkası zamanla referans programlardan biri oluyor. Futbolu sevip de izlemeyenlerin dışında kulüp yöneticileri, federasyon yetkilileri, futbolcular yani oyunun tüm paydaşları da ilgiyle izliyor.
Yıllar sonra Kale Arkası aSpor'da yeniden başladı. Bu sefer perşembe günleri yayındalar. Sözünü kimseden sakınmayan, ne düşünüyorlarsa yazan ve söyleyen iki futbol otoritesi yeniden bir araya gelince söyleşi yapmamak olmazdı. Hıncal Abi evine çağırdı. Yıllara dayanan dostlukları var ama Erman Toroğlu meğer hiç Hıncal Abi'nin evine gitmemiş. Birlikte gittik Alkent'teki evine. O meşhur koltuğun bir ucuna Hıncal Abi, diğerine Erman Toroğlu kuruldu. Erman Abi bir süvari, diğer adıyla tarz-ı hususi istedi (Türk kahvesinin ince belli çay bardağında sunulmasıdır) Hıncal Abi'nin elinde çay... Sonrası koyu bir sohbet...
- Hıncal Abi, Erman Abi'nin futbolculuğunu nasıl bilirsin?
- Hıncal Uluç: Ben kazma derdim. Sert futbol oynardı.
- Erman Toroğlu: Çünkü sen benim forvet zamanımı bilmiyorsun. Ankaragücü'nden stoper olarak hatırlıyorsun. Ben 20 yaşımdaydım sen 28...
- H. U: O yıllarda Ankara'nın güçlü yerel gazeteleri vardı. Zafer, Ulus, Yenigün... İyi tirajları vardı. Bu yüzden spor haberlerini manşetten verirdik. Erman'ın fotoğrafları da gazetenin birinci sayfasına basılırdı. Ankara'nın ünlü kişilerinden biriydi. Kızılay'da yürürken kızların kesik kesik batığı bir adamdı. Çok kıskanırdım. (Gülüyor)
- E. T: Ankara Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi'nde okuyorum. Devlet Bahçeli ile Kemal Kılıçdaroğlu da bizim okulda. Kimi sağcı kimi solcu... Ben futbolcuyum. Altımda 56 model Chevrolet var. Kızları alıp okula geliyorum, sohbet muhabbet. Onları kimse tanımıyor ama beni herkes tanıyor.
- H. U: Hangi dönem biliyor musun? Ne sağcı ne solcu, futbolcuyum futbolcu dönemi.
- E. T: O zaman da sağ sol kavgası yapıyorlardı, şimdi de. Ben o zaman da geziyordum, şimdi de.
- Peki hakemliğini nasıl bilirsin?
- H. U: Fevkalade. Bir defa bu kuşağın şansı, bunların önlerinde Faik Gökay, Sulhi Garan gibi saygın ve sevilen hakemler olması. Bugün hakemlere hoca deniyorsa bu insanlar sayesindedir. Erman bu iyi hakemleri iyi özümsedi. Ve sonradan çıkan boynuz gibi bütün kulakları geçti. Benim için hâlâ bir numaralı hakemdir. Bir Erman daha çıkaramadık.
- Erman Abi, hep doğru kararlar mı verdin, yanlış vermişim dediğin kararın var mı?
- E. T: Öyle üzerime yapışan bir karar vermedim. Ha hatalı kararlar verdiğim olmuştur. Onu anlıyorsun. Seyirci patlıyor.
- H.U: Hakem hata yapar. Çünkü insandır. Hata yapmayan insan var mı? İnancımızda hata yapmamak Allah'a mahsustur.
- Peki neden en iyisi Erman Toroğlu diyorsun Hıncal Abi?
- H.U: Ben Erman'ın verdiği bütün kararlara inandım. Vermiyorsa görmediğindendir. Verdiği ve vermediği bir karar herhangi bir amaca yönelik değildi. Görüp de çalmadığı yok. Ne büyüğü, ne küçüğü, ne başkanı dinler. Feriştahı olsa yine çalar.
- E. T: O yüzden İstanbul'da bana maç vermezlerdi. İstanbul derbilerinde ancak takımlar bir hakem üzerinde anlaşamadıysa bana verilirdi. Bir de üç büyükler deplasmana çıkınca beni isterdi.
- Neden?
- E. T: Üç büyükler deplasmanda 'Hakkım yenmesin' istiyor. Ama içeride beni istemiyorlar. Bunlar gerçek, hakem dağıtım verilerinden çıkan sonuç bu.
- Hâlâ takımların böyle refleksleri var mı?
- E. T: Biraz toparlandı. Ama son Fenerbahçe- Galatasaray maçına gelelim... Halil Umut Meler'i hiç tanımam. Bana göre o şartlarda iyi bir maç yönetti. Şimdilerde sallıyorlar. Halil Umut Meler'in gözlemciden beş puan aldığını söylüyorlar. Gazetede yazdım. Üç kişiyle 100'er bin lirasına iddiaya tutuşabilirim. Halil Umut Meler, beş puan alırsa ben bu işi bilmiyorum der veririm paralarını. Yoksa alırım paralarını. Bana göre sekiz puanlık maç yönetti.
- Peki Erman Abi senin için Hıncal Uluç nasıl bir spor yazarıdır?
- E. T: Hakemlik hayatım boyunca üç kişiyle münasebet kurdum. Doğan Koloğlu, Can Bartu ve Hıncal Uluç. Ya telefon açar ya da yüz yüze görüşürdüm. Güvenirdim onlara. Çünkü arkadan dolanmazlardı. Her şeyi yazarlardı. Benimle ilgili de yazarlardı. Diğerleriyle konuşamıyordum, derdimi anlatamıyordum. Biri Fenerli, diğeri Galatasaraylı... Olaya farklı bakıyorlar.
ERMAN'IN KOVULMASI TÜRK MEDYASINDA DÖNÜM NOKTASIDIR
Futbol dünyasında doğru söyleyen dokuz köyden kovulur denir, kaç kere kovuldun Erman Abi...
- E. T: Altı kere kovuldum.
- H. U: Aziz Yıldırımın bir telefonuyla Erman'ın, Lig TV'deki Maraton'daki işine son verdiler. Fenerbahçe başkanları alışmışlar. Medya onların her dediğine uysun istiyorlar. Erman'a laf geçiremeyince Fener düşmanı ilan ettiler. Bu ülkede sen dik durdun mu onlar seni Fener düşmanı ilan eder. Koskoca Lig TV programının yıldızını bir telefonla kovdu. Ne oldu bir tane daha Maraton oldu mu? Bu operasyonun amacı Erman'ı kovdurmak değildi.
BİR TEK TURKUVAZ MEDYA VAR
- Neydi Hıncal Abi?
- H.U: Medyaya göz dağı vermek. Sonra genç gazeteciler nasıl düşünüyor?
"Bunlar Erman'ı bile kovdurmuş adamlar neme lazım" diye düşünüp fikrini yazamıyor. Bugün Turkuvaz Medya neden Fener düşmanı ilan edildi. Ali Koç'un askerleri gece 22.00'de SABAH gazetesini bastılar, niye 6222 sayılı sporda şiddet ve düzensizliğin önlenmesine dair kanununun savcıları bu olaya el koymadılar? Türk medyasında Erman'ın kovulması dönüm noktasıdır. Bu iklimi yarattı işte. Bugün ayakta durmaya çalışan sadece Turkuvaz Medya var.
SON SÖZÜ O SÖYLERDİ
- Kale Arkası'nın sırrı neydi?
- H. U: Futbol maçı, hakemin düdüğüyle bitmez. Futbol maçı aslına hakemin bitiş düdüğüyle başlar. Konuşur insanlar, ta ki öbür haftanın maçları gelene kadar. Futbolun güzelliği burada. Kale Arkası öyle bir hale geldi ki Erman'ın verdiği güven yüzünden maç için son sözü söyleyen adam, hakem olmaktan çıktı. Erman Toroğlu oldu. İşi geleneksel Türk orta oyununa dökersek, orada iki kişi vardır. Biri pası verir öbürü golü atar.
- Hıncal Abi sen pası veren adamdın...
- H.U: Evet... Kavuklu o, Pişekar bendim (gülüyor). Ama ben aklımın yatmadığı şeye "Evet" demem. Programda Erman'ın şeytanı rolünü oynuyordum. Yani tıpkı gazetelerdeki okur temsilcisi gibi, girerdim. Bu da programın inandırıcılığını daha da arttırırdı.
- E. T: Çünkü ne söylersen söyle gerçekten "Ama..." diyen bir futbol ve TV seyircisi var. "Ulan bu Erman da konuşuyor. Peki buna karşı duracak, "Ama" diyecek kimse yok mu diye sorgulayan bir seyirci... İşte bana "Ama" diyen Hıncal Uluç'tu.
FUTBOLUN ÜÇ SORUNU: FEDERASYON, MHK VE MEDYA
- Peki iki otorite olarak sizce nedir Türk futbolunun çözülemeyen sorunları?
- E. T: Bugün Merkez Hakem Kurulu'nun başındaki Zekeriya Alp eski bir futbolcu. Beğenirim de severim de. Peki Türk hakemliği 1923'ten beri böyle bir kurulun başına geçirebilecek bir hakemi yetiştirememiş mi?
Herkes hakemlere atıyor tutuyor da, hakemliğin başında eski bir futbolcu var. Bu Türkiye'deki hakemliğin ayıbıdır. Demek ki bir yerlerde yanlış yapılmış. Şu an Türkiye'de 130 tane akraba hakem var. Babası gözlemci, iki oğlu hakem. Nasıl olacak, böyle bir sistem var mı dünyada? Bilen gelsin kardeşim. Şimdi, futbol federasyonu yönetim kurulunda futbol adamı olarak Hamit Altıntop ve Selim Soydan var, diğerleri müteahhit. Buyur buradan yak.
- H. U: Bir, federasyon yok. Göstermelik bir kurum var o kadar. Kulüpler bir teklif yaptı, kale arkaları ayakta olsun diye... Türkiye'de federasyon olsaydı Nihat Özdemir "Saçmalıyor bunlar" der muhabbeti keser atardı. Bugün hâlâ "İnceleyeceğiz" deniyor. Tribünlerdeki her yerin koltuklu ve numaralı olmasının sebebi FIFA. FIFA dedi ki ayakta olmak holiganizmi teşvik eder. Bu yüzden 100 binlik statlar 60 binlere düştü. İkincisi, MHK ve Zekeriya Alp. Kısa vadede en etkili davranışı yapabilecek olan hakemlerdir. Dünyanın en çok yere yatılan maçlarını seyrediyoruz Türk halkı olarak... Üçüncüsü de medya. Bütün bunları bile bile sesini çıkartmayan, göz yuman medya. Çünkü onların da işine gelmiyor.
GAZETECİDEN DOST OLUR
- Uzun yıllara dayanan bir dostluk, zaman zaman birbirinizi eleştirdiğiniz de oldu. Hatta Hıncal Abi'yi mahkemeye de vermişsiniz. Ama her şeye rağmen dostluğunuz zarar görmemiş...
- H. U: Fikirler başka dostluklar başka. Hayatım boyunca dostlarımı fikirlerime göre seçmedim. Erman da benim gibidir. Erman'ın düşüncesini eleştiriyorum Erman'ı değil. O da bunu bilir. Ne diyorlar, "Gazeteciden dost olmaz." Bu laf niye çıktı. Gazeteciyi dost tutan adam, dost sıfatı altında onu avucunun içine almak istiyor. Alamayınca da gazeteciden dost olmaz diyor. Gazeteci her şeyi eleştirir. Babamı eleştiririm. Abimle çatışırdık. Benim için düşündüğünü yazan insan kıymetlidir. Kalemini başkasına yontan kim olursa olsun beş para etmez.
- E. T: İşte bunu bildiğim için Hıncal ile görüşürdüm, düşündüğünü söylerdi.
- H. U: Erman'a televizyon yıldızı derim. Çünkü TV seyircisi Erman bir şey anlatırken onun öyle düşündüğüne inanıyor. Belki sevmiyor ama saygı duyuyor. Bunun için maçtan sonra kaybeden takımın yöneticisi "Bence pozisyon penaltı değildi ama akşam Erman Toroğlu'na bakacağım' diyordu. Bu fikri verdin mi bitti. O zaman yıldızsın.
- E. T: Televizyon ilginçtir. Kamera gözüne zum yapar sen doğru mu söylüyorsun, yalan mı hemen anlaşılır.
ADAM YANIMDA ANAMA KÜFÜR ETTİ
- Erman Abi küfür yiyince ne hissediyorsunuz?
- E. T: Hoşuma gider benim (gülüyor)... Hatta yerinde yersen küfrü "Helal olsun" bile diyorsun da çok alakasız yerlerde sövüyorlar. Futbolcuyken küfür yedim mi "Ben de senin ananı avradını" diye dalardım. Ama hakemken küfür edildi mi dalamıyorsun, o işi çözüp sinirlenmemen lazım... Mesela bir anımı anlatayım. Yağmurlu bir günde Ali Sami Yen'deki maça yetişmek beş kişi güç bela bir taksi bulduk .Ben ve bir arkadaşım öne sıkıştık geri kalan üç kişi arkaya oturdular. Arkada oturan arkadaşlardan biri taksiciye "Yahu sen Erman Toroğlu'nu tanıyor musun" diye sordu. Taksici de "Tanımaz mıyım o o... çocuğunu" dedi... Dip dibeyiz ha adamla, farkında değil... Dönüp vursan olmaz, yakışmaz, kaldı ki mecbur değil beni sevmeye... Hayır, insek araba da bulamayacağız. Dedim ki kendi kendime inerken parayı verirken "Annem öleli 15 sene oldu baba" der giderim. Sonra bir süre ses çıkmadı arabadan... Derken taksici "Arkadaşlar ben az evvel o... çocuğu Erman Toroğlu dedim ya yanlış söyledim o... çocuğu Ahmet Çakar diyecektim" demesin mi? (Gülüyor)
FOTOĞRAFLAR: MURAT ŞENGÜL